16 Kasım 2014 04:08

Bastığınız kara toprak, boyunuzu aşar bir gün

Yan yana uzanmışlar. Kadim zamandan beridir kök saldıkları, gölgeledikleri toprak şimdi yapraklarını okşuyor. Siyaha, yeşile çalan zeytinleri toprağın koynunda sonsuz uykusuna dalmış şimdiden.

Paylaş

Özer AKDEMİR

Yan yana uzanmışlar. Kadim zamandan beridir kök saldıkları, gölgeledikleri toprak şimdi yapraklarını okşuyor. Siyaha, yeşile çalan zeytinleri toprağın koynunda sonsuz uykusuna dalmış şimdiden. Uzaktan, Yırca köyü gençlerinin nöbet tuttuğu tepeden görünüşleri, sıra sıra kurşuna dizilmiş askerleri andırıyor. Upuzun yatıyorlar...

Bir değil, bin değil. 6 bin zeytin ağacı! Bir sabah kepçelerin hoyrat demirinde köklendiler. Bir kısmı ise gecenin karanlığına karışan hızar sesleriyle devrildiler birer birer. Sabaha karşı, hasat zamanının yorgunluğuna daha fazla dayanamayan köylüyü tavşan uykusundan uyandırdı zeytin çığlıkları. Sessizce düşmediler, direndiler, ses verdiler geceye. Seslerine, onları korumak için günlerdir koca bir varilin etrafında yaktıkları direniş ateşinde ısınmaya çalışarak nöbet tutan köylülerin sesleri karıştı; “Yapmayın, kıymayın, daha zeytinleri üzerinde!..”

Duyan dinleyen olmadı seslerini. Az ötede, yolun kenarında askerleri ile bekleyen jandarma kulaklarını tıkadı seslere. “Sen karışma” denmişti, emir böyle gelmişti. Uykusundan uyanıp direniş yerine, zeytinliklere koşan kadınların karşısına 10’ar 20’şer güvenlikçi dikiliyordu. Kiminin elinde cop, kiminde biber gazı, kiminde demir kelepçeler. Zapt edemediklerini yere yatırıp, sırtına, ellerine, kollarına basıp, arkaya bükerek ters kelepçe ile derdest ettiler. Sesleri çok çıkanı, atıp bir kamyonetin kasasına, henüz aydınlanmamış ovada üç dört kilometre öteye götürüp ıssızlığa ter kettiler. Kiminin ayakkabısını bile alıp, yalınayak bıraktılar. Katliam yerine dönüp, daha sıcak, daha canlı, daha tazecik zeytinleri postallarıyla ezmeye devam ettiler. “Bastığınız kara toprak/boyunuzu aşar bir gün.”

Gün, eski termik santralin küllerinden oluşan kül barajının üzerinden yükseldiğinde, Yırca’nın 6 bin zeytininden ayakta duranı kalmamıştı. On yıllardır zeytin bahçesi, zeytin tarlası, zeytin harmanı olan topraklar, ölü zeytin gövdelerinin sıra sıra uzandığı bir mezarlığı andırıyordu. Tıpkı, 3-4 kilometre ötelerindeki ilçe mezarlığında yan yana yatan maden işçileri gibi... Çok değil 5-6 ay önce 301 maden işçisini, çok masraf olmasın diye güvenlik önlemlerini hiçe sayarak, canın kıymetini umursamayarak katledenler, şimdi aynı topraklarda yaşayan köylülerin canlarını yakmışlardı. Zeytin yaşamdı köylü için, tutunacakları son dalıydı Yırcalı’nın. 30 yıl önce kurulan termik santrallere kurban verdikleri arazilerinden, kala kala bu zeytinler kalmıştı ellerinde. Günlerce nöbet tutmalarının, direnmelerinin nedeni buydu işte. Termik santralin ölüm demek, hastalık demek, yokluk, yoksulluk, açlık, muhtaçlık demek olduğunu 30 yıldır yaşamış görmüş insanların acı feryadıydı yaşananlar. Her köylünün öyküsü birbirine benziyordu, kömür kaderleri olmuş, ömürlerinden ömür yemişti. “Önce tarlalarımızı aldılar, sonra çocukluğumuzun geçtiği kırları, umutlarımızı. Bizi kömüre, bizi karaya, bizi nefessiz kalmaya mahkum ettiler. Zeytinlerimizden işte bu yüzden vazgeçemeyiz.” Tıpkı, HES’lere karşı direnen Karadenizliler’in, sahil yolu katliamınının geçmeyen acısıyla “Denizimizi aldınız deremizi asla” deyişini andırıyordu bu söyledikleri.
Tarihin garip öykülerinden birisidir Yırca’nın ve aslında tüm Anadolu’nun bu iklimde yaşadığı. “İnsanlar aç kalmaya görsün, inançlarını bile yerler” demişti Alman Ozan Bertolt Brecht 100 yıl önce. Baş döndürücü bir gücün metaforunda her geçen gün tiranlığın tarihini yazanlar için bu söz, bu topraklarda başka biçimde söylenir oldu artık; “İnsanlar gücün esiri olmasın bir kere, inançlarını meze yaparlar”...

“%99’u müslüman” ülkemizin, “çok müslüman”, muhafazakar demokrat partisinin iktidarında, müslümanların kutsal kitabı Kur’an’da üzerine yemin edilecek kadar kutsiyet arz edilen zeytin ağaçları katledildi. Sıkça duygu seline kapılıp göz yaşı döken, “çok müslüman” partinin başbakan yardımcısı, “Dağ taş zeytin ağaçlarıyla dolmuştur” diyerek adeta yeni kıyımların haberini veriyor.

ANADOLU’NUN KÜLTÜRÜ DE KURŞUNA DİZİLDİ  

Aristotle Atina Anayasasına zeytinle ilgili şunları yazmıştı; ” Devlet malı veya özel mülkiyet farkı olmaksızın,  ağacını kesen veya deviren herkes mahkemede yargılanacaktır. Eğer suçlu bulunurlarsa idam edilmek suretiyle cezalandırılacaklardır.” Yüzlerce yıllık ömrü nedeniyle “ölmez ağaç” da denilen zeytinin 6 bininin katledildiği bu topraklarda Anadolu’nun kadim kültürü de kurşuna dizilmiştir.  

Ki boşuna dememiştir şair “hüzün ki en çok yakışandır bize” diye. Soma’da, Yırca’da “acının miladı” bir yıl içinde sürekli yinelense de, katledilen zeytin ağaçlarının ölü gövdeleri yanına genç fidanlar dikiliyor bugün. Ve “...unutmayalım / zulüm de biter hayatımızda”.. *
*Ahmet Telli’nin “Acının miladıyla” şiirinden

ÖNCEKİ HABER

Yırcalının termik santrallerden çektiği

SONRAKİ HABER

Zeytin

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa