8 Mart 2015

Çekiciyle barışı nakışladı Hefaystos

Sömürü savaşlarından iğrenen ayağı gümüş halhallı tanrıça Tetis, Troya savaşlarına katılan oğlu Ahilleus için, hiç olmazsa ölümünü bir süre öteleyecek silahlar dövdürmek istedi.
Bu amaçla bulutların üstündeki Olimpos’ta oturan demirci tanrı Hefaystos’un işliğine gitti. Dünyamızdaki savaşların artık bitmesini isteyen Hefaystos da; silah cinsinden aygıtlar değil, ama insanlara hizmet verecek robotlar üretiyordu hep. Ne var ki, tanrıça güzel Tetis’i kıramazdı... İçi acıya acıya da olsa, son kez savaş amaçlı bir kalkan dövmeye başladı demirci işiğinde. Kalkanın üstüne de, çok sevdiği dünyamızın o çileli insanlarıyla, ama özellikle kadınlarıyla ilgili desenler nakışlamaya başladı. Onların büyük bir yürüyüş içinde olduklarını, sonunda mutlaka onurlarına yaraşan bir dünya oluşturacaklarından emindi. O yüzden de bu uğursuz silahların üstüne, düşlediği o güzelim dünyamızla ilgili resimler nakışlıyordu hep ardı ardına. Bu arada sözde Troya savaşlarının nedeni sayılan güzel Helena geldi aniden gözlerinin önüne...

GÜZEL HELENA EGEMENLERİN BİR GÜNAH KEÇİSİ OLDU!

Bilindiği gibi Helena, Baştanrı Zeus’un bir dünyalı kadınla olan aşkından dünyaya gelen kızlarından biriydi... Helena, büyüdüğünde öylesine güzelleşti ki, evren güzeli tanrıça Afrodit bile onu kıskanmaya başladı! Haliyle Yunanistan’da onunla evlenmek isteyen damat adayları, neredeyse birbirleriyle boğazlaşacaklardı! Sonunda adaylar aralarında anlaştılar. Güzel Helena’yı istediğiyle evlenme konusunda özgür bıraktılar... O da Yunanistan’ın Baş Kralı Agamemnon’un kardeşi kral Menelaos’u hasbel kader kendine eş seçti... Çocukları oldu. Ne var ki yazgının bir cilvesi olarak, bir ara saraylarına konuk gelen Troyalı yakışıklı prens Paris’e aniden vuruluverdi!  Çünkü tanrıça Afrodit; Kazdağları’nda ilk kez düzenlenen “Altın Elma Güzellik Yarışması”nda hakem olan Paris’e, evren güzeli seçilebilme karşılığında rüşvet olarak, güzel Helena’nın aşkını önermişti!...
Evren güzeli seçilip muradına eren tanrıça Afrodit de; sözünü yerine getirmek üzere, yanından hiç ayrılmayan Eros adlı yaramaz çocuk aracılığıyla, o ünlü aşk oklarını gönderdi Helena’nın yüreğine. Ve Helena’nın yüreği, Troyalı Paris’i görünce aşk kıvılcımlarıyla tutuşuverdi! O yüzden de; tacını tahtını bırakıp deli divane vurulduğu Paris’le, Troya’ya gelin geldi.

BAŞ KRAL DA BAŞTANRI’YLA KONUŞMUŞ…

Ne var ki Yunanistanlı Baş Kral Agamemnon; Troya prensi Paris’in güzel Helena’yı zorla kaçırdığı gerekçesini öne sürerek zengin Troya krallığına savaş açtı. Ayrıca Baştanrı Zeus’la bu konuda üç kez konuştuğunu ve Baştanrı’nın kendisini Helena’nın namusunu temizlemekle görevlendirdiğini öne sürdü buyruğundaki halklara... Oysa bütün amacı ,Troya hazinelerini yağmalamak ve oradan köle olacak genç insanlar devşirmekti! Çünkü köleler, iyi para ediyordu!
İşte bütün bunları bir an kafasından geçiren demirci tanrı topal Hefaystos, güzel Helena’yla ilgili desenler dövmeye başladı kalkanın üstüne; coşkuyla,ve de sevgiyle...
Alnından dökülen terleri de gülümseyerekten siliyordu arada bir... Sonra da Helena’nın deseninin sağına; tarlalarında, işliklerinde, kavgasız dövüşsüz çalışıp üreten ve de ürettiklerini kardeşçe bölüşen mutlu insanların bir kentini nakışladı... Bu kentin dışında kocaman bir bağ vardı. Oradaki kara kara üzüm salkımları bile, az çok seçilebiliyordu ilk bakışta.. Gümüş bir çitle çevrili bu bağın ortasından geçen ve ta kent meydanına dek uzanan bir de yol vardı...

GENÇLER DÜNYAYI ÇOK SEVİYRLARDI...

Kentin genç kızları ve delikanlıları; bağ bozumu başladığında bu yoldan geçerek bağa geliyorlar ve topladıkları bal gibi üzümleri bölüşmek üzere, kent meydanına taşıyorlardı. Omuzlarındaki üzüm dolu sepetlerle yürüyen bu şen şakrak gençler, habire şarkılar söylüyorlar; sevginin ve barışın egemen olduğu bir dünyadaki yaşamın güzelliğini vurguluyorlardı... Onların ortalarında da bir çocuk, elindeki sazla ve incecik sesiyle yanık bir türkü tutturuyor; büyüyünce yaşacağı mutlu yıllarını dillendiriyordu bütün masumluğuyla. Omuzları üzüm sepetli genç kızlar ve delikanlılar da; çocuğun türküsü bitince, ıslıklar çalaraktan birlikte üretip birlikte hasat etmenin mutluluğunu dillendiren yeni bir ezgiye başlıyor, bir süre sonra da şarkının ritmine uyarak, topuklarını güm güm toprağa vuruyorlardı... Sepetlerindeki üzümleri meydana boşalttıktan sonra da el ele tutuşup gene oyunlar oynuyor, ıslıklar çalıyor ve gerçekleştirecekleri savaşsız ve sömürüsüz bir dünyanın içlerinde bir kor gibi uyuklayan  hasretini dillendiriyorlardı.
Gençler böyle böyle hem çalışıp hem eğlenirlerken, Baştanrı Zeus’un, Olimpos Tanrılar Ülkesi’nden saldığı bir kartal, yavaş yavaş süzülerekten kentin üstünde dolanmaya başlıyordu. Gençler kartalı görünce gülerekten el sallıyorlar; “Biz barış istiyoruz, barış!...” ,”Biz dünyayı çok seviyoruz; git söyle Zeus’a!” anlamında çığlıklar atıyorlardı...
İşte böyle böyle, dünya emekçilerinin tanrısı demirci topal Hefaystos; arada bir soluklanıp terini siliyor ve dünyamızdaki insanların bir gün mutlaka ulaşacakları o mutlu dünyayla ilgili sahneler nakışlıyordu kalkanın üstüne...

Evrensel'i Takip Et