Osmanlıcayı osmanlıcılara bırakmak
Türkçe üzerine yazarken hep tedirgin oluyorum. “Onlar ki verir laf ile dünyaya nizamat / Bin türlü teseyyüp (pislik) bulunur hanelerinde” demiş ya Ziya Paşa, şimdi dil üzerine ahkâm keserken bir yanlışım bulunsa yanarım alimallah! Yine de yazacağım. Dert ettiğim bir mesele var çünkü.

Mustafa KULELİ
Türkçe üzerine yazarken hep tedirgin oluyorum. “Onlar ki verir laf ile dünyaya nizamat / Bin türlü teseyyüp (pislik) bulunur hanelerinde” demiş ya Ziya Paşa, şimdi dil üzerine ahkâm keserken bir yanlışım bulunsa yanarım alimallah! Yine de yazacağım. Dert ettiğim bir mesele var çünkü.
Doğru düzgün Türkçe bilmeyen nesiller yetişiyor memlekette. Konuşamıyor, yazamıyorlar. Ve bundan utanmıyorlar. Televizyon ekranındaki hatayı görüp, editörü “-de ayrı” diye ikaz edince “Yaa nelere takılıyorsun” cevabı almışlığım var benim. Hatta Türkçe duyarlılığından bahsederken “Dede gibi konuşma“ diyen bile oldu bana ki çok şükür henüz 29 yaşındayım. (Ve evet ‘bedelli’ bağışlarınız kabul edilir)
Yani anadiller dâhil hiçbir dili doğru dürüst öğretemediğimiz gibi, dillere dair bir hassasiyet de yaratabilmiş değiliz. Neden dillerin üzerine titrememiz gerektiğini, onlardaki güzelliği, derinliği ve tarihselliği kavrayamadığımız için böylesine hoyratız. İşte bu yüzden “Türkçeyi/Kürtçeyi öğretemiyoruz, Osmanlıca mı eksik kaldı” yorumlarını bağlamdan yoksun ve sığ buluyorum. Bilakis, özellikle sosyal bilimlerde okuyan öğrencilerin Osmanlı Türkçesi ile haşır neşir olması son derece yerinde. Keşke bu kardeşlerimiz ‘Türk Edebiyatı’ ile ‘Dil ve Anlatım’ derslerinin yanında Almanca da, Arapça da, Drama da alsa. Ve keşke dil öğretiminin hem müfredattaki ağırlığı hem kalitesi artsa…
Tabii bu konu, cumhuriyetin ilk on yılına hayran olanlarla son on yılına hayran olanlar* arasına sıkıştığından bunları söylemeye fırsat olmuyor. Mesele daha ziyade ecdâd, yeni osmanlıcılık, irtica, seçim, tapu, islamlaşma, suni gündem ve mezar taşı kelimeleriyle tartışılıyor.
Osmanlı Türkçesi ya da ‘Tarihi Türkiye Türkçesi’ elbette tüm öğrencilere zorunlu olmamalı, elbette yeterli hoca yok ve elbette bu bir seçim yatırımı.
Peki dün ‘Kürtçe uyduruktur’ diyenlerin bugün ‘Osmanlıca uyduruktur’ demesi tesadüf mü? Bir diller bahçesinde yaşamamızın önündeki engel, buradaki kibir, taassup ve art niyet değil mi?
1908 devriminin özgürlükçü ortamında serpilen ve bütün ezberleri sorgulayan müthiş gazete tartışmalarını -neredeyse günümüz Türkçesiyle yazıldıkları halde- okuyamıyor oluşumuz bu hengâmede kaynayıp gitsin mi?
Gitmesin. Bir gün daha çok dili daha iyi öğrenip birbirimizi daha iyi anlarız belki.
* Eğitimci Ali Koç’a selamlar.
“Türkîde turunc dediğimiz mîveye Farisî’de narenc denir. Portakal derler, İstanbul’da şekerden leziz zuhur etmeye başladı. Hatta nev-zuhur Frenk hekimleri ‘Asitane sahil-i bahr ve ahalisi et’ime-i mütenevvia ile aluf ve fesad-ı dem hasebiyle iskorpit illetine mübtelalardır. Elbet beher yevm bir dane portakal ekli lazımdır ve vacibdir.’ Maa-haza kendüleri illet-i müstekreh-i frengîden muallel olup bahusus oldukları arzda portakalı ancak kibarı görebildiğinden Asitane’de kesreti kendülerini hayran eylediğinden hezeyan-ı gûna-gûn ederler. Maa-haza alil-ül mizac olan ihvana muzır olmak melhuzdur”
(Ahmed Cavid Bey’in 1790’da yazdığı yemek kitabından aldığımız bu bölüm, Osmanlı Türkçesinin nispeten sade bir örneği)
Evrensel'i Takip Et