14 Şubat 2014 06:00

Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden yoksa belin ağrır

Devrim ACAROĞLU
Çağdaş GÜNERBÜYÜK
İstanbul

14 Şubat haftası şerefine vizyona giren epey film var haliyle. Adı Aşk diye çevrilen, Spike Jonze filmi Her, sanalla gerçek arasındaki ilişkiye odaklanan bir tanesi. Son yıllarda örneklerini gördüğümüz bilim kurgu esprisi bu kez adamın, bir işletim sistemine aşık olmasıyla gerçekleşiyor. Konuşan, öğrenen, kendini geliştiren ama nihayetinde bir bilgisayar programından başka bir şey olmayan bir sevgilisi var. Bu zaten başlı başına ezik bir durumken, bir de onu kaybetmeyi inceliyor film. Gerçek ilişkilerin epey zayıfladığı teknolojik bir dünyanın, gerçek olandan kaçmanın konforuna alışan insanlarının acıklı hali üstüne, distopyaların en romantiği. Konu aşk olunca gerçek olanın nerede başlayıp nerede bittiği belki Sevmek Zamanı’ndan bu yana çok filmde bir soru olarak ortaya kondu aslında.

Haftanın yerli filmi Balayı da bu meseleye daha “gerçekçi” tarafından yaklaşım var. Telefonun, televizyonun olmadığı, sadece gelinle damadın baş başa vakit geçirdiği bir balayı tasarlanmış. Yer, olabildiğince romantik, Kaleköy, Likya kentinin adıyla Simena.

Tekneden inerken damat gelini kucağına alır. Merdivenleri çıkmaya başlarlar. Düğünün hemen ertesinde yola çıkmış, gelinlik ve damatlıkları üstlerinde, taştan evler ve merdivenleri olan sakin bir tatil kasabasında balayı yapacaklardır. Romantizm her yanı sarmıştır. Birkaç basamak çıkınca damat durur, gelini yere indirir. Ne olduğu sorulunca “Yoruldum” der. Tahmininden yorucu olan merdiven yolculuğu dinlene dinlene, belini tuta tuta devam eder. Gelini kalacakları eve ulaştırdığında dönüp aşağıdaki bavullara bakar. Belini tutar.

‘HAYALDE OLAN’ – ‘GERÇEKTE OLAN’

Daha ilk dakikalarda belli olan, bildik, anlatılagelen, fotoğraflanan, idealize edilen bir balayı öyküsü izlemeyeceğimiz. Senaryoyu yazan ve yöneten Koray Baliç, “Güzel vakit geçirmek mi, sevgilinize sürpriz mi yapmak istiyorsunuz, Kaleköy’e gelin diyen 30 saniyelik bir reklam çeksek, yine onlar oynardı. Ama derinlemesine gitmek istedim” diyor kısaca. Filmi konuşurken aklımıza gelen, internette dolanan “Hayalimde olan”, “gerçekte olan” türünden bir fotoğraf, sosyal medya diliyle “caps” gösterince hep birlikte gülüyoruz. “Genelde reklamlar, sinema filmleri de ideal bir şey gösteriyor. Sen de onunla, olmayan bir şeyle karşılaştırıyorsun kendini. Kadınsan, benim belim de böyle olsun diyorsun falan.”
Balayı’da ise romantik bir balayında “Uğur’un yasaklarının nasıl birer birer ortadan kalkacağı” anlatılıyor. “Telefonu yasaklamış, Gül zaten getirmiş onu, o baştan olmamış. Televizyonu engelliyor, barıştıktan sonra ona da ses çıkarmıyor. Ama vazgeçtikten sonra televizyon bir açılıyor, o kavga sebepleri olan Güneş Sarı’nın penaltı vuruşu çıkıyor. En sonda zaten bu artık bir espriye dönüşmüş, görüyoruz.”

Gül mutlu olmuyor mu? “Yaşarken olmuyor ama annesiyle, yani Mami’yle telefonda konuşurken mutlu. Bir şey yapmak, hep paylaşmaya dönüştü. Biz şu anda burada oturmuş röportaj yaptığımızı neden paylaşmadık ki? Olay hep ona döndü.”

Birkaç gün önce tanışmışlar, yıldırım nikahı ile evlenmişler, biri ülkenin en zengin patronlarından birinin oğlu, diğeri çok ünlü bir oyuncu. Baş başa kalınca ne yapıyorlar? Bal yiyorlar falan. Bir aşk filminin bu diyaloglardan oluşması bile dikkat çekici, herkesin birbirine şiir okuduğu filmlerin aksine. Sohbet açılınca “İnsanın tanrılaşması üstüne düşünüyorum” diyor Baliç. “Elimizin altında bütün dünya var. İnsan açken doymak ister ya, bilmem ne tatlısı aramaz. Ama doymuyoruz. Çatalhöyük’te kara mermer gibi bir şey çıkıyormuş, ayna olarak kullanabiliyormuşsun. Bundan binlerce yıl önce, onu takas edip her şeyi alabiliyormuşsun, inanılmaz değerliymiş. Al işte Iphone. O günden beri insan neden psikopatlık seviyesinde kendisiyle meşgul?​”

RASTLANTILAR VE MERDİVENLER

Bu işin bir yanı. Uğur’un Gül’ün iletişimini engellemesinin sebebi bunları tartıştığından değil çünkü. Kıskançlık, kuruntu. Filmi balayında bir çift görüp de farklı bir balayı tasarlarken bulmuş Baliç. Önce, sonlara doğru gördüğümüz tartışma sahnesini yazmış. Ondan sonra karakterler oluşmaya başlamış. “Başta neşeyle, laylaylom takılıyorlar, sonra o laylaylom durum gidiyor, gerilim başlıyor. Sonrası, Uğur’un kafasındaki kuruntunun, balayı gibi sessiz, sakin geçebilecek bir zamanın içine etmesi.”

Uğur çok sahici bir karakter, hem maçoluğu elden bırakmamaya, hem öğrendiği kadarıyla romantik olmaya çalışıyor ve tabii, ikisi de olamıyor. “Bir yandan haşin Anadolu erkeği, bir yandan aşık olduğu insan oyuncu bir kadın.”

Mutluluğun parayla ilgisi olmaması üstünde duruyor Balayı. “Hep düze çıkmakla ilgili hayalleri vardır insanların, biraz da onun olmadığını göstermek istemiştim. Adamın parayla ilgili derdi yok, dünyanın her yerinde ada kapatıp, bir hafta geçirebilir. Ama basit bir kuruntu yüzünden kendi tatilini de, eşinin tatiline de zehir ediyor. İnsanın kendisiyle ilgili bir durum.”
Filmin en sevdiği yerlerinden biri, bir rastlantıya dair: “Arkadaşlarının partisine gitmişler. Dolaşıyorlar. Romantik romantik sarılıyorlar. Orada çocuğa rastlıyorlar. Son vapuru kaçırmış. Yani rastlantılara ve bütün olasılıklara açık kaldığında hayat aslında yüz bin kat daha güzeldir.”

Beraber geçirdikleri güzel bir günün sonunda Uğur Gül’e evlenme teklif ediyor. Gül “Günün içine etme” deyip kaçıyor, Uğur merdivenlere bakakalıyor. “Merdiven önemli yani” diyor Baliç, “balayında da devam ediyor.” Nesi önemli? “Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden. Yoksa belin ağrır.”

Merdivenlerin adresi Kaleköy elbette. Senaryoyu da hep Kaleköy’ü düşünerek yazmış. “Kaleköylüler ‘Burada film çekmenizi istemiyoruz’ deselerdi film çekilemeyecekti. Merdivenler, mekanlar, başka yerde olmayacaktı. 5-6 yıl önce gitmiştim ama bir film çekeyim diye düşünmemiştim. Senaryo yazarken de böyle bir bütçe bulacağımı düşünmüyordum. Tabiri caizse kendimi eğlendirmek için yazıyordum. Yazıp yazıp gülüyordum. Reis Film kurulunca bütçeye ulaştım. Çektik.”

Kaleköy’ü kapatmış gibi görünüyor hakikaten, Uğur gibi. “Sezon sonu olduğu için bizden başka kimse yoktu. Bazen tekneler geçiyordu sadece, bize el sallıyorlardı. O zaman çekimi durduruyorduk. Hava da şansımıza iyi gitti. 15 günde çektik.”

Filmin kimle buluşmasını istediğini sorunca “Sizi kopyalayalım, seyirci siz olun” deyip gülüyor. “Senaryo yazmak sanat da, ondan sonra ticaret işin içine giriyor. Filmin başarısı sayıyla ölçülüyor ne yazık ki. Bir sonraki senaryomu hayata geçirecek kadar olursa ne mutlu.” Onu sormadan bırakmayız tabii: “İstanbul’da yazın üç serserinin hayatını konu alan bir komedi.”

SETİMİZ HEM RAHAT HEM EĞLENCELİYDİ

“Önce Seda Tosun ile tanıştım. Gülüyordu, Gül’ün gülüşüne çok uygundu. Uğur’u ezecek bir gülüştü o. Hızlı gitti aslında oyuncu seçimi. Emre Kılıç’ı da görür görmez olur dedim. Kafamdaki tipe uygundu. Gül Avrupai tiplidir diye yazmıştım, Uğur da maço, esmer. Tanıştıktan sonra senaryoyu okudular, beğendiler. Bütün sahnelerin üzerinden yavaş yavaş geçtik, uzun çalıştık. Çünkü ikisine bağlıydı bütün filmin gidişatı. O ikisiyle aylarca yoğun bir şekilde çalıştık. Ekipten kimse görmemişti Kaleköy’ü, beğendiler. En rahat setimiz oldu dedi zaten çalışanlar. Eğlendik epey.”

YÖNETMENİN AĞZINDAN

“Üniversitede sahne ve gösteri sanatları okudum, sinema dersleri aldım. Çok kitap okudum, kendimi eğitmeye çalıştım. Üç tane amatör, uzun metrajlı film çektim. Festivallere gönderdim ama olumlu cevaplar alamadım. Balayı’nı ondan sonra yazdım. Eğlendim. Reis Film olarak önce bir tanıtım filmi gibi bir şey çektik. Siz uzun çekin dediler. Elimde Balayı vardı, ona başladık. Set deneyimi bambaşka bir şeydi. Amatör filmlerim de çok şey kattı. Daha önce edebiyatla çok ilgiliydim. Şiir yazıyordum. Baktım iyi şiir yazmak daha zor, sinemaya geçtim.”

Evrensel'i Takip Et