14 Eylül 2014

Odisseus’un barış yolculuğu

Yunanistanlı kral Odisseus; Troya savaşları sonrasında yirmi yıldır ayrı kaldığı ülkesine dönerken, denizler tanrısı Poseydon, onun bütün gemilerini batırdı. Ve kendisi, tek başın da olsa, savaş nedir bilmeyen Fayaklar’ın  adasına rasgele sığınabildi.. Odisseus, oranın kralı Alkinoos ve prenses Nausika’ya ve de yöneticilerine, dinlene dinlene anlatıyordu savaşın yağdırdığı o dile gelmez kırımları...
Onu dinleyen Fayaklar’ın yöneticileri de, yediği savaş vurgunuyla yüreği ağır yaralı ve yorgun Odisseus’un acı deneyimlerini kulaklarıyla duymak istiyorlardı... Savaş sonunda devşirilen insanların bir mal gibi alınıp satılması, kısacası insanın insana köle olması ne menem şeydi?...

İNSAN İNSANIN NASIL KÖLESİ OLABİLİRDİ?

Bu bir masal mı, yoksa bir gerçek miydi? Özellikle bunu bilmek istiyorlardı... Odisseus, yaşadığı bu olayları bir süre  daha dillendirdikten sonra birden sustu. Bunun üzerine onu can kulağıyla dinleyenler de öylece sessizleşiverdi... Ortalığı bir büyü sarmış gibiydi. Ve neden sonra Fayakların ulu gönüllü kralı Alkinoos ayağa kalkıp  Odisseus’a övgüler yağdırdı. “Halkımızın birikimlerinden birazını da sevgili konuğumuza sunmak istedik” dedi konuşmasının sonuna doğru. “O yüzden armağanları sandıklara yerleştirdik... İşlenmiş altın, giysiler, kumaşlar, çeşitli yiyecekler.... Gene konuğumuzu ülkesine ve halkına sağ-salim kavuşturacak tam donanımlı ve tanrıların öfkelenip savurdukları rüzgarlara dayanıklı, bir gemi hazırladık.... Şimdi hepimiz dağılalım ve yarın sabah sahilde toplanıp konuğumuzu ağırlayalım; akşama doğru da onu yolcu edelim...” Bu sözlerini alkışlarla karşıladı onu dinleyen yöneticiler. Sonra da herkes uyumak üzere evlerine dağıldı.

SABAH MEYDANDA TOPLANDI HALK...

Ertesi sabah şafak tanrıçası güzel Eos; gene her gün olduğu gibi yeri göğü mavi, yeşil ve safran sarısına boyarken, Fayak yöneticileri ve halkın ileri gelenleri, konukları Odisseus’u o gün akşam alıp götürecek gemiye yakın meydanda toplanmaya başladılar... Kral Alkinoos, kraliçe Arete ve güzel kızları Nausikaa da haliyle oradaydı... Zaten prenses Nausika, ilk gördüğünden beri büyük bir yakınlık duyuyordu Odisseus’a ve onun o gün ayrılacağını düşündükçe de, içine kapkara, büyük bir hüzün dalgası sarıyordu...
Gerçekten de kararlaştırıldığı gibi, bütün gün şölenler düzenlendi Odisseus onuruna. Onun adına geleneksel armağanlar sunuldu tanrılara...
Günbatımına doğru da Odisseus, kendisine bunca yakınlık gösteren ve içi çok değerli armağanlarla dolu özel bir gemi hazırlatan halka ve bu güzel halkın yöneticilerine ne diyeceğini bilemiyordu. Üstelik en değerli armağan da, Fayaklar halkının barış yüklü dostluğu ve o dile gelmez kardeşlik duygularıydı. Oysa yirmi yıldır savaştığı Troya’dan, ona yalnızca savaşın o dile gelmez acıları kalmıştı.

GÜZEL NAUSİKAA’YI DA UNUTAMAYACAKTI HİÇ!

Halka ve yöneticilere dilinden dökülebilen birkaç sözcükle teşekkür etti Odisseus ve kendisine yaşlı gözlerle bakan prenses Nausikaa’ya gözü ilişince de, daha fazla konuşamadı... Ve Odisseus’un son sözü; “İnsanlaşmış insanlara ne diyeceğimi bilemiyorum” oldu. Tayfalar, onu büyük bir özenle kolundan tutup gemiye götürdüler. Odisseus bir süre gemiyi gözden geçirdi. Bu güzel gemi, kanlı mal ve ziynetlerle, devşirilen gözü yaşlı kölelerle değil; Fayaklar halkının ona gönülden sunduğu barış ve sevgi armağanlarıyla, onu sağ salim ailesine ve halkına ulaştıracak yardımcılarla yüklüydü...
Birden geçmiş yıllarından bazı sahneler üşüşmeye başladı yorgun Odisseus’un yüreğine. Tam yirmi yıl olmuştu güzel karısı Penelopeya’dan, oğlu Telemahos’tan ve de çok sevdiği halkından ayrılalı.... Karısı ne yapıyordu acaba onsuz? Belki de kocası öldü diye bir sürü fırsatçı onunla evlenmek için kuyruğa girmiş de olabilirdi!.. Dile gelmez bir hüzünle yüreği burkuldu hemen Odisseus’un. Zaten bu düşünceyle yatıp kalkmıştı yıllardır... Aslında bütün savaşlar gibi bu ilençli savaşa, kral olmasına karşın zorla katılmıştı Odisseus... Hatta savaşa katılması için Başkral Agamemnon’un gönderdiği elçilere deli numarası bile yapmıştı!.. Tarlasını sürmüş, tuz ekmişti.... O sırada daha bebek olan oğlunu, çift süren öküzlerin önüne koymuştu elçiler.  O da hemen çocuğunu kucağına almıştı!.. Haliyle elçiler onun deli numarası yaptığını hemen anlamışlar, onu savaşa götürmüşlerdi. Ve savaş sırasında da daha neler neler görmüştü... Gerçekten daha ne için savaştıklarını bile bilmeyen ve aslında kardeş olan hem Yunanistanlı, hem Troyalı nice delikanlılar, ha bire yıkılıp yıkılıp gitmişlerdi...

GÜZEL HELENA BİR GÜNAH KEÇİSİYDİ!

Hepsi de sözde Troya’ya kaçırılan güzel Helena’nın namusunu temizlemek için savaştıklarını sanıyorlardı... Tıpkı bin yıllar süresince bütün halkların da öyle sanacağı gibi...
Odisseus gemi kalktıktan sonra bütün bunları kırık dökük gözlerinin önünden geçirirken, yirmi yıldır çektiği o inanılmaz savaş yorgunluğu içinde uyuyakaldı. Hani ölüme yakın denen bir uykuydu bu...Gemi de şahlanmış bir at gibi, önündeki denizi köpük dumanlarına dönüştürüyordu durmadan... Ve Odisseus uyanmasın diye de, hiç sallanmıyordu...
Sabaha doğru şafak tanrıçası Eos; gene erkenden uyanıp yeri göğü maviye, yeşile, sarıya boyadı. Aynı sıralarda da o güzel gemi, ülkesi İtake adası yakınlarına usulca ulaştırdı Odisseus’u...

Evrensel'i Takip Et