Güneş tanrısının adasındaydık
Kral Odisseus; Troya savaşı sonrası gemileriyle ülkesine dönerken yaşadığı o yürek yakan serüvenlerinden bazılarını, “savaş nedir bilmeyen” Fayaklar halkının yöneticilerine anlattı o şölen gününün akşamı... Prenses güzel Nausikaa da Odisseus’u can kulağıyla dinliyordu...
Gerçekten de Kral Odisseus ve askerleri; gemileriyle artık evlerine dönerlerken, rastgele bir adada mola verdiler. Orası tanrıça Kirke’nin adasıymış! Tanrıça Kirkede; dönüş yolunu tam öğrenmeleri için Odisseus ve arkadaşlarını, Ölüler Ülkesi’ndeki bilici Teyresyas’ın yanına gönderdi. Odisseus Ölüler Ülkesi’ne ulaştığında, önceden tanıdığı ama artık gölgelere dönüşmüş dünyalılar sarmıştı hemen çevresini!
Babası Sisifos’u da, önündeki dağın doruğundan aşırabilmek için, kocaman bir kayayı yukarı doğru, kanter içinde yuvarlarken görmüştü.
BABAM SİSİFOS KAYAYI DAĞDAN AŞIRACAKTI!
Çünkü tanrılar; dünyayı çok sevdiği ve onun nimetlerinden gönlünce yararlandığı için, Sisifos’u böyle bir cezaya çarptırmışlardı!.. Ama Sisifos, bu kayayı dağın öte tarafına yuvarlayacağından kuşku duymuyordu!.. O yüzden mutlu olduğunu söylemişti oğlu Odisseus’a...
Ayrıca Odisseus; orada gördüğü Otos ile Efiyaltes denen isyancı dev kardeşlerden de söz etti. Fayakların yöneticilerine... Bu iki kardeş; savaş tanrısı Ares’le çatışmak için,bulutların üstündeki Olimpos Tanrılar Ülkesi’ne tırmanmaya kalkmışlardı!..
SİRENLERİ DİNLEYEBİLEN TEK ÖLÜMLÜYDÜ ODİSSEUS!
Odisseus, Ölüler Ülkesi’nden ayrıldıktan sonra, yeniden yola koyulmuştu. Tanrıça Kirke’nin ve bilici Teyresyas’ın öğütlerine de uymaya çalışıyordu...
Örneğin, Sirenlerin oturduğu adanın yanından geçerken, kendisini geminin direğine kalın halatlarla sıkı sıkıya bağlatmıştı! Çünkü Sirenlerin o anlatılmaz güzellikteki çekici ezgilerini duyan bütün gemiciler, pupa yelken doğruca o güzel kızların yanına gidiyorlar ve gemileri oradaki kayalara çarpıp parçalanıyordu!.. Ve gemici sağ kalırsa, bu kez de Sirenlerin ezgilerini dinleye dinleye, oracıkta son soluğunu veriyordu!.. Ama evrenin gizemlerini çözmeye çalışan ve bu amaçla her türlü akıl yoluna başvuran Odisseus; yoldaşlarına bir kötülük gelmemesi için, Sirenlerin ezgilerini duymasınlar diye, onların kulaklarını balmumuyla kapattırmıştı!..
SAKIN GÜNEŞİN SIĞIRLARINA DOKUNMAYIN!...
Gerçekten de Odisseus, sirenlerin ezgilerine kapılıp onların yanına gidebilmek için halatlarından kurtulmaya çalışırken ecel terleri dökmüştü!.. Ama sirenleri sonuna dek dinleyebilen tek ölümlü olmuştu... Kürekçilerin kulakları tıkalı olduğundan onlar da kendileini kurtarmıştı...
Gene tanrıça Kirke’nin söylediği gibi, Güneş tanrısının sığır ve koyun sürülerinin otladığı Çatal Adası’na da ulaşmışlardı...
“Adaya yaklaşır yaklaşmaz” diye anlatmaya başladı Odisseus: “Hemen kürekçi arkadaşlarıma durumu anlattım. ‘Şimdi bu adanın yanından usul usul geçeceğiz’ dedim. Bu adada, Güneş tanrısının ak yünlü koyunları, sığırları var. Adaya çıkarsak kendimizi tutamaz, bu sığırlardan bir ikisini kesip yemeye kalkarız! İşte o zaman da başımıza inanılmaz kötülükler yağacak! Böyle dedim ama, arkadaşlardan biri; ‘N’olur yani bu adada biraz dinlensek? Zaten birazdan hava kararacak. Yolculuğumuzu karanlıkta sürdürürsek, deniz bize kim bilir ne biçim tuzaklar kuracak! En iyisi gemiyi şu güzel sahile yanaştıralım. Oturup karnımızı doyuralım... Yıldızlara baka baka sahilde, dinleniriz... Şafak sökerken de yeniden enginlere açılırız!’ dedi. Arkadaşlar bu öneriyi çok beğendi. Doğrusu ben de onların isteğine karşı koyamadım...
Ama önümüze çıkacak sığırlardan yada koyunlardan hiçbirine dokunmayacağımız konusunda hepsine ant içirdim...
NÜMFALAR, EZGİLERİYLE YILDIZLARI COŞTURURLARDI...
Gemimizi, akşam güneşinin ışıl ışıl parlattığı sahildeki o ünlü mağaranın yanındaki büyük bir kayaya bağladık. Sonra da bir gölgeye oturduk. Tanrıça Kirke’nin yolluk olarak verdiği yiyeceklerden ve özel şarabından bir sofra hazırladık... İyice yiyip içtikten sonra, yolculuğumuz sırasında canavar Skülla’nın gemimize uzanıp yediği arkadaşların yasını tuttuk birsüre...
Sonra ben gidip tanrıça Kirke’nin sözünü ettiği mağaraya baktım. Onun söylediğine göre, bu mağarada oturan Nümfalar denen perikızları,geceleri dışarı çıkarlar; yıldızları coşturup dalgalandıran ezgiler söylerlermiş... Bunu arkadaşlara da anlattım...
Ama yorgunluktan uyuyakalınca perikızlarını filan göremedik... Fazla başınızı ağrıtmayım, güzel dostlarım. O gece yeri göğü sarsan fırtınalar saldı denizler tanrısı Poseydon! Uluyan fırtınalarla karışık, ta tepemizden kapkaranlık bulutlar yağdırıyordu üstümüze...
Çünkü Poseydon’un denizlere koyduğu yasakları dinlemiyorduk...
Tanrı Poseydon’un saldığı durdurak bilmeyen rüzgârlar, hiç dinmedi bir ay süresince... Gemideki yiyecek, içecekler de tükendi... Yoldaşlarım haliyle acıktılar... Hani yeşil ot yemeye başladılar artık...
Güneşin koyunları, sığırları salına salına geçiyorlardı önümüzden...
Arkadaşlarımı artık mideleri yönlendirmeye başlamıştı... Onlara koyunlara, sığırlara dokunmama konusunda yeniden uyarıda bulundum... Beni dinlemeyeceklerini anladım...”
Öykünün burasında sustu Odisseus. Çünkü sarayın kör ozanı gelmişti elinde sazıyla...
Ona hep birlikte yer açıp bir iskemleye oturttular...
Evrensel'i Takip Et