Yüreğimdeki sıkıntının, daralmanın sonbaharla ilgisi yok, biliyorum. Sonbaharı severim çünkü. İnsanı üşütmeyen serinliğini, yeşilden kızıla dönerken giderek sararan yaprakların sanatçılara ilham veren görüntüsünü severim.Yaşamı sorgulamaya iten hüzün dolu günlerinin tadını doyasıya çıkarmak isterim. Bu sonbahar mevsimiyse farklı geçiyor benim için. Aslında farklı olan yalnızca sonbahar mı? Değil elbet. Kanımca fark, doğanın tüm güzelliklerini saçtığı yaşanası ülkemin coğrafyasında yaşamı sevmeyi, birbirini sevmeyi beceremeyen, insanlık değerlerini hiçe sayan bir topluluk oluşturmamızdan kaynaklanıyor. Bizleri birbirine kin besleyen, kimlik ayrımcılığına götüren, savaşın dilini topluma egemen kılan, ölmeye öldürmeye koşullayan, düşünmeyi, yazıyı, çiziyi, kitabı suç belleyenler var. Ülkede yaşanan acı ve kaos bir dizi soruyu da akla getiriyor. Hukuk insanlar için değil mi? Ya adalet? Demokrasi toplumun tüm bireylerinin haklardan eşit biçimde yararlanmasını gerektirmiyor mu? Neden her zaman birileri daha eşit? Neden halkın bilgilenme hakkı için uğraş veren gazeteciler cezaevlerinde? Neden medya gerçekleri yazma, sergileme cesaretinden yoksun? Ve neden devlet din, dil, köken farkı gözetmeksizin yurttaşlarına kucak açmaktan sakınır? Sorular bitmez. Ülkenin yasama, yürütme ve yargı erkleri arasındaki kuvvetler ayrılığı ilkesi nicedöir işlemiyor. Tek parti iktidarı olanca ağırlığı ile siyasette kendini hissettiriyor. Sınırlarımız içinde de dışında da savaşın dilini kullanıyor iktidar sözcüleri. Başbakan Erdoğan Ortadoğu’nun liderliğine soyunuyor. Arap ülkelerine barış mesajları gönderiyor ama kendi topraklarında onca yıldır, onca ölüme ve yıkıma neden olan Kürt sorununa sırtını dönüyor. Cezaevlerindeki gazetecileri görmezden, duymazdan geliyor. Demokrasinin kendi çizdiği normlarda işleyen bir yönetim biçimini ülkeye oturtmaya çalışıyor.
İşte sonbaharın güzel mi güzel günleri, birbiri ardına yığılan sorular ve sorunlarla kocaman acı bir yumak olarak oturuyor yüreğimize. Hiçbir şeyden keyif almıyorsunuz. Yazmanın o telaşlı heyecanı yitiyor. Bari şiire sığınalım yine. Ahmet Oktay’ın “Acı” şiiri ile yazıyı sonlayalım:
Usandım taş basması günler yaşamaktan
yalnızlığımı büyütüyorum korkunç
yani bağırmak sana sulardan.
Her gün yeniden ölmek
elinden karanlık adamların
yalanla, ekmekle, silahla.
Üstümüze bakarken çağlar
her çocuk başı okşadığımız
suçlu bizmişiz gibi
büyüyor avcumuzda.
Gözlerinde bile
deniz gibi gözlerinde ölüler
askerler ve gemiciler halinde
İhtiyar yüreği toprağın
buğdayı,elma’sı
korkuda,
Suskunluğum,utancım büyük
sıkıntım kara..
Gel dağıt mavini
kör kuyular uykuma.
26 Eylül 2011
DİĞER YAZILARI
Gidişat
30 Nisan 2025
Çocuklara kıymayın efendiler!
23 Nisan 2025
"Hürriyete Doğru"
16 Nisan 2025
Faşizmin ayak sesleri
9 Nisan 2025
Yargıçlara son sözüm
2 Nisan 2025
Şiire dair
25 Mart 2025
Basından bir portre: Özer Öztep
18 Mart 2025
Yürüyüş
11 Mart 2025
Söz acıda sınandı
4 Mart 2025
Gün eksilmesin penceremden
25 Şubat 2025
evrensel.net
Evrensel'i Takip Et