16 Kasım 2014

Barış dağıtacaktı Akdenizli halklara

Troya savaşı bittikten yirmi yıl sonra bile kraliçe Penelopeya’nın kocası kral Odisseus hâlâ yurduna dönemedi. Onun öldüğünü düşünen çevre krallıklarındaki bazı egemenler de, onunla evlenmek için sarayına çöreklendiler.. Hem sarayın hem de halkın nesi var nesi yoksa yiyip içmeye başladılar.
Odisseus’un bebekken bırakıp gittiği yeniyetme oğlu Telemahos da, bu asalak damat adaylarından ve anasından habersiz, bir gemiyle babası Odisseus’u deniz ötelerinde aramaya çıkmıştı...

TANRIÇA KRALİÇE’NİN DÜŞÜNE GİRDİ...

Anası Penelopeya haliyle oğlunun bu gizi yolculuğunu öğrenince çok üzüldü... Bütün gün ağlayıp yırtındı. Odisseus’u çok seven Tanrıça Atena, bir arkadaşı kılığına bürünüp o gece düşüne girdi Penelopeya’nın. “Ağlama Penelopeya” dedi, “oğlunu güdüp yeden tanrıça Atena hep yanında onun.” Penelopeya uyandığında yüreği epeyce serinlemişti... Apaydınlık bir düş görmüştü karanlığın içinde çünkü...
Bu arada arsız damat adaylarından Antinoos ve on iki yandaşı; İtake’ye yakın iki ada arasındaki o dar boğazda, gemisiyle ve yoldaşlarıyla dönecek Telemahos’un işini bitirmek için o gece   pusuya yattılar...
Şafak tanrıçası gül parmaklı Eos; gene erkenden uyanıp karaları, denizleri ve de gökleri kızıla, maviye, safran sarısına boyamaya başladı. Olimpos’taki tanrılar da, Baştanrı Zeus’un çağrısı üzerine apar topar toplandılar. Dünyamızda olup bitenler konusunda yeni kararlara varmak üzere Zeus oturumu açtı.

HER TANRI İSTEDİĞİNİ SÖYLERDİ, AMA...

Tanrılar bu geleneksel toplantılarda dilediklerini söyleyip öneriler getirirlerdi getirmesine, ama bunu önemseyip önemsememek Zeus’un o günkü keyfine bağlı olurdu.. İlk sözü baştanrı Zeus’un kızı mavi gözlü tanrıça Atena aldı. “Ey Zeus baba, ey Olimpos’un ölümsüz tanrıları!” diye başladı. “Öyle anlaşılıyor ki bundan böyle egemenlik değneği taşıyan kralların hiçbiri artık hak ve halksever olmasın. Onlardan birkaçı kalkıp da halkının mutluluğu için iyi şeyler yaparsa,onu hemen cezalandıralım! Halkını kırsın geçirsin krallar. onları köleleştirsinler... Daha günışığının tadına bile varamamış gencecik halk çocukları cephelerde onların çıkarları için kırılıp kırılıp gitsinler... Savaşlarda derledikleri insanları  köle olarak pazarlamaları, üstelik biz tanrıları bile kendi keyiflerine göre kullanmaları için onları hep koruyalım... Tabii ki burada ben kral Odisseus’tan söz ediyorum.

NE CANDAN BİR YÖNETİCİYDİ O!

Ne candan bir kraldı o ülkesi için! Bakın şimdi onu halkı da unuttu. Oysa o gençlerini savaşa sürmemek için deli numarası bile yaptı! Hem kendi ülkesini, hem komşularını savaşın getireceği kırımlardan uzak tutmaya çalıştı hep. Hattâ biz tanrıların keyfi kararlarına bile önem vermedi yeri geldiğinde! Halkının çıkarları için hep aklını kullandı. Tam bir örnek insandı o! Ama şimdi ne oldu?... Zorla katıldığı Troya savaşından dönüşü sırasında gemilerini, yoldaşlarını tümden yitirdi denizde. Zar zor, iki tahta parçası üstünde sığındığı tanrıça Kalipso’nun adasında çile çekiyor şimdi. Kalipso salmıyor onu ülkesine...Karısı Penelopeya ve artık büyüyüp yetişmiş oğlu yıllardır onu bekliyorlar... Bu arada  egemenler denen asalak keneler onun sarayına çöreklenmiş, nesi var nesi yoksa habire yiyip içiyorlar. O da yetmiyor, halkın sofrasındaki iki lokma ekmeğe de el atıyorlar. Üstüne üstlük karısı Penelopeya’ya göz koydukları yetmiyormuş gibi babasını aramaya çıkan oğlu için pusuya yattılar... O gencecik Telemahos’u dönüşünde öldürecekler!”
Daha da sözünü uzatmak istiyordu ama babası Baştanrı Zeus; “Neler söylüyorsun sen güzel kızım Atena!”  diye sözünü kesti hemen. “Daha önceki toplantıların birinde Odiseus hakkında karar aldırtan sen değil miydin, güzel kızım? Odisseus ülkesine geri dönecekti ve de o asalak kene dediklerinden öcünü alacaktı!.. Haydi çabuk git, Telemahos’un gemisine. Ona yol göster, taliplerin kurduğu pusuya düşmesin çocuk. Sağ salim dönsün anası Penelopeya’nın yanına. Sen çok güzel becerirsin bu işleri.

BARIŞIN O DİLE GELMEZ GÜZELLİĞİNİ GÖRECEK...

Baştanrı Zeus, bunları söyledikten sonra oğlu postacı tanrı Hermes’i çağırdı  hemen.“Sevgili oğlum,”dedi ona bütün sevecenliğiyle, “hep sen getirir götürürsün benim haberlerimi. Bu konuda da çok beceriklisin. Git güzel nümfe Kalipso’ya söyle. Artık o sabırlı Odisseus’u salsın. Karısı Penelopeya’nın, oğlu Telemahos’un yanına dönsün sağsalim. Ama önce iyi kötü serüvenlerle yüklü bir yolculuktan sonra, Fayakların o barış adasına gidecek Odisseus... Hem de suların üstünde zar zor tutunabildiği iki tahta parçası üstünde... Fayaklar onu bir tanrı gibi ağırlayacaklar ve sonra tam donanımlı bir gemiyle yolcu edecekler ülkesine... Gemiyi de altın, kehribar cinsinden armağanlarla dolduracaklar. Üstelik Odisseus; Troya’dan yağmaladığı kanlı ziynetlerle değil, savaş nedir bilmeyen Fayakların bağışladığı paha biçilmez o barış ve dostluk duygularıyla ulaşacak ülkesine.
Daha sonra halkına ve bütün Akdenizli kardeş halklara bu barış ve dostluğu dağıtacak...
Bu sözlerin ardından tanrı Hermes, bir sıçrayışla yıdızların içine atladı hemen. Yıldızları okşaya okşaya,tanrıça Kalipso’nun adasına bir kuğu kuşu gibi usulca kondu...

Evrensel'i Takip Et