22 Aralık 2012

Savaştan utanacaktı insanlar

ÖLDÜRMESİ İÇİN KÖLE KADINLAR SUNDU

Ne var ki dokuz yıl süresince Troyalılar, Yunanlı işgalcilere geçit vermedi. Üstelik Baştanrı Zeus’un hep Troyalıları desteklemesi yüzünden, Yunanlılar en güvendikleri yiğitlerini bir bir yitirmeye başladılar. Sözde Helena’yı Yunanistan’dan kaçırmakla bu savaşa neden olan prens Pâris’in, Yunanlı yarı-tanrı ünlü Ahilleus’u, silahlara tek duyarlı yeri olan topuğundan vurup öldürmesi de, ortalığı büsbütün karıştırdı! Savaşı kazanmak için Yunanlı komutanların başvurduğu bilici Kalhas; Lemnos adasında tek başına bırakıp geldikleri küskün kral Filoktetes’in getirilmesini önerdi. Bunun üzerine Başkral Agamemnon’un elçileri, zorla da olsa, sancılar içindeki Filoktetes’i Lemnos adasından alıp getirdiler. Doktor tanrı Askleyplos’un oğlu, iyileştirici otlarla Filoktetes’in sancılarını dindirdi...

Tanrılarla istediğinde konuşan Başkral Agamemnon da, kendi çadırında bir şölen düzenledi Filoktetes onuruna. Kendini çok üzgün göstererekten; “Dostum,” diye başladı konuşmasına. “Seni Lemnos adasında bırakıp geldiğimiz için bize darılma... Her şey tanrıların buyruğuyla olup bitmekte, görüyorsun.. Elbirliğiyle Troya’yı düşürdüğümüz zaman bu haksızlığın acısını çıkaracağım. Daha şimdiden kölelerin olacak yedi güzel genç kızı ve çok iyi koşan yirmi atı kabul et. Keseler dolusu altınlar da vereceğim sana!.. “Böylesi sunularla gönlünü etmeye çalıştı Filoktetes’in. Geç saatlere kadar diğer krallarla birlikte yiyip içtiler. Şarabın da etkisiyle kurdukları düşlerinde, Filoktetes zehirli oklarıyla Troyalı askerleri tümden kırıp geçirdiler!... En güzel kadınları ve hazineleri derledikten ve Troya’yı ateşe verdikten sonra, tanrılara kıvırcık yünlü koyunlar, koçlar kurban ettiler bu düşlerinde... Ve bu bal damlayan düşlerden sonra da krallar, bir bir uykuya çekildiler...

PARİS DE ZEHİRLİ OKLA VURULDU

Her günkü gibi o sabah da her iki cephedeki hasım ordular savaş düzenine geçti. Ne var ki Troyalılar, Akhaların o günkü canlılığına pek anlam veremediler. Bu durumdan kuşkulanan Troyalı komutanlardan Polidamos, dışarı çıkıp vuruşmak yerine surların içinde kalmayı önerdi askerlere... Bu öneriye hemen karşı çıktı komutan Ayneyas... Bütün askerler de ona kulak kesildi. Çünkü herkes hem onu sever, hem de onun öyküsünü bilirdi...

Çoban Anhises’in oğluydu Ayneyas; anası da tanrıça Afrodit’ti! Bir zamanları Afrodit; bir tanrıça olmasına karşın, Kazdağları’nda kavalıyla döktürdüğü o güzelim aşk ve barış ezgilerini dinleye dinleye, çoban Anhises’e deli divane vurulmuştu. O yüzden bir gün ta Kıbrıs’taki tapınağından çıkagelmiş, onunla sevişmişti Kazdağları’nın doruğunda. Bu birliktelikten de Ayneyas dünyaya gelmişti!.. İşte bu öyküsüyle dillere destan olan Ayneyas, surların dışında işgalcilerle vuruşmak gerektiğini söyleyip askerleri surlardan dışarı çıkardı.

KAZDAĞLARI’NDA AŞKINI ARADI

Savaşa ilk kez katılan Yunanlı Filoktetes, savurduğu zehirli oklarla çevresini kırıp geçiriyordu... Karşı saftaki Pâris’i görünce de, Herakles’in armağanı yayı sonuna dek gerdi ve zehirli oklardan birini Pâris’in üstüne saldı. Zehirli ok, ince bir ıslık çalaraktan gidip ta kasığına saplandı Pâris’in!.. Pâris; hemen gerisin geri, son hızla koşmaya başladı. Bağırıp çağırıyor, naralar atıp inliyordu... Çünkü kasığına saplanan okun ucunda, Hidra yılanının zehiri vardı!..

Paris, bir zamanlar Troya kraliçesi Hekabe’nin bebeğiydi. Biliciler, ileride onun Troya’ya felaketler getireceğini söylemişti. O yüzden onu Kazdağları’na bırakmıştı kral ailesi..

AŞKINI UNUTMAMIŞTI GÜZEL OYNEYA

Ne var ki Kazdağları’nda bir çoban, rasgele bulduğu bu bebeği sahiplenip büyüttü. Biraz büyüyünce de haliyle Paris çobanlık etmeye başladı...

Sürülerini otlatırken Oynone adlı bir perikızı deli divane vuruldu Paris’e. Artık birlikte yaşamaya başladılar... Kazdağları’nda sürüsüne çobanlık etmekten ve sevgilisi Oynone’yle evlerini yürütmekten başka derdi yoktu Pâris’in!... O bu dünyayı böylesi güzellikler içinde seviyordu. Dünyayı kılıç değil, aşk yönlendirmeliydi. Çünkü kendisi de yaşamını bir çobana borçluydu! Ne var ki daha sonraları tanrılar girdi yaşamına Paris’in...

Kazdağları’nda üç tanrıça arasında düzenlenen ilk güzellik yarışmasında Baştanrı Zeus, onu seçici olarak atadı. Paris, aşk tanrıçası Afrodit’i evren güzeli seçti... Afrodit de buna karşılık olarak, Yunanlı Helena’nın aşkını sundu ona... İşte Pâris de bu aşkın tetiklediği nice serüvenlerin ve de hiç sevmedigi savaşların hengâmesinde, güzel karısı Oynone’den ve de kendi kişiliğinden uzak yaşadı hep. Bedenine saplanan zehirli okun acıları içinde kıvranırken, işte ilk aşkı o güzel Oynone’yi anımsadı birden. Bunun üzerine Paris, çığlıklar ata ata Kazdağları’nda sevgilisini bulabileceği doruklara, doğru tırmanmaya başladı.

Filoktetes’in saldığı zehirli ok, Paris’i sancılar içinde kıvrandıra kıvrandıra öldürdü... Ve Troyalılar, onun ölüsünü, Kazdağları’ndan getirdikleri odun yığınları üstünde yaktılar... Sevgilisi perikızı Oynone de, onu yanarken görünce dayanamadı... O da aynı ateşler içine attı kendini. Ama ölümsüz olduğu için, kimse küllerini göremedi...
***
Bu öyküyü dikkatle dinleyen çileli Penelopeya; “Dilerim bir gün bütün insanlar, savaş denen bu iğrençlikten utanırlar...” diye mırıldandı üzgün üzgün...

evrensel.net

Evrensel'i Takip Et