09 Şubat 2013 09:36

Felsefeden gelen cevap

Felsefeden gelen cevap

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Almanya’nın önde gelen Kant uzmanlarından Otfried Höffe, Immanuel Kant’ın ‘Ebedi Barış Üzerine’ adlı çalışmasına ilişkin çok sayıda felsefecinin makalelerinden oluşturduğu derlemenin önsözünde, insan hayatındaki ‘hayati’ önemine rağmen felsefe tarihinde barış hakkında düşünmüş ve yazmış az sayıda filozof olduğuna dikkat çeker. Sahiden de dini metinler ve tarih kitaplarında öncelikli bir konu olmasına rağmen barış ve barışın gerekçelendirilişi felsefenin gündemine seyrek girmiştir.
Bu Türkiye’de de böyle. Türkiye’de böyle olması da sürpriz değil, beklenen bir durum. Ama hiç olmazsa, 30 yıldır ülkede süren orta yoğunluktaki iç savaşın tarafları arasında olası bir barış müzakeresinin birkaç yıldır gündemde olması hasebiyle, barış kavramı üzerine akademi çevrelerinden felsefi metinler ya da söylemler çıkmalıydı.

Ancak devlet kurumları ve hükümet nezdinde temsil edilen Türk tarafı, barışı ‘savaş maliyeti’ ya da ‘güvenlik’ gibi gerekçeler ve pragmatik bir yaklaşımla handiyse hoşgörülmesi, kabullenilmesi gereken bir durum olarak kamuoyuna lanse ederken, Kürt tarafı da, belki de hükümetin bu pragmatik gerekçelendirmesinin koşullandırması sonucu barışı bir süredir sık sık bir ‘win win’ yani ‘kazan kazan’ stratejisi olarak hükümete ve kamuoyuna öneriyor. Bir tür ‘Büyük Türkiye’ projesi olarak.

Immanuel Kant’ın ‘Ebedi Barış Üzerine’ çalışmasındaki kavramların ışığında barışı felsefi olarak temellendirdiğim, güncel gelişmelere de yine felsefi açıdan baktığım ve 2010 Eylül’ünde yayımlanan ‘Diller Çehreler Barış’ adlı makale kitabım herhalde hâlâ bu ülkede üretilmiş az sayıda barış çalışmasından biridir.

Barış üzerine çalışmayı ve yazmayı sürdürüyorum. Ve görüyorum ki, ‘Diller Çehreler Barış’ta yer alan saptamalarımın pek çoğu bugün de süreci tıkayan en önemli etken ve düşünsel handikaplara işaret ediyor.

Bu etkenlerin en önemlilerinden biri ise, hükümetin; 30 yıldır Kürt halkının sürdürdüğü direnişi ve başından beri devlete yönelttiği onurlu bir barış talebini, mümkün mertebe gözden ırak tutmaya çabalayarak; barışın olursa eğer, hükümetin alicenaplığı sayesinde olacağını her defasında vurgulayan tutumudur.

Adalet ve Kalkınma Partisi Tanıtım ve Medya Başkanlığı, Ocak 2010’da ‘Sorularıyla ve Cevaplarıyla Açılım Süreci Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi’ başlıklı bir kitapçık yayımladı. ‘Dİller Çehreler Barış’ta, benim ‘alicenap kitapçık’ olarak tanımladığım bu parti broşürünün içeriği ve üslubu tam da bu sorunu ortaya koyuyordu işte. Barış olursa, bunun hükümetin bir alicenaplığı olacağı, hükümet tarafından Kürtlere ve Türkiye halklarına bahşedileceği vurgusunu.

Elbette bu vurgu burada kalmıyor. Başbakan ve hükümetin birçok bakanı, bir süredir bu alicenaplık, bahşedicilik iddiasını konuşmalarında, Barış ve Demokrasi Partisi’ne dışarıdan hükmetme ve partinin içişlerine müdahale etme teşebbüslerini meşru kılmak için imaen ya da açık açık kullanıyor. Öcalan ile görüşmeye hangi BDP milletvekillerinin gideceği konusunda hükümetten yapılan her açıklama bu anlayıştan kaynaklanıyor.

Böylesi yaklaşım ve tartışmaların olduğu bir müzakere süreci barış değil, olsa olsa, Kant’ın deyimiyle ‘rezervi olan bir barış’, yani bir tür ateşkesle sonuçlanabilir. O da eğer bu tansiyon ve ruh hali ile süreç kazasız sürdürülebilirse. Oysa halkların kardeşliğini tesis etmesi hedeflenen sürdürülebilir bir müzakere süreci, ancak barışın felsefi olarak temellendirilmesi ve bu temelde de istenmesi, arzu edilmesi ile mümkündür.

Şu soru önemli: ‘Neden barış?’ Bu soruya felsefeden gelecek cevap herkes için kabul edilebilir ve istenen bir durum olacaktır.

evrensel.net
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa