30 Mayıs 2011
DİĞER YAZILARI

Ülkenin erkek egemen bir toplum olduğu, kadınlar, çocuklar için yaşamın her gün biraz daha zorlaştığı bir gerçek. Töre cinayetlerinin, cinsel taciz olaylarının kurbanı çokluk onlar. Günümüz koşullarında salt ana  figürü olmayı  kabullenmenin, eğitimsiz kalmanın, yoksullukla ve toplumda eşit birey sayılmamanın kurbanı da onlar. Önümüzde seçimler var. Sanılıyor ki Parlamentonun yarısı kadınlardan oluşsa sorun çözülecek. Oluşacak böyle bir meclis daha demokrat olacak, kadınların konumu da düzelecek. Bazı kadın dostlarımla tartışıyoruz. Siyasete girmek isteyen kadınlar arasında sosyal adaletten, emekten yana olanlarla, düzen yanlılarının bir tutulduğunu, olaya sınıfsal açıdan yaklaşılması gerektiğini, böyle bakıldığında da kadın-erkek ayrımının ne  denli yapay olduğunun ortaya çıkacağını anlatmaya çalıştım. Programları, dünya görüşleri arasında belirli bir fark bulunmayan düzen partilerinden kadın kontenjanı istemenin yanlışlığını, niceliğin değil niteliğin önemli olduğunu savundum. Hak veren kadın dostlarım da oldu, beni feminizm karşıtı olmakla suçlayanlar da. Sağ olsunlar..   
Emperyalizmin kol gezdiği gezegenimizde sol siyaset yapmak insana ağır bedeller ödetir. Kadın, erkek ayırt etmez. Sol siyasete soyunanlarda bu nedenle inanç ve mangal gibi bir yürek gerekir. İşte bu özellikleri taşıyan biriydi Rosa Lüxsemburg. Bu yiğit kadından söz açmanın sırasıdır diye düşünüyorum.Dünya siyaset tarihine düşünceleri, eylemleri ve yazılarıyla önemli katkılar sağlayan Rosa Luxemburg 5 Mart 1871 de Polonya’da doğdu.
Çocukluk ve ilk gençlik yılları yerleşik olmaktan çok göçlerle geçti. İsviçre’de Felsefe, Doğa Bilimleri,  Matematik ve Hukuk eğitimi aldı. Doktora tezi için Paris’e gittiğinde sosyalist hareketlere ilgisi yoğunlaştı. Gazetelerde, dergilerde sol siyaset üzerine yazıları yayınlanmaya başladı. Makalelerinden biri başlığı ve içeriği ile bizi de  ilgilendirmekteydi. Üç yazıdan oluşan  ekim 1896 tarihli “Türkiye’deki Ulusal Savaşımlar ve Sosyal Demokratlık” adlı çalışmasıdır bu. Sosyalizm konusundaki özgün fikirleri, bilgi donanımı ve ateşli konuşmalarıyla uluslararası  kurultaylarda kısa sürede ünlendi Rosa Lüxsemburg. Sosyalist hareketlerin bir başka öncü kadını Clara Zetkin’le tanışması ona ömür boyu sürdüreceği bir dostluğun da  kapısını açtı. Almanya’da üniversitede doçent unvanı ile dersler verirken, siyasi polisçe izleniyor, sıkça  yerli yersiz para cezalarına ve tutuklamalara uğruyordu. Savaşa karşı sert tutumu, evrensel barış söylemi Alman hükümetinin tepkisini çekti. Soruşturmalar, kişiliğine yönelik baskılar giderek artıyordu. 1915 de tutuklandı. Bir süre sonra  serbest bırakıldı. Hapishanede gizlice yazdığı mektuplarla temelini oluşturduğu Spartacus Birliğini kurdu ve programını yayınladı. Düşünür, yazar Karl Liebknecht’le birlikte sürdürdükleri savaş karşıtı mücadele Birinci Dünya Savaşının aktif taraflarından  Almanya’da vatana ihanet olarak nitelendirildi. Savaşın bitiminden bir yıl sonra 15 Ocak 1919 akşamı Rosa ve Liebkeneht sivil polislerce bir otele götürüldüler, burada dövüldüler ve kurşunlandılar. Rosa’nın ölüsü Landwehr kanalına atıldı. Cesedi ancak 16 gün sonra bulunabildi. Ve Fridrichsfeld’de, Karl Liebkenecht’in yanındaki bir gömütlüğe konuldu.
Rosa Lüxemburg’un hunharca öldürülmesi tüm dünyada büyük yankı buldu. Bertold Brecht üzüntüsünü  “Rosa Luxemburg için Gömüt Yazıtı “ şiiri ile yansıttı:

Burada yatıyor gömülü
Rosa Lüxemburg
Polonyalı bir Yahudi
Öncü savaşçısı Alman işçisinin.
Buyruğu ile Alman ezenlerin
Öldürüldü. Ezilenler
Gömün bölünmüşlüğünüzü.

Gönülden bağlandığı sosyalist inancı dışında  duyarlı bir kişiliğe sahipti Rosa Luxemburg. Canlıların tümüne karşı hayranlık besleyen bir doğa severdi. Sanatın her türüne karşı yakın ilgisi olduğu bilinir. Edebiyatçıları kıskandıracak kadar güzeldir yazdığı metinler. Bunların içinde Karl Liebknecht’in eşi Sophie’ye gönderdiği yazılardan oluşan “Hapishane Mektuplarının” ise ayrı bir yeri olduğu yadsınamaz. Bu kitaptan Anna ve Murat Çelikel’in çevirisinden alıntıladığım bölüme göz atalım. Kapatıldığı hücresindeki küçücük  pencereden, doğanın büyüsüne, çiçeklere, kuşlara ve umuda nasıl yelken açabiliyor, bir buluttan nasıl yaşanası bir dünya yaratıyor kendisine, görelim: “...Dün akşam, dokuzda, olağanüstü bir gösteri izledim. Pencere camından yansıyan ışıktan,sofanın üstünde bir gül renginin farkına vardım. Şaşırttı beni, çünkü dışarıda gökyüzü koyu griydi. Pencereye koştum ve dona kaldım. Bütünüyle griye kaplanmış gökyüzünde,doğuda, sanki bu dünyalı değilmiş gibi en güzel gül renkli, üst üste yığılmış koca bir bulut, öyle yalnız ki, her şeyden bağımsız, sanki gülümsüyor gibiydi görünüşü, bilinmeyen uzaklardan bir selam gibiydi. Bir şeyden kurtulmuş gibi nefeslendim, istenç dışı uzattım ellerimi büyüleyici görüntüye doğru. Böyle renkler, böyle biçimler varsa yaşamak güzel ve yaşamaya değer, değil mi? Bakışlarımla sarılıp emdim parlak görüntüyü, ve yuttum ondaki her bir gül renkli ışın demetini,neden sonra kendime gülmeye başlayana dek.”  
Rosa Lüxemburg  bir sosyalist, Ama iki Almanya birleştikten sonra Alman hükümetleri onu yok etmeyi akıllarından geçirmedi. Şimdi Tiergarten’de Liebknecht’le heykelleri öteki Alman büyükleri ile birlikte duruyor. Berlin’de Rosa Lüxsemburg ve Karl Liebkneht caddelerinin adını değiştirmek de  hiçbir Alman yöneticisinin ya da belediye meclis üyesinin aklından geçmiyor. Onlar tarihleri ile yüzleşmeyi becerebildikleri için gezegenimizin gelişmiş ülkeleri arasında yer alıyorlar.

evrensel.net

Evrensel'i Takip Et