29 Haziran 2014 07:56

Heyyamola!

Biz dört kişiydik o vakitler. İlk gençlik hayallerimizdendi Karadeniz turu. Bozkırın sarısı da güzeldi fakat Karadeniz yeşili girmişti düşümüze bir kere. İflah olmadıysak da insanın her istediği, istediği zaman olmuyor, bilirsiniz. Sonra hepimiz bir yana... Attık çıkına hayalimizi 15 sene taşıdık velhasıl.

Heyyamola!
Paylaş

Ayşen GÜVEN

Biz dört kişiydik o vakitler. İlk gençlik hayallerimizdendi Karadeniz turu. Bozkırın sarısı da güzeldi fakat Karadeniz yeşili girmişti düşümüze bir kere. İflah olmadıysak da insanın her istediği, istediği zaman olmuyor, bilirsiniz. Sonra hepimiz bir yana... Attık çıkına hayalimizi 15 sene taşıdık velhasıl.
Düşeşi bulduk geçen hafta, dörtlüyü toplayamadık ama bugünün ikilisi olarak Artvin’e gidiyorduk. Uçaktan inip Batum’u gördüğümüz an “evet başka bir şehirdeyiz” hatta “başka bir ülkedeyiz” dedik doğrusu. Zaten dış hatlardan binmiştik üzerinde “Hopa” yazan biletle uçağa velakin Batum’dan sonrası otobüsle imiş, giderken anladık. Daha sonraki günlerde Artvin’de dinleyeceğimiz “bu bizim sosyal bir sorunumuz artık” diye anlattıkları; bölge erkeklerinin paralel hayatlarının merkeziydi burası aynı zamanda. Yani hasatın kumarda harcandığı, “2. ailelerin” kurulduğu yerdi de. Çaresi zor bu dert bir yanda dursun yol boyunca mimarisine rastlamadığımız binalar, tertemiz bir kumsal, iskambil kağıtlarından tabelalarla süslenmiş kumarhanelerin arasından geçip “dış hatlardan” yani Batum’dan iç hatlar olan Hopa’ya Karadeniz’in büyülü doğasının ekmek kırıntılarını toplaya toplaya girdik.

HES KÖTÜ DE ÇEVRESİ İYİ

Gönül isterdi ki Çoruh’u takip ederek bulalım şehri, ne mümkün! Herhalde kaybolurduk. Neden mi? Hani “su akar yatağını bulur” ya. Artık suyun yolunu şaşırtmışlar Artvin’de. Kaynağından başını gösteren su, itinayla delinen dağların içindeki karanlık tünellerden saptırılmak suretiyle barajlara, HES’lere dökülüyor. Sonra o suyun düşemediği yatağının çevresindeki, ağacı kuşu, börtü böceği, hasatı bostanı, insanı beklese ne fayda! Suyun ilhamı, dağların tıraşlanıp, içine her biri 200 ton taşıyabilen onlarca çivinin çakıldığı, yanı başındaki ağaçla bezeli dağla çelişen koskoca bir araziye hapsedilmiş. Aynı günün akşamında Artvin valisinden öğrendik “Dünyanın 2. Türkiye’nin 1. en hızlı nehri” olduğunu. Yani akabildiği zamanlarda uslanmaz olduğunu. Görseniz siz de “keşke uslanmasaymış böylesine” derdiniz. Üstelik valinin bunları anlattığı toplantıya giderken Hopa dağından aşağı nehir yatağı boyunun şantiyeye döndüğünü görmüştük.Çiçeği burnunda belediye başkanı da “HES’lere karşıyım” dedi aynı toplantıda. Birkaç gün sonra Artvin’in sebze, meyve ihtiyacını karşılayan en verimli topraklarına sahip 15 köyünü sular altında bırakan Deriner barajının müteahhitiyle konuştuk. Allah sizi inandırsın o da HES’e karşı. 176 baraj ve HES yapımı planlanan Artvin’de 26’sı işler durumdayken HES’e karşı olmayı müteahhit, baraja methiyelerle açıklıyor. Anlayacağınız HES kötü de çevresi olan baraj iyi! Yöre halkına göre iklim değişiyor, onca ağaç kıyımı, savaşlarda yakılan, boşaltılan köylere aşina ülkemizde yeni bir savaş var ki Karadeniz’de köyler sular altında kalıyor. Oralarda yaşayanların bütün hayatı, geçmişi de baraj suyu altında kayboluyor. Kırmızı pullu alabalık kuruyan deresinde çırpına çırpına can veriyor. Baraj iyi öyle mi? Yapımına iş bekleyen Artvinliler yerine dışardan işçi getiriliyor, yöre halkının dediğine göre; yağmur azalıyor, nem oranı artıyor  bir de. Yani “faydaları” say say bitmez!

ARTVİNLİYE YİNE PİYANGO; SİYANÜRLE ALTIN MADENİ

Sonuçta baraj deyip HES deyip biri şehri satmış, biri ağacını kesmiş, biri deresini kurutmuş, biri bunlara izin vermiş, biri de yemiş! Halk “istemiyoruz” demiş ülke ihtiyacının yüzde 1.5’cuk enerji ihtiyacını karşılayan bütün bu temaşadan halka düşen yine kesilen elektrikler olmuş.
Biz orada her zaman daha da güzel bir doğayla karşılaşmanın mümkün olduğuna şaşarak gezerken, Artvinliye bir piyango da siyanürle altın madeninden vurmak üzereymiş. Zaten yine valinin malum toplantıdaki madencilikle ilgili beyanı “Maden olmazsa olmaz. Bir orta yol bulunacak” şeklindeydi. Meğer yeni bir ortaoyunun dekoru daha Artvin dağları, ormanları, suyu olacak demek istemiş.

‘GÜNEŞTEN YANACAĞIZ SUSUZLUKTAN YANMAYACAĞIZ’

Neyse Başkan şunu demiş, vali böyle buyurmuş, müteahhit yan yatmış, Artvin/Karadeniz ketenpereye getirilmiş. Şavşatlı ablamızın dediğine bakalım biz; “Güneşten yanacağız ama susuzluktan yanmayacağız”. Nihayetinde dönersek Ahmet Kaya’nın o hayatın her haline röveşatayla vuran dizesine “su akar yatağını bulur”. Siz şaşırtsanız da arıyor o yerini. Artvinliler pes falan demiyor, eyvallah demiyor hâlâ. Bergama’yla yaşıt siyanürle altın madenciliği hikayesini yazdırmamışlar, 15 yılı geçmiş.
Bizim için yaşadıklarımızca büyük, Karadeniz için vakti küçük gelen, bir sevindik bir üzüldük gezimizden, dar yerimize sığmayan bir dolu hikaye yeni bir gezinin hayalini kurdurttu bile. Sazanlı, kefalli, kırmızı pullu balıklı nehirleri, dereleri damla damla eksilirken balıkçıların ağları çektiği gibi inatla, gayretle çekiyor Karadeniz insanı mücadelesinin ağlarını. Bizden söylemesi onların ellerinde; bir gün bir ağacın dalı, suyun damlası gelir sizden hesap sorar. Eee o zaman hep bir ağızdan, makamını da vererek; heyyamola!

ÖNCEKİ HABER

Bir Artvin Masalı

SONRAKİ HABER

1999

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...