27 Temmuz 2013

Yeni bir ülke kuracaktı İlos

Troya savaşından yirmi yıl sonra ülkesine dönebien kral Odisseus, karısı kraliçe Penelopeya’ya savaş serüvenlerini anlatıyordu. Birara; “Bu Troya nasıl bir ülke, kimler kurmuş, anlatsan?​”dedi Penelopeya... Odisseus duyduklarını anlattı kendince.
O eskilçağda dillere destan olduğu gibi, Frigya kralının düzenlediği bir koşu yarışmasında birinciliği Çanakkale’nin bir köyündenİlos adlı bir genç kazandı. İlos,Tros adlı bir çiftçinin oğluydu. Yarışmanın ödülü; de köle olarak çalışacak „elli gençkız ve elli delikanlı“ dan oluşan bir topluluktu!..

İNSAN İNSANA KÖLE OLAMAZDI!

İlos, kölelik denen olguyu hiç kabul edemediği için, kazandığı bu ödülü geri çevirdi! Böyle bir tepki karşısında şaşkına dönen Frigya kralı, sarayın bilicisine başvurdu. Bilici, İlos’a bu ödüle ek olarak kara benekli bir inek vermesini öğütledi. İyi yürekli Frigya kralı, birkaç gün düşünüp taşındıktan sonra İlos’u çağırttı ve ona bütün iyi yürekliliğiyle; „Bu gençkız ve erkeklerle birlikte sana bir de inek veriyorum. Yolculuğunuz sırasında bu inek nerede durursa orayı yurt edin. Oranın ve çevresinin topraklarını sana bağışlıyorum; orada gönlünüzce bir ülke kurun,“dedi…
İlos, can dostları olarak benimsediği gençlerle birlikte, kara benekli ineğin ardı sıra yol almaya başladılar. İnek akşama doğru yorulup şimdilerde Gaflettepe dediğimiz bir yerde durdu; orada uyuklamaya başladı. İlos ve yoldaşları, orayı ve çevresini hemen yurt edindiler. Orada Skamandros Nehri ile o zamanlar Smoeyis denen Dümrül Çayıakıyordu. Bu akarsuların ikisi de tanrıydı.
Deniz kıyısındaki bu toprakları ekip biçmeye; oraya evler yollar yapmaya başladı İlos’la yoldaşları. Günden güne daha da güzelleşiyordu bu küçük kent. Oraya eğitim amaçlı birçok yapılar da kurdular.
Durup dururken birgün, tahtadan bir tanrıça heykeli düştü gökyüzünden kentin üstüne!.. İlos ve yoldaşları, ilkin çok şaşırdılarsa da, böylesi bir olayı çok iyiye yordular ve bulutların üstündeki Baştanrı Zeus’un sarayından düşen ve Palladyon denen bu heykeli götürüp tanrıça Atena adına yaptıkları tapınağa koydular. Bu ünlü heykelin serüvenleri; binyıllar boyunca sürüp gidecekti…

Bu yeni kurulan kente; köleliği dışlayıp kardeşçe bir üretim ve kardeşçe bölüşüm ilkesine dayalıbir yaşamın öncüsü olacak ve İlos’un adını anıştıracak şekilde, İlyonadını verdiler: Ama kimi komşu Anadolu ülkeleri de, İlos’un babası Tros’u da unutturmayacak şekilde bu kente Troya demeye başladılar.
Troya tez gelişti; Çanakkale Boğazı’nın ayrıcalıklarını da çok iyi kullanmaya başladı. Bu kent; Karadeniz ve bütün Akdeniz’i kapsayan alışveriş odaklarının da merkezini oluşturuyordu. Üstelik o ilk çağlarda Anadolu halkları arasında savaş olgusu pek sözkonusu olmadığı için, halk kesimleri gitgide daha da varsıllaşıyordu… Troya krallığıın kasaları altınlarla dolup taşıyordu… Her yerde duyulan Troya’nın bu varsıllığı, haliyle Yunanistan’daki kralların düşlerine girmeye başladı!..Ve bu yüzden sömürgeci krallarla tanrılar el ele vermekte gecikmediler…
Tam bu sıralarda da Yunanlı güzelHelena; aşk tanrıçası Afrodit’in yüreğine saldığı aşk okları yüzünden kentlerine bir iş için gelen Troyalı prens Paris’e deli divane vuruluverdi.Ve onunla  Troya sarayına gelin olarak geldi…

KRAL, BAŞTANRI’YLA ÜÇ KEZ KONUŞMUŞTU…

Troya’nın hazinelerini ve de köle olacak gençleri alıp götürmek için yıllardır düşler kuran Yunanlı Başkral Agamemnon, bu olayıtanrıların bir armağanı olararak değerlendirdi hemen!Baştanrı Zeus’la üç kez konuştuğunu ve kendisine Helena’nın namusunu temizleme amacıyla Troya’ya savaş açma buyruğunu verdiğini duyurdu buyruğundaki halkara! Bu gerekçeyle derleyip toparladığı ordularla Troya surlarına dayandı…
Tanrıça Tetis’in oğlu Ahilleus, bu orduların en ünlü ve güçlü komutanıydı. Ün ve şan hırsıyla gözü dönmüş bu komutan birgün, Troyalı yiğitleri amansızca kesip biçiyor ve onları bir tanrıolan Küçük Menderes nehrine atıyordu. Nehir, Troyalı direnişçilerin cesetleriyle dolup taştı; kızıl kızıl akmaya başladı. Bunun üzerine nehir tanrı, hemen arkadaşı Dümrek Çayı’nı yardımına çağırıp;
“Karşı duralım bu adamın gücüne,
Canım kardeşim, ikimiz birden,
Durduralım şu azgın Ahilleus’u!.” diye yalvardı yana yakıla...
Bu sözlerden sonra her iki akarsu da sularını coşturdular; oluşturdukları kocaman kocaman dalgalarla Ahilleus’un üstüne köpük köpük çullandılar. Ne var ki Yunanlıların[RTF bookmark start: _GoBack][RTF bookmark end: _GoBack] tarafını tutan tanrıça Hera girdi araya ve topal tanrı demirci Hefaystos’u yolladı Ahilleus’u kurtarmak için... Hefaystos da Skamandros Nehri’nin üstüne ateşler yağdırdı. Nehir, onun saldığı ateşlerle fokur fokur kaynadı; buhar buhar tütmeye başladı. Zavallı ırmak, kendisi de bir tanrı olmasına karşın, artık akamaz oldu. Böylece ateş tanrısı suları yakmış, işgalcilerin komutanı Ahilleus’u kurtarmıştı...

HAKLARI SÖMÜRMEK İÇİN....

İlos’un yoldaşlarıyla el ele verip kurdukları ve kardeşçe üretip kardeşçe bölüşümün egemen olduğu bu ilk Troya’dan sonra, on kez daha yeniden kuruldu Troya. On kez yeniden yağmalandı nice sanat yapıtlarıyla birlikte, yakılıp yıkıldı…
Tanrılarla egemenler, halkları yağmalama ve onları köleleştirme savaşlarında hep el ele olageldiler; çünkü halkları köleleştirmenin ve sömürmenin yolu, uygarlıklarını yok edip onları kimliksizleştirmekten geçiyordu…

evrensel.net