23 Mart 2014 07:32

Minik kelebek

“Kökünü kazıyacağız” dedi ama şifreleri kırıp kilitleri açmanın ustası olmuş yurdun insanına sökmesi birkaç dakika aldı. Ertesi sabah, cep telefonundan tape yayını yapılan toplu taşıma araçları toplu DNS ayarı değiştirme dersine dönüverdi. Twitter hesabı olmayanlar hesap aldı, etiketler dünya listelerine girdi, mesaj atma rekorları kırıldı ve bunlar olurken bütün yandaşlar tabii ki yüzleri kızarmadan Twitter yasağını savunmaya Twitter’a geldi.

Minik kelebek
Paylaş

Çağdaş GÜNERBÜYÜK

Biri kelebek kanatları takmış maviler giymiş öğrencilere, öğretmenlerinin söylettiği çocuk şarkısı şöyle başlar: “Minik minik minik kelebek, uç özgürce, durmak ne demek / altta gezinme yüksekte dolaş / çalış çabala en başa ulaş”. Çocuklar “uç uç uç, koş koş koş” şeklindeki nakaratla sahnede uçuşurken, hemen yanlarında bir masada oturan denetim görevlisi şarkıyı keser. Program aceleye geldiğinden çekildikten sonra denetlemeye vakit kalmamıştır, herkesin işini kolaylaştırıp denetimi çekim sırasında yapmaya karar vermişlerdir. “Minik kelebek” kısmına itiraz etmez görevli, ama sırası geldikçe şarkının her tarafına kulp bulmaya başlar, “özgürce uç da ne demek, altta gezinme olur mu” diye uygunsuzlukları tespit eder. Şarkıda sakıncalı bir yer mi vardır? “Sakıncalı değil, mahzurlu. Mahzur kelimesinin yanında sakınca göz yaşları içinde kalır.”
Şarkı sansürlenmez elbette. Değişikliklerle adım adım yasağa uygun hale getirilir. Farklı bir güfteyle daha ağırbaşlı bir hal alır: “Minik kelebek / miniksin kelebek / dur sakince dur uçmak ne demek / fazla gezinme git bir dalda dur / kanat çırpmadan otur / özgürce uçmak tehlikelidir / uçan ya hain ya da delidir”. Çocuklar selam verir, perde kapanır, seyirci alkışlar.
Devekuşu Kabare’nin 1980’lerde sahnelediği Yasaklar oyunundan bir bölüm, Minik Kelebek. Ama “Dur sakince uçmak ne demek” sözleri, sosyal medya kuşlarının uçmasının yasaklandığı bugünler için söylenmiş sanki. Oyunun başlarındaki “Gel çık işin içinden, nasıl sıraya koysak / öyle çok yasak var ki, hangi birini saysak” dizeleri 12 Eylül sonrasını ve Özal dönemini anlattığı kadar, bugün de geçerli ne de olsa. En büyük farkı, artık kanat çırpmadan oturmayan herkesin hem hain, hem deli olması. Hain ilan edilmek zaten kolay. Yüzüne karşı her yalan söylendiğinde, ortaya dökülen en büyük pislikler bile yokmuş gibi davranıldığında insanın kendini deli gibi hissetmesi de öyle.
Öfkeyle karışık gülmek için çok fırsatımız olsa da, mizahçıların işini çok zorlaştıran bir ülkede yaşadığımız bir gerçek. Başbakan’ı nasıl öveceğini bilemeyen bir medya kişiliğinin ifadesiyle; “Artık hayal edemiyorum, çünkü ben hayal etmeden siz yapmış oluyorsunuz.” Onun gibi herkesin yerlere yatırılıp üstüne asfalt döküldüğü bir ülkeyi bayılarak değil de, espri olsun diye hayal edin isterseniz, kabuslarınıza girsin ya da, oldu işte, oluyor.
Yasaklar hakkında hayal kuran kimsenin aklına gelir miydi mesela, bayraklı meşhur reklamın ardından gerçekten yaşananlar? Bayrağın propagandada kullanılamaması diye, siyasetle tanışmış herkesin elbette bildiği kırk yıllık kurala aykırı olduğu ancak şikayet üstüne saptanınca, reklam kaldırıldı. Oysa, kim olduğu belli olmayan birileri, devasa bir bayrağın gönderden inişini görünce dört bir yandan işini gücünü bırakıp koşarak insandan bir kule oluşturuyorlardı sadece, İstiklal Marşı eşliğinde. Yine tek bir kişiyi tepeye çıkarmak için herkesin üst üste yığıldığı oyun konsolu reklamının bayraklısı gibiydi. Yeni versiyonda bayrak da gitti, yerine “Millet eğilmez Türkiye yenilmez” yazıldı. Reklam çekilirken direğin devrildiği, platformun çöktüğü, onlarca kişinin hastanelik olduğu ortaya çıkınca, sete ambulanslarla beraber giden öteki partinin belediye başkan adayı açıklamıştı; “fazla yüklenme nedeniyle bir çökme olmuş.”
Aslında, dramatik anlatıda önseme terimiyle ifade edilen bir hadise vardır, genelde sembolik ipuçlarıyla sonradan gerçekleşecek olayı ima etme anlamında. Duvarda görünen silahın patlayacağını herkesin bilmesi gibi, yarıya inen bayrak da bir tesadüf değildir belki. Sen hayal etmeden yapanlara önseme mi dayanır?
İşte o bayraklı filmin yayınını seçim kurulu durdurunca, hayal gücünün önündeki en büyük engele söz düştü: “Biz de onu yasaklarız. Yasağa yasak getiririz.” Bunu kim öngörmüştü derseniz, en özgürce uçan kelebeklerden, güzel insan Yıldız Tilbe elbette. “Akarım sonsuza deli sel gibi” diye başlayıp bir meydan okuyuşu var; “Sen öyle bela deli sev ki beni / Bütün yasakları yasakla”.
Bütün yasakları yasaklamakla, sadece işine gelen yasaklarla bağlanmış bir memleket kurmaya çalışmak arasında fark var tabii. Yasak anlayışı belli olsun, başkasıyla karıştırılmasın diye de hemen arkasından kuşları bağladı zaten. Milyonlarca kullanıcısı olan, dünyanın en büyük sosyal medya araçlarından Twitter’a girilmez oldu. “Kökünü kazıyacağız” dedi ama şifreleri kırıp kilitleri açmanın ustası olmuş yurdun insanına sökmesi birkaç dakika aldı. Ertesi sabah, cep telefonundan tape yayını yapılan toplu taşıma araçları toplu DNS ayarı değiştirme dersine dönüverdi. Twitter hesabı olmayanlar hesap aldı, etiketler dünya listelerine girdi, mesaj atma rekorları kırıldı ve bunlar olurken bütün yandaşlar tabii ki yüzleri kızarmadan Twitter yasağını savunmaya Twitter’a geldi. Henüz “twit atan ya haindir ya deli” diyen olmadı galiba. Ama kapama kararı yok, şöyle giriliyor, burdan demin giriliyordu, gelip gidiyor derken, Gezi’yi düşünmesen bile akla getirmek için ellerinden geleni yapmış oldular, açıp kapayarak.
O filmin daha iyisi var aslında. Bayrağın da adı geçiyor, kendi yok. Yasağa uygun. İnsan kulesinden daha gerçekçi. Olaylar metroda geçiyor, bütün Anadolu mitinglerinde alkışlanan İstanbul metrosunda. Kabadayının biri, Berkin’i anan bir grup gencin üstüne yürüyüp tehditler yağdırıyor, küfürler ediyor, “Çıt çıkmayacak ulan” diye bağırıyor. “Tek vatan, tek bayrak.” Tanıdığınız biri değil bu. Ya da neyse, tanıyıp tanımadığınıza siz karar verin. İyice saldırganlaşınca gençler bunu araya alıyorlar. Hani, “fazla yüklenme nedeniyle çökme” diyelim, siz anlayın. Sesi biraz az çıkıyor ama duyuluyor yine de, “Vurma abi” deyişi. Tekrar ayağa kalktığında artık o eski kurabiyeden eser yok. Az önce övdüğü ne varsa, ilk önce ondan vazgeçiyor: “Bu ülkenin... bu milletin...”
Hayal demeyin, oldu bu. “Çıt çıkmayacak” diye bağıran hayal bile edemeden oldu.

ÖNCEKİ HABER

‘Bakara makara’ değil dayanışma

SONRAKİ HABER

Newroz\'dan Newroz\'a

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...