31 Ağustos 2014

Soyguncuları anlattı çoban

Eli yabalı denizler tanrısı Poseydon; Troya savaşı sonrası ülkesine dönmekte olan kral Odisseus’un bütün gemilerini, saldığı azgın fırtınalarla batırdı ve onu, savaş nedir bilmeyen Fayak halkının o güzel adasına, çırılçıplak savurup attı!..
Fayak halkı ve yöneticileri de,perişan Odisseus’u birkaç gün inanılmaz bir konuk severlikle ağırladılar. Sonra da bir barış gemisiyle; yirmi yıldan fazla ayrı kaldığı ülkesine, sağ salim ulaştırdılar...
Ülkesini zar zor tanıyabilen Odisseus’un hemen yanına geldi tanrıça Atena. İnsan kılığına bürünen Atena; çok sevdiği Odisseus’a, kendisi savaştayken ülkesinde olup bitenleri kısaca anlattı. Sarayını kene gibi saran birtakım soylular; hem kendinin hem de halkın varını yoğunu yiyip içmeye başlamışlardı. Üstelik sözde dul alan karısı Penelopeya’yla evlenebilmek için damat adayı olarak sıraya girmişlerdi! Bebekken bırakıp gittiği oğlu yeniyetme Telemahos da, onun sağ olup olmadığını öğrenmek için, Troya’dan dönen kral Menelaos’un yanına gitmişti bir gemiyle. Yanında çok bilinçli ve ona her türlü yardıma hazır çok candan yoldaşları da vardı...

KOCA KAYAYI SÖKÜP FIRLATMAK İSTEDİ

Kral Odisseus; bütün bunları tanrıça Atena’nın ağzından dinledikten sonra, aniden eğilip yanında duran koca bir kayayı elleriyle sökmeye çalıştı topraktan... Kayayı gökyüzüne fırlatıp kopardığı gürültüyle, bunca acılara neden olan o arsız soygunculara artık ülkesine döndüğünü duyurmak istedi!
Tanrıça Atena, uzun uzun gülümseyerekten; “Hemen acele etme, Odisseus!” dedi. “Senin neler yapman gerektiğini söyleyeceğim...Ama ilkin tanınmaz hale getireceğim seni... Kimseler tanıyamasın diye o düzgün derini buruş buruş yapacağım. Şu güzel mavi gözlerin de çipil çipil olsun,diyorum! Ondan sonra da seni, o çok sevdiğin çobanın Eumayos’un kulübesine göndereceğim. Eskisi gibi gene senin sığır koyun sürülerini güdüp yediyor. Oğlunu da, seni de, karın Penelopeya’yı da çok seviyor, çok sayıyor. Ülkedeki olup bitenlere baktıkça gözyaşları döküyor! Haliyle bu perişan görünümünle o seni tanıyamayacak!.. Sen de bir yabancı gibi karşısına oturur, onunla ahbaplık edersin.. Senin yokluğunu fırsat bilip hem yuvana, hem bütün halkın ocağına çöreklenmiş o asalak soyguncuarın girdisini çıktısını ondan öğrenirsin.”
Tanrıça Atena, çoban Eumayos’un sürüleriyle yaşadığı Karga Kayalıkları’na giden patikayı Odisseus’a gösterdikten sonra;“Şimdi gidip oğlun Telemahos’u bir gemiyle alıp buraya getireceğim. Şu karşıdaki boğazdan geçireceğim. Çünkü sarayına çöreklenen asalaklar, oğlun döndüğünde öldürmek için orada pusuya yattılar...”
Bu sözlerin ardından tanrıça Atena, Odisseus’a el salladı ve bir zıplayışta, engin denizin ötelerine doğru süzülüp gitti. Bütün Akdeniz, zeytin kokulu, serin rüzgarlarla salındı bir süre...

KRAL ÇOBANININ KULÜBESİNE GİTTİ...

Odisseus, tarınçasından ayrıldıktan sonra onun sözünü ettiği sarp patikayı izleyerekten Karga Kayalıkları’na ulaştı. Hemen bir kulübe gördü biraz ötelerde. Yaşlı çoban Eumayos; avluya oturmuş, elinde bir şeyler örüyor gibiydi. Eumayos, kral Odisseus’un hizmetlileri arasında ailesine en yakın olanıydı. Ailenin domuz, koyun, sığır sürülerine o bakardı. Sıksık saraya gider, Odisseus’un oğlu Telemahos ve karısı Penelopeya’yla dertleşir; konağın kilerindeki, ambarındaki mallarla da ilgilenirdi. Oraların anahtarlarını da zaten hep o taşırdı yanında...
Paçavralar içinde, yaşlı adam kılığındaki kral Odisseus, kulübenin önünde oturan çoban Eumayos’un yanına yaklaştığında, sürülerin köpekleri ürkünç havlamalarla uluyaraktan hızla üstüne gelmeye başladılar.

BİR GİTTİ, GİDİŞ O GİDİŞ...

Hemen ayağa fırlayan çoban Eumayos, eline geçirdiği taşları köpeklerin üstüne üstüne fırlatıp onları kovmaya çalıştı... Gerçekten de bu azgın köpekleri uzaklaştırmak çok zor oldu. Çünkü bu kulübeye pek yabancı gelmezdi... “Ya, ihtiyar,” dedi çoban Eumayos soluk soluğa. “Görüyorsun, az kaldı paralıyacaklardı seni! Üstelik benim de adım lekelenecekti!.. Tanrıların başıma yağdırdığı bunca dertler yetmezmiş gibi! Troya’dan dönmeyen o güzel efendim için üzülüp duruyorum zaten.Bazen de gözyaşları döküyorum!.. Yıllar önce bir gitti; gidiş o gidiş!.. Beni,  halkını, çok sevdiği karısını-çocuğunu bırakıp gitti! Kimbilir nerelerdedir şimdi? Burada onun domuz koyun sürülerini ben yetiştiriyorum.. Ülkemizin başına bela kesilen o yüzsüz asalak herifler onları yesin içsin diye!... Neyse, gel bakalım ihtiyar, kulübeme girelim... Güzelce karnını doyur hele... Keyfin yerine gelince de kimsin, nesin, dertlerin ne, anlatırsın.”

EKMEĞİMİ BÖLÜŞMEZSEM İNSAN OLAMAM...

Çoban Eumayos; çalı çırpıdan oluşturduğu ve üstüne bir yabankeçisinin sık tüylü postunu serdiği bir sedire oturttuperişan konuğunu. Odisseus sedire oturduktan sonra; “Beni böyle güzel karşıladığın için tanrılar sana ne istyorsan bağışlasın,”diye söze başladı. Ne var ki; “Öyle kendini sıkma ihtiyar!..”diye hemen sözünü kesti çoban Eumayos. “Senin gibi böyle konuk olarak gelenleri hep Baştanrı  Zeus gönderir bana! Ben de onları gönlümce ağırlamadan edemem... Zaten onlarla ekmeğimi bölüşmezsem, kendimi insandan saymam.Üstelik suyumu, ekmeğimi bölüştüğüm zaman çok mutlu oluyorum...  Sen keyfine bak. Şimdi yiyecek içecek birşeyler getireceğim... Yer içer, yarenlik ederiz...”
Çoban Eumayos; eline aldığı kilden yapılma bir testiyle, kulübeden dışarı doğru süzülüp çıktı hemen. 

Evrensel'i Takip Et