31 Ağustos 2014 09:38

İstanbul’un Ankara’sı: Galataport

Üç tarafı denizlerle çevriliydi. Dört tarafını da turistlerle çevrili bir şehir yapalım dediler. Kadir Topbaş, 2004 seçimlerinden hemen sonra, İstanbul’un denize yüzünü açtığı kapısı Galata için yıllardır pişirilen projeyi açıklarken, çoktan turizm odaklı bir gelişme hattına girmişti Türkiye.

İstanbul’un Ankara’sı: Galataport
Paylaş

Fevzi ÖZLÜER

Üç tarafı denizlerle çevriliydi. Dört tarafını da turistlerle çevrili bir şehir yapalım dediler. Kadir Topbaş, 2004 seçimlerinden hemen sonra, İstanbul’un denize yüzünü açtığı kapısı Galata için yıllardır pişirilen projeyi açıklarken, çoktan turizm odaklı bir gelişme hattına girmişti Türkiye. 1994 yılında Galata ve çevresi Bakanlar Kurulu kararıyla “Tophane-salıpazarı turizm merkezi” olarak mimlenmişti. Bu karardan daha bir yıl önce ise “kentsel sit alanı” ilan edilen Galata’nın ismiyle birlikte cismi de yeniden tasarlanacaktı. Kıbrıs Harekatı’nda Rumlara olan öfkenin bir tecellisi olarak Galata isminin yerine Karaköy’ü icat etmeleri de unutulmamış mıydı! Bu da unutulurdu: İstanbul’un üç tarafının denizlerle çevrili olması. Ankaralılaştırmanın bir biçimiydi sanırım bu. Rivayetler belki de böyle gerçekleşecekti. Özal Başkenti İstanbul’a taşımak istediğinde, Anayasa’nın değiştirilemez maddeleri arasında yer alan “Türkiye Cumhuriyeti’nin başkenti Ankara’dır” ifadesi canını sıkıyordu. Akıl hocası Adnan Kahveci’ye bu durumu danıştı. Kahveci, Özal’a İstanbul’un adının Ankara, Ankara’nın da adının İstanbul olarak değiştirilmesini önerdi. Önerisi politik sağın dehasının bir ürünüydü. Bu belki de bir rivayetti. Ancak, İstanbul’un dört tarafının turistlerle çevrilmesi ve bir kara kıtası olması rivayet değildi.

TASARIM OLAN: TEKNEDEN TEKNİSYENE

Bir tasarımın adıydı aslında Galataport. Tabanlıoğlu Mimarlık, 2001 yılında Denizcilik İşletmesinden kruvaziyer liman projesi tasarım ihalesini aldığında, “techne” simülasyonu işaret fişeğini çakmıştı. İstanbul’a milyonlarca turist gelecekti. Bir başlangıç noktası olacaktı İstanbul. Farklı limanlarda destinasyonlar yapılacak, zengin turistler yaratılan sette, iğfal edilmiş gerçeği gezerek döviz bırakacaktı.  Brecht’in gerçeğin taklidinin yeniden imalı olarak vurguladığı ideolojik yanılsama İstanbul’a demirleyecek Titanic’leri icat ediyordu. Bu icat, “Salıpazarı kruvaziyer limanı projesi” olarak ete kemiğe bürünecekti. Tasarımın geldiği nokta buydu. İstanbul’un Tac Mahal’i Topkapı Sarayı olacaktı. Sıfatıyla malul “zengin” turistler, alışveriş merkezlerini gezmeden önce, Topkapı Sarayı önünde bir anı fotoğrafı çektirecekti. Kılıç Ali Paşa Cami, Tophane ve Sedat Hakkı Eldem… mimari, bütünden parçaya; çoğulluktan sıralı olana doğru, “turizm rehberi”nde yanına tik atılası, seyirlik bir metaya dönüşüverecekti.

Set tasarımcısının şehirle kurduğu diyalogda, şehir tasarlananın nesnesiydi. Davutoğlu’nun işaret ettiği “epistemolojik kopuş” işte buydu. Yaşayan ile yaşanılanın farklılaşması, yabancılaşması. Yaşatılan ile yaşananın yarılması.

Peki, nasıl mı gelecekti şehre? Nesne, öznesini hızıyla arzulatacaktı. Metaların dolaşımının hızıyla. Başını döndürecekti ve büyüleyecekti. Bir anda çarpacaktı. Karakterlerin değil seyirlik olanın hızıyla. İşte onun için de 3. Köprü ve havalimanı hayat bulacaktı. Tüm bu politik şehir tasarımı, dört tarafı turistle çevirmek için değil miydi?

NESNESİNİ BULAN ŞEHİR

VilémFlusser’in, “Tasarım” sözcüğünün etimolojisi üzerine çalışırken, gemi yapımcısı, mimar, sanayici gibi tasarımla dolayımlanan tüm sözcüklerin “hile” fiiline yakınsadığını keşfetmesini hatırlamamak elde değildi.12. Yüzyıldan beri,Galata’nın teknelerinden şehre bereket akıtanların güvenle yanaştığı limanın dönüşümü,  kuvveden fiile çıkması böyle bir zaman sıkışmasıyla maluldü. Techne salt bir tasarlama ve rasyonel edim olmaktan çıkalı çokça zaman olmuştu elbette. Ancak tekniğin odağı,geç kapitalistleşenlerin tornasında, Latincesiyle “tornus”a yani turiste kaymıştı.Bir başa “dönme” hikayesiydi aslında yaşatılan. İspanya’nın ve Yunanistan’ın deneyimlediği hizmet sektöründen, turizmden büyüme hayallerinin 30 yıllık veçhesiydi Galataport. Krizin mimarlığını inşa edenler için, bu simülasyon şehircilik; Nuh’un Gemisi’nin demir atacağı kentsel krizi bu limandan başka limanlara gönderecek “altın” anahtar olacaktı. Pek tabi, böyle bir liman özelleştirilebilir ve dört tarafı turistlerle çevrilebilirdi.  Yeni Türkiye’nin İstanbul’u tam da burasıdır. “Müsait bir yerde inecek olanlar” için değil;  “masa da masaymış ha” diyecekler içinse hiç değil.

ÖNCEKİ HABER

İnşaat ekonomisinin Arhavi eşiği

SONRAKİ HABER

Duaq Alnajjar

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa