Keşke hep barış olsaydı
Troya Savaşları sırasında Yunanlıların Başkralı Agamemnon, ünlü komutanı yarı ölümsüz Ahilleus’un sevgilisi Briseis’i, zorla elinden alıp kendi barakasına kapattı! Bu yüzden öfkesi ve hüznü gitgide şahlanan Ahilleus, artık bütün savaşlardan iğrenip barakasına çekildi. Hemen ana ocağına dönüp barışın, sevginin ve kardeşçe üretip bölüşmenin egemen olduğu yeni bir ülke kurmak istiyordu.
Bu arada Yunanlı Başkral Agamemnon’un sürekli yenilgiye uğraması için Ahilleus’un anası tanrıça Tetis de, Olimpos’ta oturan Baştanrı Zeus’un yanına gitti. Zeus’un dizlerine sarılıp bu konuda ondan yardım istedi.
ZEUS, TANRIÇA TETİS’İ KIRAMAZDI...
Tanrıça Tetis’e zaten gizli bir aşkla vurgun olan Baştanrı Zeus, onun dileğini yerine getirmek üzere, Olimpos’tan Kazdağları’na inip oradan savaşı yönlendirmeye başladı.
ArtıkYunanlılar, Troyalılar karşısında sürekli kayıplar vermeye başladıkları için, gemilerine yakın yere derin ve çepeçevre bir hendek açtılar, onun önüne de kalın ve yüksek bir duvar çektiler. Bu yolla gemilerini kurtarıp ana ocağına sağsalim geri dönebileceklerini düşünüyorlardı.
O günlerin bir sabahında şafak tarıçası güzel Eos, Troya ovasını ve denizi maviye, sarıya, yeşile boyarken,Baştanrı Zeus; Kazdağları’nın doruğunda o günkü savaşın yazgısını çiziyordu. Troyalıların komutanı Hektor da, aynı sıralarda ordusuyla birlikte gemileri koruyan duvarın önüne geldi. Zeus her iki tarafın ordularını ve geniş Troya ovasını süzdü birsüre. Sonra da savaşacak orduları, dökecekleri kan ve gözyaşlarıyla baş başa bırakıp kendi alemine dalıp gitti…
ORDULARI KIŞKIRTMAK GEREKİYORDU
Ne var ki denizlerin ve karaların tanrısı Poseydonda, aynı gün, gür ormanlı Semendirek’in doruklarına oturmuş, savaşı izliyordu. Bu dağdan, Kazdağları ve Yunanlıların gemileri açık seçik görülürdü. Yunanlıların durumuna baktıkça içi yanıyordu Poseydon’un... Elindeki üç dişli yabasına abanmış, kardeşi Baştanrı Zeus’u sezdirmeden, Yunanlılara nasıl yardım etsem diye düşünüyordu...
İşte böyle böyle, iki güçlü kardeş tanrı, Zeus’la Poseydon; birbirlerine hasım ettikleri orduların masum yiğitleri için, yalnızca kan ve gözyaşı biçiyorlardı yazgı olarak... Her iki tarafın erleri; ellerindeki uzun keskin kargılarla birbirlerinin üstüne üstüne yürüyorlardı... Birbirlerini yalnızca öldürmek için ilerleyen bu ordulara acınmamak, üzülmemek yalnızca tanrılara vergi bir özellik olmalıydı!..
Baştanrı Zeus, Troyalı Başkomutan Hektor’a büyük bir yengi bağışlamak istiyordu istemesine, ama Yunanlıların da tümden yokolmasını istemiyordu. Çünkü onların ünlü komutanı ve tanrıça Tetis’in oğlu Ahilleus’un, sonunda savaşa katılıp ölmesi gerekiyordu. Bu şekilde Ahilleus’a ün ve şan bağışlamış olacaktı...
SAVAŞLAR HEP SÜRÜP GİTMELİYDİ
Üstelik tanrıların saltanatı için insanların dünyasında savaşlarınsürekli olması gerektiğini de çok iyi biliyordu Baştanrı Zeus!..
Buna karşılıkdenizlertanrısı Poseydonda, Yunanlıların Troyalılar önünde yenilmesini istemiyordu. Zeus’un sinsi tutkularına kahroluyordu... Ama Zeus, tanrıların başı olduğu için, onun karşısında dobra dobra konuşmaktan da ürküyordu... Bu yüzden Yunanlılara gizlice savaş gücü vermek için hemen Semendirek’in sarp kayalıklarından Troya ovasına indi Poseydn. Koca ormanlar, dağ taş tirtir titredi ayakları altında... Oradan Ege Denizi’nin dibindeki paslanmaz, yosun yeşili sarayına gitti. Altın yeleli atlarını çözüp hemen koşuya hazırladı. Sonra da denizin yüzüne çıkıp dalgalar üstünde kamçıladı atlarını. Mağaralarından fırlayan canavarlar, deniz atları, tekmil balıklar, efendileri Poseydon’u tanıdılar. Sevinçlerinden hoplayıp zıplamaya başladılar... Dalgalar da Poseydon’un atlarına yol verince, atlar yelelerini savura savura koşmaya başladılar. Yunanlıların gemilerinin sığındığı koya yaklaşınca da durdular. Tanrı Poseydon oradaki bir mağaranın önüne bağladı atlarını. Önlerine tanrısal yemler koydu...
Sonra da yalnızca ölmek yada öldürmek amacıyla, Yunanlı masum erleri kışkırtmak üzere, onların arasına karışıp gitti...
Artık savaş tanrısı Ares’ten başka Bozgun, Korku ve Kavga adındaki tanrılar da; erleri kışkırtmaya, onları bibirlerinin üstüne azgın boğalar gibi saldırtmaya başladı... Kalkanlar çınlaya çınlaya vuruşuyor; erlerin öfkeleri, korkuları birbirine karışıp naralar halinde, ta Olimpos tanrılar ülkesine ulaşıyordu. Bu naraları duyan Baştanrı Zeus’un karısı tanrıça Hera, birara sarayının penceresinden eğilip Troya ovasına baktı: Toz duman, bir kızılca kıyametti ortalık!.. Gözlerinin içi güldü! Tam o anda da Yunanlı bir er, Troyalı bir erin tolgasına vurdu tunçtan kargısıyla. Kargı, keskin bir çınlamayla tolgayı delip alnına saplandı. Birden kafasının içi kararan asker, bir duvar gibi toz duman içinde, upuzun devriliverdi yere... Hera olup bitenleri birsüre daha keyifle izledikten sonra, tanrıların düzenlediği oyunlu-ezgili kadim akşam şölenine katıldı salına salına...
Bu yeni savaşın ilk gününde, birbirleriyle vuruşan bir yığın Troyalı ve Yunanlı masum askerler; karman çorman ve toz toprak içinde yan yana, sırt sırta yerlere serildiler...
Yerlere serilen bu Troyalı ve Yunanlı masum askerler, birbirlerine sarılmak istediler ve son söz olarak; “Keşke hep barış olsaydı!” gibilerden birbirlerine birşeyler fısıldadılar...
Evrensel'i Takip Et