Bir daha anlat o barış günlerini
Yunanlı kent krallarından Odisseus, katıldığı Troya savaşından tam yirmi yıl sonra dönebildi yurduna... Kimliğini saklamak amacıyla bir dilenci kılığına büründü. Karısı Penelopeya’yla evlenmek için kendi sarayına çöreklenmiş taliplerin yanına gitti. Onların masalarını bir bir dolaşaraktan dilenmeye başladı.Kendisinin kral Odisseus olduğunu yalnızca oğlu Telemahos biliyordu.”
Sarayın avlusundaki masalarında, halkın ve kralın birikimlerini arsızca yiyip içen damat adaylarından biri, bütün hışmıyla demir bir tokmak fırlattı dilenci kılığındaki kral Odisseus’un üstüne!.. Odisseus, sağ omuzuna vuran tokmağın şiddetiyle birkaç kez sendeledi...
GÜNDÜZ DOKUDUĞU KUMAŞI, GECE ÇÖZÜYORDU...
Kraliçe Penelopeya bu olayı duyunca çok üzüldü. Yaşlı dilenci kılığındaki kocası Odisseus’u. salona oturttu; ondan özürler diledi. Sonra da yirmi yıl önce kocası kral Odisseus Troya’ya gidince, Telemahos adlı bebeğiyle başbaşa kaldığından ve başına gelenlerden söz etmeye başladı...
BUĞDAY TANRIÇASI DEMETER
Gerçekten de kraliçe Peneloeya’nın kocasının savaşta öldüğünü düşünen çevre ülkelerin egemenlerinden bazıları, gelip saraya çöreklenmişlerdi. Amaçları hem başsız kalan İtake Adası halkını sömürmek, hem de dul kalan kraliçe Penelopeya’yla evlenmekti... Ama Penelopeya, bir kefenlik bez dokuduğunu söylüyordu hep damat adaylarına!.. “Bez bitince birinizle evleneceğim, biraz sabredin!”diyordu... Böyle böyle dört yıl oyalamıştı onları... Çünkü gündüzleri dokuduğu kumaşı, geceleyin bir çırağı aydınlığında söküyor, ertesi gün yeniden başlıyordu dokumaya...
ODİSSEUS, GERÇEK KİMLİĞİNİ SAKLIYORDU...
Bunları dilenci kılığındaki kocası Odisseus’a gözyaşlarıyla anlattıktan sonra; “Haydi, konuğum,” diye bir şeyler sormaya başladı. “Sen çok gezip görmüş ve soylu birine benziyorsun... Kimlerdensin, hangi kenttensin, ne bileyim, bir şeyler anlat işte!..”
Artık Odiseus da haliyle canı gibi sevdiği karısını üzmemek için, kendisiyle ilgili yarı düş yarı gerçek bir şeyler anlatmaya başladı. Bir zamanlar Girit’te oturduğunu ve erkek kardeşi İdoemenos’un da Girit kralı olduğunu söyledi.
Sonra da;”Şarap rengi denizin ortasındaki bu Girit denen adada pek çok halk bir arada yaşıyordu,” diye öyküsünü sürdürdü. “Hepsinin dilleri de, töreleri de ayrı ayrıydı. Doksan tane,irili ufaklı kent vardı!.. Ama hepsi de kavgasız dövüşsüz bir arada yaşarlardı.El ele ürettiklerini de kavgasız dövüşsüz kardeşçe bölüşürlerdi...İşte savaş nedir bilmeyen bu halkların kralı olan kardeşim, Knosos kentinde otururdu. Bir savaş söz konusu olmadığı için de hem bütün ada, hem de saray surlarla çevrili değildi!..
İNSAN ONURUNA YARAŞMIYORDU BU KIRIMLAR...
İşte insan onuruna yakışmayan o savaşı biz, bu Troya savaşı sırasında tanıdık... Çünkü kral kardeşim İdoemenos, zoraki olarak katılmıştı bu savaşa! Haliyle gemilere doldurup götürdüğü o masum gençler de, ne için savaştıklarını bile bilmeden kırılıp kırılıp gideceklerdi... Savaşı kendi çıkarları için kullanan Agamemnon adlı o aç kral yüzündendi bütün bunlar! Onun derleyeceği güzel kadın köleler, altın-ziynet yüzündendi... Sözde Helena’nın namusu, tanrıların savaş buyruğu, hepsi uydurma gerekçelerdi!.. Her neyse Kraliçem, kardeşim gemileriyle adadan ayrıldıktan birkaç gün sonra, İtake kralı Odisseus’un asker yüklü savaş gemilerini tanrılar, Girit adasına savurup atmışlardı! Odisseus, kardeşim kral İdoemenos’u tanıyormuş. Onunla görüşmek istedi... Kardeşim de birkaç gün önce Girit’ten ayrıldığı için haliyle ben ilgilenmeye başladım onunla. Onu ve askerlerini, törelerimiz nasıl gerektiriyorsa, ağırlamaya çalıştım. Tam on üç gün bir şölen gibi sürdü adamızdaki o barış-ve dostluk günleri Azgın fırtınalar dinince de, içim yana yana, onu Troya’ya uğurladım...”
Odisseus böyle böyle yarı gerçek-yarı düş öyküsünü anlatırken, güzel Penelopeya gözyaşları döküyordu sessiz sessiz... Kızaran yanakları bu yaşlarla eriyip akıyordu sanki.
PEKİ, KOCAMIN GİYSİLERİ NASILDI?...
Birden bir soru sorma isteği gürleyip geldi Penelopeya’nın içinden: “Peki, konuğum, beni bağışla... “dedi.”Madem kocam Odisseus’u konuk ettin, acaba üstünde giysi olarak ne vardı, anımsıyor musun?”
Odisseus anımsamaya çalışıyormuş gibi biraz düşündü... “Kraliçem, hiç unutmadığım bir kaftan vardı sırtında. Bu iki katlı erguvan renkli kaftan, altın bir tokayla tutturulmuştu. Tokanın olduğu yerlere çok güzel desenler nakışlanmıştı. O yüzden birçok kez iyice baktım o kaftana. Büyüklü küçüklü gemilerle dolu, masmavi bir liman nakışlanmıştı tokanın olduğu yere... En büyük geminin baş kısmında, elini kaldırmış biri; gülerekten sahildekilere el sallıyordu... Donanmanın komutanı olmalıydı. “Er geç döneceğim, üzülmeyin!” der gibiydi bakışlarıyla... Sahilde uğurlayanların başında, göğsünde bir tutam başak tutan tanrıça Demeter gibi, insanlara hep bir şeyler üretip sunan, kucağı çocuklu, cömert bir kadın vardı! Bir de boz bulanık bir köpek; denize atılıyor, sonra da o kucağında bebek tutan kadının yanına geliyordu.....İşte kraliçem, benim aklımda kalanlar bunlar,”dedi dilenci kılığındaki Odisseus...
Penelopeya, yaşlı gözlerle konuğuna baktı uzun uzun... “Evet, doğru söylüyorsun,” dedi... “O desenleri ben nakışlamıştım!.. Bundan böyle de artık sen benim konuğum değil, dostumsun... Ve çok güzel anlattın... Daha zamanımız var. O ülkeni, insanlarını, ne bileyim işte, bir daha anlat o barış günlerini...”
Evrensel'i Takip Et