Denizleri yasaklamıştı Poseydon
Yunan kral Odisseus; yıllar önce katıldığı Troya savaşından dönemeyince, artık delikanlı olan oğlu Telemahos, deniz öteklerinde aramaya çıktı onu. Çünkü Odisseus’un öldüğünü düşünen ve tanrılarca özel olarak yaratıldıklarını öne süren bir avuç asalak egemen; hem halkın birikimlerini yiyip içmeye, hem de dul kalan anasıyla evlenmeye kalktılar!.. Telemahos, Troya savaşına katılıp sağ salim dönen krallardan ilkin Nestor’un yanına gitti. O da onu daha çok şey biliyor diye, kral Menelaos’un yanına gönderdi. Menelaos da Telemahos’u ve yanındaki yoldaşını büyük bir sevecenlikle buyur etti sarayına. Bu iki konuktan birinin Telemahos olduğunu öğrenince de havalara uçtu Menelaos sevincinden. O gece Troya savaşını, can dostu Odisseus’u anlattı konuklarına uzun uzun. Sözde savaşın nedeni sayılan Menelaos’un karısı güzel Helena da oradaydı...
Ertesi sabah, gül parmaklı şafak tanrıçası güzel Eos; daha yeri göğü her günkü gibi maviye, yeşile, safran sarısına boyamadan önce, ilkin kral Menelaos’u uyandırdı... Menelaos da hemen giyinip kuşandı... Doğruca Telemahos’un yattığı odaya gitti. Telemahos da giyinmiş kuşanmış, yatağının yanında öylece oturuyordu...
HAYDİ DERDİNİ ANLAT TELEMAHOS...
Menelaos oğlu gibi benimsediği Telemahos’a; “Bak, akşam pek konuşamadık yiğidim,” diye başladı konuşmasına. “Şimdi rahat rahat anlat bana...Ne diye buralara geldin? Bunca denizleri aştın...” Telemahos da hiç bekletmeden; “Halkların önderi ulu Menelaos” diye söze başladı. “Babamdan bir haber alırım umuduyla geldim yanına... Babam Odisseus, Troya savaşına gittiğinden beri onun yolunu gözlüyoruz hep!.. Yıllarca süren o savaş sırasında nice yiğitler kırılıp kırılıp gitmiştir. Nice ocaklar sönmüştür...Kısacası dönenler dönmüş... Ama babam konusunda hiçbir şey bilmiyoruz. Sözde soylu geçinen birtakım adamlar da bunu fırsat bilip evimize çöreklendiler!.. Evde nemiz var nemiz yok yiyip içiyorlar... Paytak paytak yürüyen koyunlarımın, sığırlarımın hemen hemen tümünü tükettiler! Ayrıca halkın da birikimlerini yiyip içiyorlar... Onları yalnızca buyruklarında köleleri olarak görüyorlar! O da yetmiyor, anam Penelopeya’yla evlenmek istiyorlar!.. Bu azgın sürüyü gemlemek için anam dört yıldır, gündüz örüp geceleri çözdüğü bir kumaşı öne sürüyor hep... Ne var ki halkı da ürkütüp sindirdi bu soylu asalaklar... O yüzden geldim buralara... N’olur, ulu Menelaos, çok sevdiğini söylediğin babamın anısına senden bir dileğim var: Bana acıma; bildiklerini olduğu gibi anlat!..Hiç olmazsa babamın içinde yatacağı bir avuç toprağı olsun istiyoruz...”
DEMEK BUGÜNLERİ DE GÖRECEKMİŞİZ!..
Telemahos’un söyledikleri çok canını sıktı Menelaos’un. “Demek bugünleri de görecekmişiz!..”diye söylenmeye başladı üzgün üzgün... “Beş paralık adamlar gelip o ulu Odisseus’un yatağına çıkmaya kalkıyorlar, öyle mi?... Sonra da zavallı halkın birikimlerini de yiyip tüketecekler!.. Evet, yiğit baban yuvasına döndüğünde hepsinin haddini bildirecek onların... Bak, yiğit Telemahos; sorduğun, benden istediğin şeyler hep aklımda...Ama gel, salona geçip rahatça konuşalım...”
Salondaki bir masaya, karşılıklı oturdular..
“Troya’dan dönerken” diye anlatmaya başladı kral Menelaos. “Azgın fırtınalar benim gemilerimi, Mısır’a yakın Faros adasına savurup attı!.. Ve orada haftalarca tutuklu kaldık. Çünkü tanrıların istediği kurbanları kesmemişim! O yüzden yelkenlerimizi şişirecek bütün rüzgârların önünü kesmeye başladı tanrılar...
YİYECEK BİR ŞEYLER ARIYORDUM...
Üstelik adamlarım açlıktan kırılacak hale geldiler... Haliyle ben de yiyecek bir şeyler bulmaya çalışıyordum. Neyse ki ünlü Deniz İhtiyarı Tanrı Proteus’un kızı çıktı bir gün karşıma... Adı Eydetoe’ydi... Herhalde durumumuz onun yüreğine çok dokunmuştu... “Sen buncasına beceriksiz misin, ey yabancı? Yoksa adamlarına işkence etmek hoşuna mı gidiyor? Bu gidişle hepinizin ölüsü bu adada kalacak!’ diye bir güzel çıkıştı bana. Ben de hemen; ‘Çok sağ olasın tanrıçam!.. Ama ben kendi isteğimle kalmıyorum burada! Ne yapsam gemilerimizi alıp götürecek rüzgârlar esmiyor bir türlü!..” diye dert yandım.
BURALAR TANRI POSEYDON’DAN SORULUR!
Bunun üzerine güzel tanrıça; “Söyleyeyim öyleyse” diye konuşmaya başladı. “Bu adalar ve denizler hep tanrı Poseydon’un egemenliği altındadır... Bu adada yalan bilmez deniz ihtiyarı babam Proteus oturur. Tanrı Poseydon’un oğullarından biridir. Ben de Proteus’un kızıyım. Denizin dibinde otururum çoğunlukla. Arada böyle sahile çıkar, güneşlenirim... Denizlerin gizemlerinin insanlarca çözülmesini istemeyen dedem tanrı Poseydon’un buyruğu yüzünden, babam buralara insanların gelmesini istemez. Sizler gibi gelenler olursa da, kafalarını kullanmazlarsa, açlıktan ve yalnızlıktan kırılıp giderler!.. Ama sen bir yolunu bulup babam tanrı Proteus’u konuşturabilirsen, o sana denizlerin girdisini çıktısını, başına neler gelebileceğini bir bir söyler...”
Tam bunları söyledikten sonra denize dalacakken; “Ama tanrıçam” diye ünledim... “Ben onu nasıl arayıp bulacağım ki?”
Gerçekten de çok iyi yürekli bir tanrıçaydı doğrusu. Denize dalmaktan vazgeçip yanıma geldi. Bana ne yapmam gerektiğini bir bir anlattı...“
Menelaos, birden sustu ve Telemahos’un kolunu tuttu; “Sevgili genç dostum” dedi. “Şimdi biraz dinlenelim. Gerisini sonra anlatırım!..”
Evrensel'i Takip Et