Bir dostluk pınarıydı o halk
Denizler tanrısı eli yabalı Poseydon; dokuz yıl süren Troya savaşından sonra aile ocağına dönmekte olan Yunanlı kral Odisseus’unbütün gemilerini ve kürekçi yoldaşlarını tümden sulara gömdü!..
Çünkü denizlerin sırlarını öğrenmek isteyenleri çiğ çiğ yiyen oğlu tepegöz Polifemos’un zaten tek olan gözünü kör etmişti!.. Ne var ki Odisseus, gene de tanrıça Atena’nın yardımıyla,savaş nedir bilmeyen Fayakların adasına, artık çırılçıplak da olsa, tek başına ulaşabildi... Ulaşır ulaşmaz da, sahildeki toprağı üstüste öptü ve boylu boyunca uzanıp dinlenmeye başladı..
KÖR OZAN SAVAŞI DİLLENDİRDİ YANIK YANIK
Bir süre sonra perişan Odisseus’la karşılaşan Fayakların prensesi Nausikaa; onunla biraz konuştu; tanıştı. Nausikaa çıplak yabancıyı giydirip kuşattıktan sonra, saraylarına buyur etti... Prenses Nausikaa’nın annesi kraliçe Arete ve babası kral Alkinoos da, yorgun Odisseus’u bütün konuk severlikleriyle yedirip içirdiler; giydirip kuşattılar.
Ertesi gün onun onuruna bir de şölen düzenlediler...
Şölenden sonra Odisseus; akşam yemeği sırasında kör ozan Demodokos’un, Troya savaşından söz eden ezgilerini duyunca, başını harmanisinin içine saklayıp gizlice ağlamaya başladı... Kral Alkinoos daha adını bile bilmediği konuğunun bu halini görünce, ozan Demotokos’un hemen susmasını istedi...
KONUĞUMUZU ARMAĞANLARIMIZLA UĞURLAYALIM...
Odisseus kendi yüzünden herkesin sustuğunu anlayınca, sıkıntılı havayı dağıtmak için, kral Alkinoos’a dönüp; “Bu büyük halkın onurlu kralı Alkinoos; izninizle size birşey söylemek istiyorum,” diye konuşmaya başladı. “Bana bugünkü şölende oynayan oyuncuları dün gece övmüştünüz. Doğrusu çok haklıymışsınız. Unutmadan şimdi hepsine sizin önünüzde teşekkür ediyorum. Sağolsunlar. Yaşamları çok uzun ve çok mutlu olsun...”
Bunun üzerine kral Alkinoos da yanında bulunan Fayakların önderlerine; “Birşey söyleceğim sizlere,”diye konuşmaya başladı. “Sanırım konuğumuzu sevdiniz. Denizde uğradığı bir kasırga vurgunu yüzünden bize sığındı. Bakın ben ne diyeceğim?.. Her biriniz iyice yıkanmış bir gömlekle bir kaftan ve değerli altınlarınızdan birkaç tane getirsin. Onları şuraya yığalım. Konuğumuz da gözleriyle görsün; ellesin onları. Ondan sonra etkinliklerimize daha bir gönül rahatlığıyla katılır! Ne dersiniz?”Alkinoos sözünü bitirir bitirmez, on iki Fayak yöneticisi, adamlarına sözkonusu armağanları alıp getirmeleri buyruğunu verdiler...
ONA EN SEVDİĞİM ALTIN KUPAMI VERECEĞİM!
Ertesi gün armağanlar bir araya toplandıktan sonra kral Alkinoos, karısı Arete’ye; “Kadınım” dedi, “Çok güzel bir sandık getir buraya. Yöneticilerimizin armağanlarını oraya yerleştiririz. Söyle, bir kazan da su ısıtsınlar. Bir gömlekle bir kaftan da verirsin konuğumuza... İyice yıkanıp dinlensin. Sonra da Fayakların armağanlarını görsün. Ben de ona altın işlemeli en sevdiğim şarap kupamı vereceğim! Her zaman beni ansın, canı istediğinde tanrılara da şarap sunsun diye...”
Bunun üzerine Arete hemen ayağa kalkıp sıcak su hazırlamalarını buyurdu yardımcılarına. Temiz bir kaftanla gömlek de getirtti Odisseus için...
Odisseus, iyice yıkanıp bedenini zeytinyağıyla ovduktan sonra, kral ailesinin yanına dönerken, birden prenses Nausikaa çıktı karşısına. Daha bir gün önce fırtınaların sahile çırılçıplak savurup attığı Odisseus’a baktı uzun uzun. “Hep böyle sağlıcakla kal sevgili konuğumuz. Baba toprağına kavuştuğunda da, beni unutma. Arada adımı an..” dedi alçak sesle. Odisseus da; ”Baba toprağına sağ salim dönebilirsem,”diye başladı, “orada bir tanrıça gibi anımsayacağım seni. İnan, bütün gün seni anacağım içimde. Sen can verdin bana. Yeniden dünyaya geldim... Bu savaşsız, cennet dünyayı senin aracılığınla tanıdım, ulu Alkinoos’un güzel kızı!” Bu sözleri kimseler duymadan söyledikten sonra gidip kendisini bekleyen kral Alkinoos ve yöneticilerin yanındaki özel koltuğa oturdu.
GÜRÜL GÜRÜL BİR DOSTLUK PINARIYDI O HALK...
O akşam uzun süre yedi içtiler.... Bu arada Odisseus kendi doldurduğu bir kupa şarabı gidip kör ozan Demetokos’un eline tutuşturdu... “Hey ulu ozan, Troya Atı’yla ilgili çok güzel şeyler söyledin bu öğleyin... Bu güzelim ezgileri ya Musa öğretti sana, yada tanrı Apollon!.. Şimdi de gönlünce, istediğini söyle...”
Böyle deyip yerine döndü Odisseus... Ozan Demodokos da yanık bir ezgiye başladı... Yıllar süren Troya savaşları süresince halkın çektiği açlık ve yoksulluktan; gözü doymaz bir kralın mal mülk edinme ve köle toplama tutkuları uğruna nice gençlerin kırılıp kırılıp gitmelerinden sözetti. Sonra da kendi ülkesindeki insanların savaş sözcüğünü bile, adalarına arada bir yolları düşenlerden duyduklarını dillendirmeye çalıştı...
Yaşadıkları adadaki halkın, denizle ve toprakla olan dostluklarını ve birlikte ürettiklerini aynı sofrada bölüşmelerinden duydukları sevinci dillendirdi... Ozan bütün bunları söylerken Odisseus, hüzünle karışık ilk kez yaşadığı bir mutluluğun gürül gürül aktığını duydu yüreğinde...
Ne var ki aradabir kendisine yönelen prenses güzel Nausikaa’nın veda yüklü bakışlarından da, başı dönüyor, içi acıyordu...
Ama özellikle savaş nedir bilmeyen bir halkla birlikte olmanın şaşkınlığını yaşıyordu Odisseus..
Ülkesine döner dönmez, kendi halkını da aynı duygularla mayalandıracaktı...
Evrensel'i Takip Et