Oğlunun ölüsünü istiyordu
Baştanrı Zeus’un yardım için gönderdiği ve bir delikanlı görüntüsüne bürünen tanrı Hermes de ona yoldaşlık ediyordu. Gene Zeus’un Olimpos’tan saldığı kartal da, alçaktan yüksekten süzülerekten kılavuzluk ediyodu onlara...
TANRI HERMES BARIŞSEVERDİ
Ayağı sandallı Hermes, elindeki tanısal değneğiyle kendilerini görünmez kılmıştı... Çok geçmeden sahildeki gemileri ve yarıtanrı Ahilleus’un barakasını koruyan yüksek çevre duvarına ulaştılar... Duvarın arkasında akşam yemeğini hazırlıyordu Yunanlı askerler.
Hermes, değneğini şöyle bir havada savurdu: Bütün askerlerin gözleri bağlandı; kimseleri göremez oldular... Hermes, duvarların kalın ve tunçtan sürgülerini çekip kapıları açtı. Priyamos’u ve içi armağanlarla dolu arabayı avluya aldı.. Sonra da az ötedeki Ahilleus’un barakasının önüne götürdü ihtiyar Priyamos’u.... “Karıncalar” anlamında “Mirmidonlar” denen Ahilleus’un askerleri, Kazdağları’ndan kesip kesip getirdikleri kalın çam kütükleriyle kurmuşlardı bu barakayı. Kralları ve komutanları yarıtanrı eşsiz Ahilleus için!...
TANRI OLDUĞUNU SÖYLEDİ DELİKANLI
Çam kütüğünü yontarak yaptıkları kocaman bir sürgü de, barakanın kapısını tutuyordu. En güçlü üç asker yerinden bile oynatamıyordu onu! Aynı şekilde kapının tunçtan kilidini de en az üç kişi zarzor çıkarıp takabiliyordu! Oysa Ahilleus, tek başına kullanıyordu onları! İşte tanrı Hermes, aynı sürgü ve kilidi değneğiyle açtı kimselere duyurmadan... Priyamos’un arabada getirdiği kurtarmalık armağanları da aldı içeri sessizce.
Sonra da yeniden tuttu kral ihtiyar Priyamos’un tirtir titryen ellerini.“Bak sevimli ihtiyar,” dedi gülümseyerek. “Seni buraya ölümsüz bir tanrı getirdi!... Ben tanrı Hermes’im!... Babam Baştanrı Zeus beni kılavauz olarak verdi sana. Artık burada ayrılacağız. Benim Ahilleus’a görünmem de yakışık almaz zaten! Tanrılar ölümlü insanlarla fazla yüz göz olmamalı. Şimdi sen tek başına git Ahilleus’un yanına. Babası adına, anası tanrıça Tetis adına, Hektor’un ölüsünü geri alabilmen için yumuşatmaya bak onu....”
Böyle dedi altın değnekli kılavuz tanrı Hermes... Altın sandallarıyla hafifçe sıçrar sıçramaz da, birden havalandı ve Olimpos Tanrılar Ülkesi’ne doğru, son hızla süzülüpgitti...
İyi yürekli kral Priyamos arabadan indi. “Sen burada kal İdayos,” dedi çok sevdiği seyisine. “Arabayla katırlara göz kulak ol.” Bunları söyledikten sonra tanrı Hermes’in açık bıraktığı kapıdan, kimselere görünmeden sessizce Ahilleus’un odasına dalıverdi!...
KRAL PRİYAMOS OĞLUNUN ÖLÜSÜNÜ İSTEDİ
Ahilleus yemeğini yeni bitirmiş, masasında oturuyordu öylece; tek başına... Dostları da öte taraftaki sedirlerin üstüne geniş geniş yayılmışlardı... Priyamos, Ahilleus’un yanına gitti doğruca... Ellerine, dizlerine sarıldı; “ Bak tanrısal Ahilleus, şimdi babanı getir gözlerinin önüne!” diye hemen söze başladı...
Ahilleus da öylece bakakaldı aniden yanına gelen yaşlı adama. Odasına nasıl böyle girebilmişti sessizce? Ama onun kral Priyamos olduğunu da sezinlemekte gecikmedi. Gerçi kendisini hiç görmemişti daha önceleri. Ama onun hakkında söylenenlere çok uyuyordu karşısındaki bu yaşlı adam... “Şimdi baban da benim yaşımda olmalı. O da ihtiyarlığın o uğursuz eşiğine varmıştır!...” diye sözlerini sürdürmeye başladı. “Çevresindeki dostları düşmanları, iyi kötü, çeşit çeşit şeyler söylüyorlardır senin hakkında ona. Bu söylenenleri duydukça da üzülüyordur çoğu zaman... Ama hiç olmazsa senin yaşadığına dair haberler alıyordur sürekli. O yüzden; ‘ Nasıl olsa oğlum Ahilleus, Troya’daki bu ilençli savaştan dönecek; onu sağsalim göreceğim,’ diye gün boyu seviniyordur. Ama ben onun gibi değilim; çok kötü örülmüş benim yazgım!.. Belki duymuşsundur; tam elli yiğit oğlum vardı benim! Ama siz Yunanlılar buraya geldiğinizden beri hemen hemen tamamı yokoldu!... O gözü doymaz savaşçı tanrı Ares kırdırdı çoğunu yavrularımın. Hele biri vardı; gözümün bebeğiydi...O koruyordu halkımı, hepimizi... Yiğit Hektor’umdu o benim! Onu da sen öldürdün son olarak! İşte ben onun için geldim buralara tek başıma. Onun ölüsünü almaya geldim!..”
HER İKİSİ DE DURMADAN AĞLIYORDU
O buzdağları gibi katı Ahilleus, aniden Yunanistan’da bırakıp geldiği babası kral Peleus’u anımsadı; durdurulamaz bir ağlama isteği sarıverdi içini!... Ağırdan ağırdan, hıçkıraraktan ağlamaya başladı. Öte yandan Hektor’la vuruşurken ölen can dostu Patroklos da geldi aynı anda aklına... Hıçkırıkları ikiye katlandı bu kez... Kral Priyamos da, oğlu Hektor’a ağlıyordu.
Bir süre sonra Ahilleus’un da, kral Priyamos’un da ağlama istekleri birden kesildi... Hemen ayağa fırladı Ahilleus! Priyamos yerde oturmuş, başı iki ellerinin arasındaydı. Ahilleus, ellerinden tutup ayağa kaldırdı kralı. Ve ilk kez; “Talihsiz ihtiyar, ne çok acılar çekmişsin!” diye doğrudan seslenmeye başladı ona. “Ama nasıl olup da buralara gelebildin tekbaşına?’
Burada birden sustu Ahilleus... Karşısındaki sözde baş düşmanı kral Priyamos’un nice uzun yoldan aç susuz geldiğini düşündü birden!; “Yahu konuşmaya daldık; aç mı susuz mu hiç sormadık yorgun ihtiyara! Haydi yiyecek birşeyler hazırlayın hemen!” diye buyruklar yağdırmaya başladı yardımcılarına...
Evrensel'i Takip Et