02 Kasım 2014 04:21

Mağrur madenci ve dogmalara karşı savaş

1991 yılının ilk günlerinde kapkara yüzleri, baretleri ve çizmeleriyle on binlerce madenci Ankara yoluna düştüğünde yine böyle soğuk günlerdi. “Ankara’nın şişmanı işçi düşmanı” sloganıyla hedefe koydukları kişi ise neo-liberalizmin ilk büyük prensi Özal’dan başkası değildi.

Paylaş

Hakan KOÇAK

1991 yılının ilk günlerinde kapkara yüzleri, baretleri ve çizmeleriyle on binlerce madenci Ankara yoluna düştüğünde yine böyle soğuk günlerdi. “Ankara’nın şişmanı işçi düşmanı” sloganıyla hedefe koydukları kişi ise neo-liberalizmin ilk büyük prensi Özal’dan başkası değildi. O gün Çankaya’da oturan prens madenciyi üç kuruşa çalıştırmak ama daha da ötesi madenleri kapatmak ve kurtulmak istiyordu. Bugünkü Çankaya reisi ondan daha ileride. O işçi çalıştırmakla da, madenleri kapatmakla da ilgili değil. O 90’larda kamunun elinde olan madenlerin çeşitli biçimlerde fiilen özel sektöre devredilmesini olumlu buluyor. Ama bunu yaparken işi piyasaya bırakmadan yapmak ve siyasi kazanç sağlamak da öncelikleri arasında. Bizzat denetimine aldığı maden ruhsatı dağıtım işiyle partililerine kazanç sağladığı gibi Soma’da görüldüğü üzere onların da partiye olanaklar sağlamasını bekliyor. Bundan ötesi ise onun gündeminde değil. Böylece işçilerin ücreti, çalışma koşulları vs. ile uğraşmadan, onlarla muhatap olmadan ve tabi “Çankaya’nın şişmanı” olma riskini de almadan yola devam ediyor. Sık sık yad ettiği Özal’dan daha ileride olduğu kuşkusuz.  

Madencilerin ücret, sosyal haklar ve çalışma koşulları artık kamusal değil, özel bir meseleye, madeni bir çeşit kiralama sistemi ile çalıştıran şirketin mahrem konularına dönüşüyor. Devlet yalnızca denetimci olarak zaman zaman madene uğruyor. Çoğu kez hayli yüzeysel kalmak durumunda olan bu denetimlerin sonucunda raporlar tutulup cezalar kesiliyor ama hem denetimlerin hem de cezaların etkili olmalarının imkansız olduğunu da herkes biliyor. Neden mi? Ruhsatı en tepelerden verilmiş, devletle ilişkisini en tepeden kurmuş bir şirketin ciddi bir denetim ve yaptırımla karşılaşmasını beklemek safdillik olacağı için elbette.

Ama son trajik örneği Ermenek madenlerinde yaşanan maden katliamlarına ilişkin anakım medyada sürdürülen tartışmalar safça ya da bilinçsizce madenlerin denetlenmesine, maden işletmesi patronlarının insafsızlığına, teknik yetersizliklere takılıp kalıyor. Bu tür büyük kazalar sonrası bakanlar, şirket yetkilileri, yandaş basın, muhafazakar kanaat önderleri vb. nin oluşturduğu koro ise olayı bir doğal felaket, işin fıtratı, kaderin sonucu olarak yaşanması kaçınılmaz bir talihsizlik olarak  sunmaya çalışıyor.

BIRKAÇ KÖTÜ ADAMIN ICRAATLARI MI?

İki dogma birbirleriyle uyumlu bir işbirliği içinde madencilerin ölümlerini kaçınılmaz, gerçek ölüm nedenleriniyse anlaşılmaz kılmaya çalışıyor: Neo-liberal doğma ve dinsel dogma. Dogma sözlükte “Belli bir konuda ileri sürülen bir görüşün sorgulanamaz, tartışılamaz gerçek olarak kabul edilmesi” diye tanımlanıyor. Neoliberal dogma özelleştirmeyi, kamunun, kamusal olanın kötü olduğunu sorgulanamaz, tartışılamaz bir gerçek olarak ortaya koyarken, dinsel dogma da iş kazalarını bilinemez, öngörülemez yazgılar olarak sorgulamanın ve tartışmanın dışında bırakıyor. Her ikisi de bu kazaları oluşturan nedensellikleri gizliyor, gizemlileştiriyor. Yapılacak sorgulamaları en fazla birkaç kötü adamın icraatları ile sınırlandırıyor. Oysa son örneği Ermenek’te yaşanan maden kazalarının sistemsel nedenler zinciri sorgulanmadan ileri doğru adım atmak olanaksız.

Her çok ölümlü iş kazası sonrası yazılı ve görsel basında bir uzmanlara danışma ve tartışma patlaması yaşanıyor. Ama çoğu kez en iyi niyetli tartışmaların bile vardığı nokta denetimlerdeki ve önlemlerdeki eksikliklerin tespiti oluyor. Bir adım ötesi ise söz ettiğimiz gizemli alan. Türkiye’nin birbirinden uzak coğrafyalarında, farklı şirketler tarafından çalıştırılan, farklı özelliklere sahip madenlerde neden giderek artan iş kazalarının eş zamanlı olarak meydana geldiği sorusunun yanıtı bu tartışma ve uzman görüşü bolluğu içinden çıkamıyor, çıkamaz da. Çünkü yazının başında belirttiğimiz madenlerdeki statü değişimi neo-liberal dogmanın ısrarla tartışma ve sorgulama dışında tuttuğu bir husustur. Tartışmalarda dile getirildiği gibi denetimler ve buna bağlı olarak işletmelere verilen cezalar yoğunlaşsa ne olacaktır? Gerçekte bu denli etkili denetimlerin yapılması yukarıda özetlenen tablo içinde hayli zordur. Denetim yapan iş müfettişi bir maden işletmecisiyle değil, gerçekte doğrudan devletin tepesiyle, iktidardaki partinin ilişki ağlarıyla, yerel siyasi elitle ve bir bütün olarak iktidarın ucuz maliyetlerle aşırı maden çıkartmaya dayalı madencilik politikası ile karşı karşıya gelecektir. Bu bir kamu görevlisi için kolay baş edilebilir bir risk değildir. Herşeye rağmen denetimler yapılır ve yaptırımlar artarsa ne olacaktır? Maliyetler artacaktır. Maden işçileri lehine sınırlı kazanımlardan biri olarak çalışma saatlerini düşüren yasa maddesinin Ermenek’teki ocakta yemek saatlerinin ortadan kalkmasına neden olduğu, maliyet artışlarının maden patronlarınca hemen karşı hamlelerle giderilmeye çalışıldığı görülmüştür. İş güvenliğine dair denetim ve cezaların yaratacağı maliyetlerin de farklı kısıntılarla giderilmeye çalışılacağı aşikardır. Bunu olamaması durumunda ise madenler bu tür işletmeciler için sürdürülebilir rahat bir kar alanı olmaktan çıkacaktır. Kendilerine “İşte toprağın altı, işte ruhsat, işte ucuz işgücü; kaz, çıkar, devlete garantili satış yap” denilerek devredilmiş madenlerin bir dizi yükümlülükle, sorumlulukla, yaptırımla, artan işgücü maliyetleriyle sorun alanına dönüştüğünü gören sonradan olma maden patronları feryat edecek, siyasi lobi faaliyetine ağrılık vererek tavizler peşinde koşacaktır. Nitekim Soma sonrası meclis tartışmaları kamuoyunun özellikle üzerinde durduğu yaşam odası gibi yükümlülüklerin yasal düzenlemelere dönüşmemesi için nasıl sıkı kulisler, lobiler yapıldığını göstermiştir.

KOLEKTİF CİNAYET

Özel sektör eliyle madencilik düşük maliyetli olduğu, olabildiği sürece devam etmeye mahkumdur. Eğer özel sektörü çok sıkarsanız oyundan çekilir ve madenlerin mülkiyeti gibi işletmesi de kamunun elinde kalır. Kamu eliyle maden çıkartmak görece daha maliyetli olacaktır. Çünkü kamuda işçi sağlığı önlemi de sosyal haklar da maliyet unsuru değil insan hakkı olarak görülür, görülmelidir. Sonuçta işin gelip dayandığı yer neo-liberal dogmanın özüdür. Neo-liberal dogma bize insanı değil kârı önde tutmanın mutlak ve tartışmasız bir gereklilik olduğunu söylemektedir. Ama madenlerdeki sonu gelmez kazaların bize söylediği kara dayalı olarak ortaya çıkan maden özelleştirme/taşeronlaştırma sürecinin insan öncelikli olmadığıdır. Yaşam dogmanın sınırlarına sığmamaktadır. Öte yandan bilim, odaların ve bilim insanlarının çeşitli araştırmalarına dayalı bir dizi raporla madenlerde yaşanabilecek kazaları neden sonuç ilişkileri içinde anlatmakta, öngörmektedir ve ne yazık ki bu öngörüler de doğru çaıkmaktadır. Dolayısıyla kazaları kadere bağlayan dinsel dogma da yaşamın gerçekleri karşısında güçsüz kalmaktadır.
Madenlerde olup bitene bu dogmaların dışına çıkarak bakıldığında yaşananların kaza değil, kolektif cinayetler olduğu görülür. Yeni cinayetleri önlemek için cinayet nedenlerini ortadan kaldırmak gerekir. Bunun gerek ama yeter olmayan temel koşulu ise madenlerin kamulaştırılması, böylece insan odaklı, sosyal hak temelinde bir işletmeciliğin ilk adımının atılmasıdır. İkinci hayati adımsa işçi denetimidir. İşçilerin çalışma koşullarının belirlenmesi, güvenlik ve sağlık önlemlerinin alınmasında pasif nesneler dedğil etkin özneler oldukları bir işletme düzeni gereklidir ki bunun da ilk koşulu şüphesiz örgütlü güçtür. 91’in sendikasına sırtını dayamış mağrur (gururlu) maden işçisinin yerine, fotoğraflara yansıyan tek başına çaresiz kalmış, başını iki elinin arasına almış mağdur madencisini geçiren süreç biliniyorsa tersine işletilmesi de mümkündür. Bilimin ve örgütlü emeğin dogmalara karşı mücadelesi madenleri sarmış karanlığı ışıtabilecek yegane güç olarak görünmektedir. 

ÖNCEKİ HABER

Bu bahar daha bitmedi

SONRAKİ HABER

Dans et benimle

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...