Yine basın özgürlüğü üstüne
TGC yönetimi olarak 7 Nisan Perşembe günü meslektaşlarımız Nedim Şener ve Ahmet Şık’ı Silivri Cezaevinde ziyaret ettik. Özlem giderdik, dertleştik. Silivri’de konuşlanmış, güvenliği modern teknik aygıtlarla donanmış bu ceza ve infaz binalarını gördüğümde aklıma nasıl bir demokraside yaşıyor, yaşatılıyoruz soruları takıldı. Ülke bir baştan bir başa modern(!) cezaevleri ile doluyor. Kültüre, eğitime, bireyin sosyal gelişim ve güvenliğine ayrılan bütçelerin çok üzerinde bir para ödendiği anlaşılıyor cezaevi inşaatlarına. 2010 Kültür Başkenti İstanbul’a çağdaş bir kültür merkezi, bir konser salonu yapmayı beceremedik ama iki büyük adliye sarayı kondurmayı başardık. Yine de adalet mekanizması ağır işliyor.
Tutukluluk cezaya dönüşüyor. Salt düşündükleri, düşüncelerini yazı ve çizi ile ifade ettikleri için bilim insanları, yazarlar, çizerler cezalandırılıyor. Halkı bilgilendirmekle yükümlü gazeteciler ise TCK ve TMK’da yer alan yoruma açık maddeler yüzünden cezaevini boyluyor. Türkiye’de halen cezaevlerindeki gazeteci sayısı, uluslararası insan hakları kuruluşlarının da vurguladığı gibi, Çin ve İran’dan bile fazlaysa bu ayıbı yalnız yargıya yıkmak iktidarı kurtarmaz. Hele de kendisini demokrasi açılımının öncüsü sayan bir iktidar partisini hiç kurtarmaz.
Güncel Hukuk dergisinin nisan sayısında Prof. Dr. Köksal Bayraktar’ın yazısı “Basın Özgürlüğü ve Örgüt Üyeliği” başlığını taşıyordu. Ömrünü hukuka, özellikle ceza hukukuna adamış saygın bir bilim insanı Bayraktar. Şunları söylüyor: “Basın özgürlüğü, toplumsal yaşayış içinde gerçekleşen olayları öğrenmek, bilmek, bunlara ulaşmak olanaklarını öncelikle gerektiren bir özgürlüktür. Gazeteci, toplum içindeki olayları, kişileri, karşılıklı düşünceleri, çatışmaları, benzerlik ve farklılıkları öğrenmek, saptamak, bunların kanıtlarını almak, toplamak durumundadır.” Köksal Hoca basın mensubunun, ister yazılı ister görsel ve işitsel medya çalışanı olsun, ortak özelliklerinin toplumdaki haberleri, kişisel dünya görüşünün süzgecinden geçirerek tekrar topluma aktaran kişiler olarak nitelerken ekliyor: “Gazeteciler, bu işler içinde, haberlere ulaşabilmek için her türlü çabayı göstermekte, gerektiğinde yaşamlarını tehlikeye atmaktan çekinmemekte, her olayın içinde yer alabilmektedir. Gene gazeteciler topladıkları haberleri değerlendirirken, sınırlandırılmayı istememekte, düşünce özgürlüğünün sınırsızlığına güvenerek, diledikleri yorumları yapabilmeyi özgürlüğün bir parçası olarak görmektedirler. Son olarak, bu görüş ve düşüncelerin hiçbir engelle karşılaşmadan tekrar topluma iletilmesi, aynı zamanda toplumun bilgilenme hakkını da oluşturmaktadır. Bu geniş devinim içerisinde gazeteciyi örgüt üyesi olarak kabul etme olanağı yoktur ve böyle bir benzetme basın özgürlüğü, bilgilenme hakkını bilmeme anlamına gelir.”
Profesör Dr. Köksal Bayraktar TCK. 220 ve 314. maddelerinde düzenlenen örgüt kurma ve silahlı örgüt suçlarının unsurları, içerikleri ile basın özgürlüğünü yan yana getirmenin, birlikte düşünmenin ve bu düşünceyi soyut terimlerle elde etmenin, özgürlük anlayışı ile bağdaşmayan bir tutum olduğunu da vurguluyor yazısında.
Anlaşılan çağdaş bir demokrasinin ayrılmaz parçası olan basın özgürlüğü kavramı üzerinde daha çok konuşulacak, yazılacak, çizilecek. Gazetecileri de emek üreten öteki meslek kuruluşlarını ve yurttaşları da gerçek demokrasiye ulaşma yolunda çetin bir sınav bekliyor. Ve yurdun dört bir yanında parmaklılar arkasında özgürlüklerinden yoksun meslektaşlarımızı düşündükçe aklıma Nazım Hikmet’in “Mazeret” şiirinin son dizeleri geliyor. Yineleyip duruyorum:
“bizi ayıplamayın komşular;
öfkeden ağlanasıya sersem
gaddarcasına bedbahtız
fakat asla umutsuz değil.”
Evrensel'i Takip Et