23 Mart 2014 07:05

Bir Küçük Newroz Hatırası

Ben küçükken sanırdım ki Newroz da anılması gereken acı bir gündür; bir katliamın yıldönümüdür.

Bir Küçük Newroz Hatırası
Paylaş

Ayşen AKSAKAL

Ben küçükken sanırdım ki Newroz da anılması gereken acı bir gündür; bir katliamın yıldönümüdür.
Doğru dürüst bir şeyler okumayı becerdiğim dönemlere denk gelir Demirci Kawa’yı duymam ve aslında Newroz’un, Kürt Halkı’nın bir özgürleşme kutlaması olduğunu öğrenmem.
Tam anladığımı sanmışken; 1992’de Newroz kutlamalarında 94 kişinin katledilmesi ile yine karışmıştı kafam; bir zamanlar kutlamaysa bile ‘92’den sonra artık anmaydı bizim için sanki? Demirci Kawa’nın zaferine ne olmuştu da aynı mücadele habire yeniden başa dönüyordu?
Newroz ve Nevruz tartışmaları yaşandı ‘90’ların 2. yarısında. Biraz araştırdığımızda; evet bir çok halkın bahar bayramı; ekinoksa denk gelen bir kutlamaydı; tüm Ortaoğu halklarında bir şekilde vardı. Ama benim için hep Newroz’du, aksi ölen onca insana büyük haksızlık olurdu.
1996’da Newroz zamanı; halk oyunları ekibi ile birlikte renk alerjisi olan bir iktidar sebebi ile göz altına alındım. Rengarenk kostümlerimizden seçilen sarı yeşil ve kırmızı renkler yüzünden Roman davulcumuz, Muhacir zurnacımız, diplomalı halk oyunları hocamız ile birlikte nezarette yaptık provayı. Oysa benim şalvarım mordu, üçetekliğim ise pembeli.
Doksanlarda biber gazı icat olmamıştı, direk copla giriyorlardı. Biz çok dayak yememiştik, gençtik, güldük geçtik. Şanslıydık; savcılıktan salınıverdik; pabuçsuz el örgüsü çoraplarımızla.
‘97 ve 2001 arası tüm Newroz kutlamalarında üniversitedeydim. Her birinin yeri ayrı ama 2001 en özeli.
2001 yılında Newroz; Diyarbakır’da 500.000, Mersin’de 70.000, Adana’da 40.000 kişiyle; İstanbul Üniversitesi Merkez Kampüs’te ise tam kadro ile kutlandı.
2000 yılında güya izin verilecekti yine de binlerce gözaltı olmuş, kutlamalar pek çok bölgede olaylı geçmişti.
Ama her sene olduğu gibi 2001 yılında da bir umut, bir coşku vardı.
İstanbul Üniversitesi; adına tezat şekilde aslında tam bir Anadolu Üniversitesi’dir. Dersim, Urfa, Mardin, Diyarbakır, Hakkari, Ağrı, Van’dan çocuklar gelir en çok. Bu bölgelerde 90’larda çocuk olmak dediğin şey, adaletsizliğin göbeğinde büyümek demek. Haliyle bu çocukların ideali; Hukuk, İktisat ya da Siyasal Bilgileri kazanmak ve sonunda bir şeyleri değiştirebilmek.
1992’deki Newroz’u yaşayan, dinleyen, akan kana şahit olan, kutlamanın katliama dönüşebileceğini bilen, kaybetmişliği yaşadığı için kaybetmekten korkmayan mücadeleci çocuklardı bunlar.
2001’de her seneki umut ve heyecan ile, halkoyunları ekipleri hazırlandı, öğrenci bursları ile rengarenk şekerler alındı, elde süslendi sepetler kurdeleler ile, içleri şekerle ve çiçekle dolduruldu.
Kürtçe oyunlar çalışıldı, Türkçe - Kürtçe şiir düetleri hazırlandı.
Mart ayı 8 Mart ile başlar ve hep dramla devam ederdi; Gazi, Halepçe ve o dönemler Hasankeyf vardı gündemde. Bunca acı içinde bir nimetti Newroz, birikmiş halayımızı akıtacağımız, davullara vuracağımız, elele ateşlerden atlayacağımız, gülüşümüzü serbest bırakacağımız gün olacaktı.
Benim son senemdi.
Bunca yıl; arkadaşlarım bıçaklanmış, kemikleri kırılmış, okuldan atılmış, uzaklaştırılmış, bazıları tutuklanmıştı. Ben okulu burnumda kırık bir kemik, bir dünya hatıra ve ömürlük dostluklarla bitiriyordum, 3 ayım kalmıştı.
Sonra dönem rektörü Kemal Alemdaroğlu bir açıklama yayınladı, dekanlarla iletti, lastik yakılması kesinlikle yasaktı!
Zaten düne kadar Newroz da yasaktı, içine bir yasak daha alamayacak kadar da yasaklı kalmıştı.
21 Mart günü şenlik sabahtan başladı, öğlen davullar çalınmaya, halay çemberi yedinci dış halkaya ulaşmıştı. Açıkhava tiyatro gösterisinden sonra alkış kıyamet kopmuş; sesleri duyan Hasan Ali Yücel Eğitim Fakültesi alkış seslerini duyup gelmişti.
Dinlerken ağlamak için Kürtçe bilmeye gerek olmayan bir şiir okunuyordu. Sonra araya tanıdık bir efekt girdi “biribip”
Biz okul sivillerini tanırdık, birbirimizden nefret ederdik ama ilginçtir ki başka semtte karşılaşınca evde gibi hisseder gülerek selamlaşırdık. Biz iyiliğimizden, istemedikleri bir işi yaptıklarına inanmak istiyorduk, onlar süt çocuğu suratlarımıza bakıp arada üzülüyorlardı sanırım. Ya da bildiğin Stockholm Sendromudur belki.
Ama ne zaman işler ciddiye binse, yüzünü hiç görmediğimiz siviller hasıl olurdu kampüse.
İşte bu “biribip” telsiz sesini duyduğunda kitle, ani bir refleksle açılıverdi kenara, ortada tek başına, olanca bıyığı, üzerine oturmamış taklitçi kadife pantolonu (kumaş pantolon gibi ortasından iz yaparak ütülenmişti) ile kalakaldı, ağzından tek kelime çıktı “Ayyyy”...
Sonra sakin hareketlerle telsizi çıkardı ceket cebinden, kapattı. “Pardon ya” dedi, kahkahalarımızla bizi baş başa bıraktı gitti.
Sonra biri bağırdı “Siviller, şimdi telsizlerinizi alıp gidin, gördünüz işte eğleniyoruz bugün burada size ekmek yok. Ya şimdi gidin ya da çok dikkatli olun!”
Nasıl oldu anlamadık ama 3-5 kişi daha cidden ayrıldı kitleden, dönüp arkalarını, çaktırmadan telsiz kapatmaya çalışarak uzadılar.
Halaya dönüldü yine.Sonra neşeli zılgıtlar duyuldu aniden, binlerce kuş tepemizde ötüyor gibi.
İnsanlar alkışlar ve çığlıklarla kenara açılıyordu. Sonunda belirdi; hayatımda görüp görebildiğim en büyük, en hacimli, en devasa lastik 8-10 kişi tarafından yuvarlana yuvarlana orta alana getirildi.
Traktör lastiğinin zannımca en büyük boyuydu.
4 sene boyunca hiç bir acı haberde ya da şaşaalı kutlamada, konuyu politik bulup katılmayan binlerce siyasal öğrencisi vardı en ironiğinden.
İşte o lastiğin yarattığı coşku ile, o apolitik siyasal öğrencileri, hukuk ve iktisatçılar karınca sürüsü gibi çıkıverdiler anfilerden.
2001 Newroz’da Diyarbakır 500.000 kişiyi, ben 4 yılda yüzüne tanışık olduğum herkesi gördüm.
Üzerinden atlarken kelimenin tam anlamı ile kıçlarımız tutuştu, ne kaş kaldı ne saç ne de erkeklerde bıyık. Lastik kokusuna yanık protein kokusu karışıyordu.
Ama mutluluktan bayılacak gibiydi herkes, yansak da geri koşup yeniden atlamak için sıraya giriyorduk.
Sonra ben bir kez daha anladım ki; bir halka “yapmayacaksın”ı öylece söyleyip çekilemezsin, ne yapması gerektiğini dayatamazsın, bayramına, matemine yasak koyamazsın.
Sen yasak koydum sanarken, yaraya tuz basmaktasındır, taşmaya yakın bardağa su eklemektesindir aslında. Bir bardak taşarsa çıkacak sele inanamazsın.
Onca yıl geçti; iklim değişikliği konusu çıktı ve büyüdü, doğanın fazla zamanı kalmadı. Artık her adımımız planlı olmalı. Sebahat Tuncel bizi ekolojik düşünüp lastik yakmamaya çağırıyor artık, Hevsel bahçelerinde gençler nöbet beklerken, Gezi Parkı için destan yazılmışken şimdi doğaya yanık lastik salmak bize düşmez, yakışmaz, biliyoruz.
Biz öğreniyor ve öğretiyoruz, paylaşıyor ve çoğaltıyoruz, koruyor ve kolluyoruz, duvarları yıkıp özgürleştiriyoruz.
Gel gör ki hala bir iktidara “bir bisiklete ket vurursun traktör olur gelir, o yasak çığ olur seni ezer”’i anlatamıyoruz.
Böyleyken böyle
NEWROZ PİROZ BE!

ÖNCEKİ HABER

Google DNS\'leri devre dışı bırakıldı; IP\'ler engellendi

SONRAKİ HABER

Miyazaki sinemasında doğa ve çevre teması

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...