Basın özgürlüğü ne ki!
Gazetecilere Özgürlük Platformunun 13 Mart Pazar günü İstanbul’da gerçekleştirdiği “basına özgürlük” yürüyüşünde ister istemez geçmişe takılı kaldı düşüncelerim. 12 Mart darbesinin insan haklarını, hukuku ayaklar altına alan uygulamalarını, basına reva gördüğü baskı ve sansürü yeniden yaşattım kafamda. Duruşmalarını gazeteci olarak yakından izlediğim dönemin sıkıyönetim mahkemelerini de.
Aslına bakarsanız 12 Eylül travmasını da henüz atlatamamış bir toplumuz. Devletin kendisiyle, bireye çektirilen acılarla yüzleşmesi söz konusu olduğunda o acılara tanıklık etmiş bireyler olarak umut bağladık “Ergenekon” soruşturmalarına. Yargısız infazların, faili meçhul cinayetlerin hesabı sorulacak, devletin içine yuvalanan çeteler çökertilecek diye sevindik. Kulaklara fıslanan korkutucu ve karanlık “derin devlet” nihayet gün ışığına çıkarılıyordu. İnsanların yaşam hakkına kasteden işkenceciler adalet önünde hesap verecekti. Bu inançla biledik kalemlerimizi. Destek verdik Ergenekon soruşturmalarına. Süreç umulan gibi işlemedi. Sıkıyönetim dönemlerini anımsatan baskınlar, gözaltılar, dava sürelerinin uzamasıyla tutukluluk hallerinin cezaya dönüşmesi “Geciken adalet, adalet değildir” özdeyişine haklılık kazandırdı.
Şimdi halkın doğruları öğrenmesi için araştıran, soruşturan gazeteciler sırada. Yazılarıyla, eylemleri ile darbelere karşı durduğunu bildiğimiz Ahmet Şık gibi gazeteciler tutuklanıyor. Cezaevlerindeki gazeteci sayısı 68’e ulaşmış. TCK ve TMK’daki kimi yoruma açık maddeler onların aleyhine işletiliyor hep. Halkın doğru, yansız bilgilenme hakkı demek olan basın özgürlüğünde de ülke olarak sınıfta kalıyoruz böylece. Yurt dışındaki saygın gazetelerin de vurguladığı gibi Türkiye’de gazetecilik artık tehlikeli meslekler arasına girdi.
Açıkça günümüzde mesleğini etik kurallar içinde sürdürmek ısrarında olan gazetecilerin durumları fevkalade zor. Bu biline. Ülkede siyasi iktidar güçlendikçe medyadaki etkisi ve ağırlığı da giderek arttı. İktidar partisinin, medyanın yarıdan daha büyük bir payını denetimine aldığına ve yararı doğrultusunda kullandığına tanık olunuyor gün be gün. Geriye kalan holding medyasının ise sermaye-siyaset ilişkileri gereği attığı her adımı dikkatle değerlendirdiği gözden kaçmıyor. Hem patronaj kesimi kendi iktidarı ve zenginliği için basını bir araç olarak kullanma alışkanlığını nicedir edindi bile. Dağıtım tekellerinin elindeki medya gruplarının çok satar gazetelerinde ve televizyonlarında salt işveren örgütlerinin, iş çevrelerinin mümtaz simalarının boy göstermesini uzun bir süredir doğal karşılamaya başladı medya tüketicisi.
Meslek etiğine uygun çalışan, emek üreten gazetecinin özgür, yansız doğru haber akışı sağlayabilmesi, hak haberciliği, yurttaş haberciliği yapabilmesi giderek güçleşiyor hatta olanaksız bir hale geliyor. Zaten özünde riskli bir meslek olan gazetecilik “yıpranma haklarının” da geri alınması ile biçim değiştirmeye başlamış, masa başı gazeteciliğine, sulandırılmış magazin haberciliğine indirgenmişti. İşte Gazetecilere Özgürlük Platformu tüm bu sorunları da tartışıyor. Meslektaşlarının davalarını izlemekle yetinmiyor, gazeteciliğin yeniden onurlu ve saygın bir konuma gelmesi için uğraş veriyor. Yasalarda basın özgürlüğünün, düşünceyi ifade özgürlüğünün önündeki engelleri kaldırmak için çalışmalar yapıyor. İktidarla, ana muhalefetle, TBMM’de grubu bulunan siyasi partilerle görüşmelere başlıyor. Diyoruz ki, basın özgürlüğünün, düşünceyi ifade özgürlüğünün gerçekleşmediği toplumlarda demokrasi yeşermez. Gazetecilere Özgürlük Platformunun gün be gün gelişmesi, büyümesi bundandır.
Genelde sorunlarının bilincindeki meslektaşlarımız, özelde genç gazeteciler; hakların kendilerine yukardan bahşedilmesine alışmış, haklarını bilmeyen, hak almak için uğraş vermeyen, örgütlü olmaktan korkanlar için en iyi örnektir. Candaş-yandaş yok, nesnel gazetecilik için çıkılan yol var önümüzde. İki haftadır İstiklal Caddesi’ndeki gazetecilerin kalabalık, heyecanlı ama vakur yürüyüşü bunu kanıtlıyor. Ahmet için yüründü, Nedim için, Vedat için, Balbay için yüründü ama daha çok da tüm işlerliği ile gerçek bir demokrasi istemi için yüründü. Özgür, emekten, hakça bir düzenden, insanın temel hak ve özgürlüklerine saygıdan yana oluşan bir toplum özlemi ile yüründü. Gülten Akın’ın “Yaz” şiiriyle noktalayalım yazıyı:
“Yaz okundu şaşkınlık içinde kaldık
yazı okunmuyor karanlık
mevsim acılarımızla tenha
sevdiklerimizle kalabalık”
Evrensel'i Takip Et