15 Mart 2015

Herakles’in dünyamıza gelişi

Yirmi yıl sonra savaştan dönebilen Odisseus; Troya’da duyduğu bir efsaneyi anlattı çocuklarına...
Bu efsanye göre gerçekten de Baştanrı Zeus’un yüreği çok yumuşamıştı bir gün... O yüzden insanların dünyasına egemen olan bütün kötülükleri yok etmek istedi. Ne var ki bunu isterken, ilkin tanrıların rahatını da düşünmedi değil!
Zeus kendi buyruğunda olacak öyle bir kahraman yaratacaktı ki, o kahraman gidip istediği bir kötülük yuvasını anında kurutacaktı!... Böylece yeryüzünden kendisine ve tanrıların ülkesi Olimpos’a bulaşabilecek bütün illetleri önlemiş olacaktı...

HERAKLES GÜCÜNÜ KANITLADI

Bu amaçla Baştanrı Zeus, çok sevdiği dünyalı güzel Alkmene’yle çok uzun süren bir gece geçirdi. Çünkü güneş tanrısı Helyos’un atları, iki gün gökyüzünde koşmadılar! Dokuz ay sonra da güzel Alkmene, sonradan Herakles adını alacak nurtopu gibi bir oğlan çocuğu getirdi dünyaya... Ne var ki Zeus’un karısı tanrıça Hera, bu çocuğun kocası Zeus’tan olduğu dedikodusunu duyunca haliyle küplere bindi. Bu konuda kulağına çalınan söylentilerin gerçek mi yalan mı olduğunu anlamak için yeni doğan bebeğin odasına iki azman yılan gönderdi. Karısının bu oyununu anında öğrenen Baştanrı Zeus da, hemen çocuğunu uyandırdı... Uyanan bebek, yılanlardan birini sağ, ötekini sol koluna doladı ve onları boğup öldürdü! Bebek Herakles de, yeryüzünde ilk kahramanlığını böylece sergilemiş oldu... Ne var ki anası kraliçe Alkmene; tanrıça Hera’nın yeniden hışmına uğrama olasılığından çekindiği için bebeğini koyun-keçi sürülerinin otladığı bir bayıra bırakıp geldi içi yana yana...

OĞLUNU ÖLÜMSÜZLEŞTİRMEK İSTEDİ...

Bu kez de Baştanrı Zeus, ileride çok özel görevler yükleyeceği bu terk edilmiş öz çocuğunu koruması altına aldı. Kendi kanından olmasına karşın dünyalı bir anadan doğduğu için yarı ölümlü olan Herakles’e, ölümsüzlük ayrıcalığı kazandırmak istedi. Bunun için de ölümsüz bir tanrıçanın sütünü emmesi gerekiyordu bebeğin! Zeus’un kızı tanrıça Atena araya girdi ve anası Hera’ya durumu anlattı; bebeğin sütanası olması konusunda ona yalvar yakar oldu. Hera, çok sevdiği kızı Atena’ yı kıramadı... Bunun üzerine haberci tanrı Hermes; koyunların sütle beslediği mahzun bebek Herakles’i kucakladığı gibi tanrılar ülkesindeki Zeus’un sarayına getirdi. Tanrıça Hera artık onu emzirmeye başladı. Ama bir türlü memeye kanmak nedir bilmiyordu bu bebek! Gene bir gece Herakles, derin derin uyuyan Hera’nın memelerine yumuldu bütün acıkmışlığıyla... Öylesine sıkı emmeye başladı ki, canı yanan tanrıça Hera; bebeği kaptığı gibi yatağın ta ötelerine doğru savurup attı... Ne var ki Hera’nın memelerinden püsküren süt, dünyanın o yöresindeki yıldızlar üstüne aralıksız yağmaya başladı. Ve bu süt yağmurlarıyla ıslanıp ağırlaşan yıldızlar, gecenin serinliğinde üşüyüp titreşerekten birbirlerine sokulmaya başladılar. Böylece birbirlerine iyice sokulup büzüşen yıldızlar; gökyüzünde upuzun, pırıltılı ve dumanlı bir yol oluşturdular. Bir gecede oluşan ve bizim “samanyolu”  dediğimiz bu sisli kuşağa artık Avrupa dillerinde “sütlü yol” denmeye başlandı. (*)

KIRZAMBAKLARINA DÖNÜŞTÜLER...

Yıldızlardan sıçrayıp dünyamıza savrulan süt damlacıkları da, düştükleri yerlerde bembeyaz kırzambaklarına dönüştüler...
Tanrıça Hera’nın sütüyle beslenip artık ölümsüzleşen ve yeni yetmelik çağına ulaşan Herakles, bir süre sonra dünyamıza döndü. Olimposlu babası Zeus da, yeryüzünde kendisine verilecek insanüstü görevleri yerine getirebilmesi için en seçkin uzmanların; Herakles’i inceden inceye eğitmeleri konusunda gerekli buyrukları verdi... Bu yüzden örneğin Atadam Heyron, onu gökbilim ve hekimlik konularında uzmanlaştırdı. Tanrı Apollon’un torunu müzisyen Linos da, ezgiler yakmasını ve lir çalmasını öğretti ona...
On sekiz yaşını bitirdiğinde ve tam kendi yazgısını ellerine alacağı anda da, iki genç kadın çıkageldi karşısına Herakles’in. Kendini Saltanat Hanım diye tanıtan allı-pullu genç kadın, altın-yakut takılar içinde boğulacak gibiydi! Durduğu yerde duramayan, ayağı gümüş halhallı ve pırlanta sandallı bu çıtkırıldım güzel; genç ve güçlü Herakles’e hayran olduğunu, hatta ona taptığını söyledi. Kendisiyle eş olarak yaşamayı kabul ederse, artık bir dediği iki olmayacaktı. Saltanat Hanım; Herakles’i el üstünde tutacak ve onu, adına yaraşır şekilde şehvet, dinginlik ve varsıllık içinde yaşatacaktı...

ERDEM HANIM’IN ELİNİ TUTTU

Adının Erdem Hanım olduğunu söyleyen diğer kadının üstünde başında, öyle süs cinsinden bir şeyler yoktu. Belki de Erdem Hanım’ın en çekici yönü, dalgın bakışlarından yansıyan o bir çeşit umut harmanına dönüşmüş güzel aydınlıktı. Erdem Hanım; dünyayı ve insanlığı saran ama çoğunlukla tanrıların saldıkları canavarlardan kaynaklanan kötülükleri yok etmenin biraz zaman alacağını söyledi. Ne var ki inançla sürdürülecek çabalar sonunda, dünyayı daha yaşanılır bir hale getirebileceklerinden söz etti. Böylece insanlığın Altınçağ’ını birlikte hazırlamış olacaklardı... Haliyle zorlukla kazanılacak bu başarıdan daha kutsal birşeyin olamayacağını da ekledi sözlerine... Kendisini dost olarak seçerse, bu uzun ve çileli süreci mutlaka birlikte aşacaklarını söyledi Erdem Hanım...
Herakles hiç düşünmeden ellerini Erdem Hanım’a uzattı hemen...
***
(*) Samanyolu’na; Almancada “Milchstrasse”, Fransızcada “Voielactée”, İngilizcede “Milky way” denmekte ve hepsi de, “sütlü yol” anlamına gelmektedir.

Evrensel'i Takip Et