03 Ağustos 2014 08:10

Türkiye’nin Hiroşima’sı nereye akar?

Mekansal Planlama Genel Müdürlüğü’nün kapısında bir grup genç “bir daha asla” diye slogan atmaya başlayınca, özel güvenlikle birlikte ÇED raporunu hazırlayan firmanın takım elbiseli, kariyer basamağının kıyısında duran ücretli çalışanları kapıya fırladı.

Türkiye’nin Hiroşima’sı nereye akar?
Paylaş

Fevzi ÖZLÜER

Mekansal Planlama Genel Müdürlüğü’nün kapısında bir grup genç “bir daha asla” diye slogan atmaya başlayınca, özel güvenlikle birlikte ÇED raporunu hazırlayan firmanın takım elbiseli, kariyer basamağının kıyısında duran ücretli çalışanları kapıya fırladı. Genç ve bıçkın olanı “bunlar nereden duymuş toplantıyı” derken, döner kapıdan içeri girdim. Kapıdan sola dönünce, toplantı için gelmiştim bir yaka kartı rica ediyorum dedim, danışmada bulunan görevliye. Yaka kartımı taktım. Kapıdan geçip, sağa döndüm.  Onlarca “Çevresel Etki Değerlendirmesi İnceleme Değerlendirme Komisyonu”  toplantısına katılmıştım, ama bu toplantıya gelen pasta börekler kadar şekillisine pek rastlamamıştım. İlk toplantıya getirdikleri de pek öyle albenili değildi. Salona girdim. Orta sıralarda boş yerler vardı, kürsüde firmanın sahibi sunumunun üçüncü slaytına geçmişti. Yerime oturduğumda, yurttaşların ve ilgili idarelerin ilk toplantıda ileri sürdükleri itirazlara cevaben sayılar uçuşuyordu havada: “3000 sayfalık bir rapor hazırladık, 150 kişi çalıştık, 5 üniversiteden görüş aldık…”
Beklediğim konuya gelmesi ise pek uzun sürmedi kürsüdekinin: “Nükleer atıkların imhası meselesini ise Akkuyu Nükleer Güç Santrali kapatıldıktan sonra gündeme almaya karar verdik.” dediğinde, öfkeli gülümsememi içime gömdüm. Nükleer atıkların Türkiye’de kalacağını “nurjuva nezaketiyle” ifade edivermişti firma yetkilisi. Gerçi üç yıl önce Rusya ile Nükleer Anlaşma yapıldığında, anlaşmada atıkların ne olacağı yazmadığından, aklıma düşüvermişti. Bu atıkları Toros dağlarında açılan maden ocaklarına gömerler, Tüm Çukurova’yı bitirir bunlar, demiştim sanrıyla karışık. Kötü düşünceleri hızlıca kovduğuma sadece üç yıl sevinebildim. Belli ki nükleer santral fetişizmi, atalarımızın ve torunlarımızın parantezinde bir yara gibi üç nokta bırakacaktı...
Kürsüdeki,  “Mersin Akkuyu’ya defalarca gittim, ne güzel bir deniz” demeye yeltendiğindeyse, sözün bana gelmesini bekler oldum.  Sunum  hakkında yurttaş ve yurttaş örgütleri temsilcileri söz alıyordu. Rakamlara rakamlarla cevaplar veriliyor, biçare karşı raporlardan dem vuruluyor;  Akdeniz’in ısınmasının yaratacağı küresel iklim değişikliği sorunlarının ve nükleer atıkların maliyeti anlatılıyordu… Son söz bana düştü: “Nükleer atıkların Türkiye’de kalacağını yetkili firma temsilcisi ifade etti. Atıkların ne olacağını bir önceki toplantıda sormuştuk. Merak ettik ve araştırdık. Rusya Hukuku’na göre bu atıkların Rusya’ya girmesi zaten mümkün değilmiş. Bu durumda 15 cent’e enerji mal edeceğiz diyenler bir daha düşünsün. Enerji maliyeti en az üçe dörde katlanacak, bu durumda da bu işi enerji elde etmek için yola çıktık, demeniz mümkün olmayacak ya enerji kestiriminizi ya da söylemlerinizi gözden geçirin.” dedim.  Söylenecek çok şey vardı. Zaman ise sınırlıydı, sözcüklerin ucunu kıvırarak konuşmam gerekiyordu. Bu toplantının bugün burada yapılacağını, bu santrali istemeyen bürokratlarınız sayesinde öğrendik, açıklamadınız; nükleer santrali denetimden kaçırmak için uluslararası anlaşma yaptınız, sonra ÇED sürecinden muaf tuttunuz ve açtığımız davalar ve mücadeleyle bugün bu ÇED toplantısı yapılır oldu. Toplantı raporlarını istedik, vermediniz, Bilgi Edinme Değerlendirme Kurulu bu bilgileri verin, dedi; ticari sır saymaya kalktınız. Dilim şişmiş gibi anlatmak, sıcak denizlere inen Rusya’nın beyaz Türklerine  uzun uzun Akkuyu’yu resmetmek istedim. Ama bizden bilgi belge saklayarak, bu işi zor yaparsınız diyebildim.
Kürsüdeki yerine geçmiş oturmuştu. Döndü arakasına şöyle bir baktı. Göz göze geldiğimizde beni hatırladı. Evet, dedim gözlerimle,  sen daha önce Gerze Termik Santrali Projesi’ni yapan kişisin ve Gerze halkı raporunuzu koltuğunuzun altına yerleştirip, şehrin kapısına koymuştu. Orada da avukattım, dedim. Gözlerini kaçırmaya çalıştı. Unutmadık, Gerze ÇED raporunda, nükleer santraller dünyanın başına beladır ve atık sorunu çözülmediği için ekolojiye zararlı ve ekonomik açıdan maliyetlidir yazmıştınız, ama şimdi görüyoruz ki dünyanın en iyi enerji kaynağı diye savunuyorsunuz, dedim. Bu kez gözlerini kaçırmayı başardı.
Oturum başkanı, dilerseniz bir ara verelim dediğinde, yerimden fırladım, lobiye geçtim. Lobideyse, nükleer atıkların bertarafından sorumlu kurumu temsilen gelenle göz göze geldik bu kez. Dilimin çatalından kanamaya başladım: “6 Ağustos 1945 hiçbir şey hatırlatıyor mu acaba size?​” dedim. Tanıdık bir tarih ama tam çıkartamadım, daha doğmamıştım o tarihte, dedi.  Hiroşima’ya atom bombası atıldığında üç yaşındaki bir kız çocuğu Hihiyama Köprüsü’nün üzerinde annesinin eriyen kalçasına sarılıp, suyla serinletmeye çalışıyordu, cansız bedenini;  bilmem hatırladınız mı? dedim. Yok mühendislik okudum, tarihle pek aram yoktur, dedi. Sayılar ve istatistikle tüm dünyayı denetleyebileceğini düşünüyordu o bombayı atanlar, dediğimde; börekler soğumasın o tarafta konuşalım isterseniz, dedi.
Yenik düşmüş bir taraftan intikam almak için o bombayı milyonlarca insanın üzerine yine de attılar, Hiroşima ve Nagazaki’de dediğimde, burada bir bomba yapılmayacak; peynirliymiş poğaça da koca şirketsin kıymalı getirt şuraya kardeşim, dedi.
Peki dedim, daha Gaziemir’de binlerce ton atığı temizleyecek ekibiniz, kadronuz yok; toplumun haberi olmadan gece karanlığında nereye, nasıl götürdüğünüzü bilmediğimiz atıkları topladığınızı söylüyorsunuz, bir olası patlamada veya atıkların imhasında ne yapacaksınız burada dediğimde,  aslında biz de şimdi bu koşullarda istiyor değiliz; ama Tahkim nedeniyle bu süreç ilerliyor, dedi. Uluslararası anlaşma yapılırken bu durumu çokça söylemiştik size, önümüzdeki kırk yıl boyunca Türkiye’nin dış politikasını Rusya’ya emanet edecek bir proje yürüttüğünüzün farkındasınız değil mi? dedim. Galiba değiliz, der gibi;  biz memuruz işimizi yapıyoruz, rakamları çıkarıyoruz, ama içerde pek çok kişi bu işin yapılmasını istemiyor, siyasetçilere gidin anlatın derdinizi dedi. Hangisinden başlayalım, Hiroşima’ya atom bombası atandan mı? Suriye’yi yeniden imar etme projesiyle Rusya’ya nükleer santral yaptırma sözü verenden mi derken, çan çaldı. Genç kadın, “toplantımız başlamak üzeredir, lütfen yerimize geçelim” dediğinde; kimliğimi aldım, kapıdan çıktım. On üç yaşındaydım nükleer santral yapılacak diyordu Demirel hükümeti ve kontrgerilla yılları hızla büyüyordu. Otuz beş yaşına geldiğimde değişen bir şey yoktu. İçerde bir memur daha emekli ikramiyesinin hesabını yaparken, önümden geçen yoldan dört otobüs güneye doğru akıyordu, deposunda on numara yağ ile dolu.Yokogawa Köprüsü değildi şu karşıdaki köprü; ama hep o genç kızın çığlığı aklımdaydı: “Kızım öldü değil mi, umarım ölmüştür.” Cehennemi görenlerin yani hibakuskaların son çığlığıydı bu.

ÖNCEKİ HABER

Türk’ün nükleer atıkla imtihanı!

SONRAKİ HABER

Omurgasızlar, sürüngenler, bukalemunlar

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...