Sanayici \'kamu görevlisi\' midir?
CHP’nin ne ölçüde sosyal demokrat olduğu tartışmalarının ayyuka çıktığı bir dönemde, Kılıçdaroğlu’nun beklenmedik genel başkanlığı ciddi bir kamuoyu ve medya desteğini de arkasına almıştı. Ortaya koyduğu “Yeni CHP” söylemi sol çevrelerde heyecan yarattı. Ancak aradan henüz dört yıl geçmişti ki; “halkla barışık CHP” coşkusu yerini “CHP sağa mı kayıyor” tartışmalarına bıraktı. Kılıçdaroğlu’nun partiye sağ siyasetten kattığı çeşitli isimler, yerel seçimlerdeki ve cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki aday tercihleri peş peşe aldığı seçim yenilgileriyle de birleşince CHP’yi bu kez eksen kayması tartışmalarıyla yüz yüze getirdi.
CHP’nin sosyal demokratlığı sorgulanırken çoğunlukla laiklik ve milliyetçilik ekseninde yürütülen tartışmaların odağında bu kez doğrudan kişiler var. Parti yetkilileri de bu eleştirileri yanıtlarken ya klasik özgürlüklere ne kadar çok değer verdiklerini anlatıyor ya da “farklılığımız zenginliğimizdir” diskuruyla, partiyi sağa kaydırmakla itham edilen kişilerin birçok hasletini ortaya koyuyorlar. Nitekim son kurultaya da benzer bir yaklaşım hakimdi.
Bir başka ifadeyle, demokrasinin bütünüyle liberal argümanlara indirgendiği, sınıf perspektifi ve politikalarının neredeyse tümüyle göz ardı edildiği bir “sol” anlayış, yürütülen CHP tartışmalarında olduğu gibi kurultayda da ön plandaydı.
Genel Başkan adaylarının her ikisi de konuşmalarında bireysel özgürlükler ve kültürel hakları ön plana çıkartırken klasik haklara toplumun geniş kesimlerince ulaşılmasını sağlayan, soyut özgürlükleri somutlaştırma işlevi bulunan sosyal haklara yapılan vurgu ise eğitim hakkı dışında oldukça zayıftı. Muharrem İnce konuşmasını sendikal haklara hiç değinmeden tamamlarken, Kılıçdaroğlu ise “bütün işçiler sendikalı olmalı” demekle yetindi.
Konuşmalarda her iki adayın da net olarak ortaya koyduğu en somut yaklaşım (Kılıçdaroğlu için kamu sektörüyle sınırlı olmak üzere) taşeron işçiliğin ortadan kaldırılmasıydı. Ancak taşeronlaşmaya karşı direnen ve Beşiktaş Belediye Başkanı’nın grev kırıcılığına maruz kalan Beltaş işçileri kurultay salonunun önüne geldikleri halde kurultayın gündemine gelmedi. Bugün işçilerin bir kısmı süresiz açlık grevinde.
Kılıçdaroğlu’nun “yönetişim” ilkelerine vurgu yaptığı konuşması, sınırları zorlayan bir “üçüncü yol” manifestosu niteliğindeydi. Sınırları zorluyordu çünkü piyasa kapitalizmine bütünüyle uyumlanmakla kalmamış sanayiciyi “kamu görevlisi” ilan ederek emek sömürüsüyle biriktirilen sermaye karını bir çırpıda sosyal faydayla eş değer hale getirmişti. “Sermayenin önündeki tüm engelleri kaldıracağız” vurgusu ise hem güvencesiz çalışmanın başlıca mekanizması olan esneklik ideolojisini yadsımayan tutumunu gösteriyor hem de taşeron karşıtlığını kamu sektörü ile sınırlamanın son derece bilinçli bir politika tercihi olduğunu ortaya koyuyor.
Buna karşılık sosyal demokrasi ise, kapitalizmin yeniden üretimini mümkün kılmak için de olsa, piyasanın önünü açan değil bilakis piyasaya engeller koyan bir ideoloji.
Nitekim sınıf çelişkisini yadsıyan, sınıf odaklı değil de “kapsayıcı” nitelikteki biçimsel bir demokrasi anlayışından işçilerin payına ne düştüğünü kapitalizm bize henüz kurultay tamamlanmadan hatırlattı. 10 işçi, sermayenin önünü açan politikalar doğrultusunda, arızalı bir asansöre binmeye zorlanarak hiçbir gün içinde yaşayamayacakları rezidansları inşa ederken can verdi. 2014 yılının ilk 8 ayında tespit edilebilen iş cinayeti en az 1270.
Son olarak, kurultayın finalinde her iki adayın kürsüde birlikte yer alması yıllardır maruz kaldığımız AKP kabalığından sonra hepimize iyi geldi. Ancak 922 imzayla yeniden aday gösterilen genel başkanın 740 oyla seçilebilmesinin ardından tanık olduğumuz bu sahne aslında sadece biçimsel olan bir demokrasi anlayışının ete kemiğe bürünmüş haliydi.
Evrensel'i Takip Et