15 Haziran 2014

Denizler insanlara yasaktı

Katıldığı Troya savaşından yirmi yıl sonra ülkesine dönebilen kocası Yunanlı Kral Odisseus’a, durmadan sorular soruyordu kraliçe mahzun Penelopeya... Şafak tanrıçası Eos da sırf onlar için çok geç uyandı: O yüzden o çok uzun süren gece boyunca Odisseus, yolculuğu sırasında konuk edildiği ve kendi ülkelerine örnek alacağı Fayakların barış ülkesini anlatmak istedi karısına: “Ama o güzelim Fayaklar halkından önce, canavar Tepegözlerin yaşadığı bir ülkeyi anlatmalıyım sana,” diye gülümseyerekten öyküsüne başladı savaş yorgunu kral Odisseus. “Yoldaşlarımla buraya dönüşüm sırasında, bir ara deniz çok huysuzlandığı için iki gün boyunca hiç uyuyamadık. Ve Lotosyiyenler denilen bir halkın ülkesine rast gele sığındık. Tepegözlerin yaşadığı ülke de oraya komşuymuş!

TANRIÇA BANA BİRAZ TEPEGÖZLERDEN SÖZETMİŞTİ...
Daha önce bana o ülkede orada yaşayan Tepegözlerden söz etmişti tanrıça Kirke. O yüzden olacak, bu ilginç canavarları yakından görmek istiyordum. Haliyle hem yiyecek bir şeyler bulmak, hem de bu Tepegözlerden birine rastlamak umuduyla gittiğimiz adada dolaşmaya başladık. Bir ara önünde koyun keçilerin bulunduğu bir mağaraya girdik. Kimseler yoktu içeride!.. Ama biraz sağa sola bakınınca şaştık kaldık: Büyüklü küçüklü kaplar; yağ, peynir ve çeşit çeşit süt ürünleriyle silme doluydu. Yoldaşlarım; ‘Hemen peynirleri, taze kuzuların bir kısmını alıp gemilerimize dönelim!’ dediler; yalvardılar. Ben istemedim. Çünkü durmadan itiyordu beni yüreğim: ‘Şu insan azmanı Tepegöz denen canavarı bul, neyin nesidir öğren’ diyordu hep...

DENİZLER VE KARALAR, İNSANLARA YASAKTI!
Ama hemen şunu da söyleyeyim: Tanrıça Kirke’den duyduğuma göre Tepegözler denen tek gözlü bu canavar Kikloplar, denizler ve karalar tanrısı Poseydon’un çocuklarıymış! Tanrı Poseydon da; denizlerin ve karaların gizemleri insanlarca çözülürse, oralardaki saltanatının biteceğini düşündüğünden, bu canavar Tepegöz çocuklarını, hep o uzak denizlerin belirli yerlerine nöbetçi olarak yerleştirirmiş. O yüzden Tepegözler de; denizlerin ve karaların gizemlerini öğrenmek için enginlere açılan yürekli insanları çiğ çiğ yerlermiş!.. İşte biz de  Polifemos adlı öyle bir Tepegöz’ün mağarasına girmişiz!..
Karınlarımız açlıktan zil çaldığı için hemen mağaradaki sütlere, peynirlere saldırdık! Sonra da beklemeye başladık. Karanlık basar gibi olurken sürüsüyle birlikte, alnındaki tek gözüyle çevresine bakınan bir insan azmanı girdi mağaraya! Koyunlarını keçilerini içeriye aldıktan sonra, onlarca kişinin yerinden bile kıpırdatamayacağı bir kayayla, mağaranın ağzını kapadı. Koyunlarını sağdı. Yaktığı bir ateşte sütü kaynatmaya başladı. Ta o zaman bizleri görebildi! Hiç konuşmadan yoldaşlarımdan ikisini hemen parçalayıp bir güzel midesine indirdi!..

\"\"

EVET, SENİ DE ÇİĞ ÇİĞ YİYECEĞİM!
Haliyle gördüklerimden donakaldım. Bana kim olduğumu sordu. Ben de titreye titreye; ‘Kimse,’ dedim. Sonra gemilerimin battığını, Baş tanrı Zeus adına bana yardım etmesini istedim. ‘Zeus da kimmiş!..’ diye gürledi. ‘Evet, sana yardım edeceğim. Çünkü seni en son yiyeceğim!..’
Tirtir titreyen yoldaşlarım karşısında, kendimi biraz toparlayıp oradan kurtulmanın yollarını aramaya başladım. Polifemos oturduğu yerde uyuklamaya, bir süre sonra da  horlamaya başladı. Haliyle sabaha dek uyuyamadık. Ama hep bir kurtuluş yolu arıyordum... Sabah olunca Polifemos sürüsünü dışarı çıkardı. Mağaranın kapısını o büyük kayayla gene kapattı. Akşam dev sürüsüyle döndüğünde, gözüne kestirdiği iki yoldaşımı daha parçalayıp yemeğe başladı. Ama bütün korkularımı bastırarak, Polifemos’a belimizdeki mataralarda bulunan şaraptan sundum. İlk kez gördüğü bu içkiden bir tas aldıktan sonra, ardı ardına, içmeye başladı. Kısa sürede çarpılıp derin bir uykuya daldı. Ben de önceden hazırladığım ucu ateşli sopayı devin tek gözüne sapladım! Polifemos attığı çığlıklarla bütün adayı salladı... Koşuşup gelen ve gözünün kör edildiğini öğrenen komşuları, bunu kimin yaptığını sordular. Polifemos da; ‘Kimse!’ diye haykırdı.  Onlar da bu ‘kimse’ sözcüğüne sinirlendiler. ‘Babası tanrı Poseydon ilgilensin öyleyse onunla!’ diyerekten çekip gittiler...

‘BEN İNSANOĞLU İNSANIM!’
Polifemos sabaha dek ah vah çekip inledi. Ve şafak sökünce yan yana getirdiğim koyunları, Polifemos’un üstüne yattığı hasırın sicimleriyle bağladım. Yoldaşlarımdan her birini, bu üçerli koyunlardan ortasındakinin üstüne yatırdım.
Ben de en iriyarı koçun karnına sarıldım. Polifemos inleye inleye, el yordamıyla mağarayı kapatan kayayı yana çekti. Sonra dışarı çıkan koyunların sırtlarını elleriyle yokladı. En son da benim karnına yapıştığım iri koç önünden geçerken onun da sırtını uzun uzun okşadı; onunla biraz dertleşti. Hepimiz dışarı çıkınca koyunlarla birlikte hemen sahile doğru yollandık; gemiye doluştuk.. Sahilden biraz uzaklaştığımızda; ‘Ey canavar Polifemos, ben ‘Kimse’ değilim! Ben insan oğlu insan, Odisseus’um!.. Duydun mu?​” diye bas bas bağırdım. Artık kin ve öfkeden  kuduran dev Polifemos, mağaranın bitişiğindeki tepeden rast gele kopardığı kayaları, denize doğru, ardı ardına fırlatmaya başladı. Geminin önüne düşen büyük bir kayanın kopardığı azgın bir dalga da bizi gersin geri sahile doğru savurdu. Neyse ki kürekleri can hıraş çekerekten, bizi bekleyen diğer yoldaşlarımızın adasına döndük...
İşte körleşen dev Polifemos’un babası ve tekmil karaların ve suların tanrısı Poseydon’la benim denizlerdeki savaşım, böylece başlamış oldu...”
Odisseus bu öyküyü anlattıktan sonra karısı Penelopeya; uzun uzun, hem hayranlıkla, hem korkuyla baktı kocasına. Bir süre hiç konuşamadı...

Evrensel'i Takip Et