Hasan Sabbah ve Fethullah Gülen arasındaki 7 fark
M.Utku ŞENTÜRK
Başbakan Erdoğan’ın partisinin geçtiğimiz haftalardaki grup toplantısında, 17 Aralık operasyonu ve sonrasında yaşananlar nedeniyle yargı kurumu ve savcıları eleştirirken ‘Haşhaşiler’ olarak bilinen tarihi tarikata gönderme yaptı. Erdoğan konuşmasında; “Büyük Selçuklu Devletinde Haşhaşiler denilen gözü dönmüş gizli bir örgütün devlet bünyesini nasıl esir almaya çalıştığını, gerektiğinde düşmanlarla nasıl işbirliğine gittiğini, asırlar önce millet olarak yaşadık ve gördük. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bu sinsi virüslere, devlet bünyesini terk etmeye yönelik sızıntılara asla geçit vermez ve vermeyecektir” dedi. Bu konuşma ülke gündeminin başköşesine oturdu.
Hasan Sabbah ve “Haşhaşiler” olarak adlandırılan taraftarlarına yönelik var olan algı İslami ve milliyetçi çevrelerce bilinçli olarak yaratıldı.
Özellikle devletten maaş alan resmi tarihçiler yüz yıllar boyunca Hasan Sabbah’ın adamları hiç çekinmeden cinayet işlediğini; halkın büyük bir korku içinde yaşadığını anlatıp durdu. Egemenlere ve onların yardakçısı bu tarihçilere göre, Hasan Sabbah aynı acımasız hükümleri ailesine karşı da uyguluyordu. Fedailerine esrar içirerek katliama gönderen Sabbah, biri cinayet biri içki içmekle suçlanan iki oğlunu idam ettirmekten bile kaçınmadı.
POLO’NUN ÇARPITMASI
Batı tarihinde de Hasan Sabbah, Marco Polo’nun yazıları sayesinde afyon kullanarak âlem yapıp, cinayet işleyen katiller serisi olarak algılandı. Polo’nun bu bölgeleri hiç görmediği sonradan anlaşıldı. Haçlı ordusuna katılan askerlerin hayali anlatımları de bu kanıda etkili olmuştu. Zira Alamut militanları Haçlı ordularına da amansız suikastlar düzenlemişlerdi. Bu şöyle algılandı; bu kadar gözü kara eylem yapma cüretinde bulunan kimse ancak ve ancak afyonlanmıştır. Atlanılan tek şey inançtı. Zira ele geçirilen bir Alamut militanı da olmadı. Yakalanan kimse önce hançeri muhatabına, sonra da kendi böğrüne saplardı.
Alamut İsmaililerinin tarihi çirkin bir biçimde sunulduğundan hep yanlış anlaşıldı. Yazık ki, Alamut çağı hakkında, hemen hemen hiç gerçek İsmaili kaynağına sahip olmayışımız çok üzücü bir durumdur. Günümüze kalan kaynakların çoğu, aldatıcı ve bölük pörçük söylenti bilgileri temel alan saldırgan kamplardan bize ulaşmıştır. Onların, içsel gerçekliği kanıtlamayı denemeksizin sadece görünüşteki yüzeysel değerler üzerinden alınmış bilgiler olduğu gözüküyor. Oysaki tarihin, bir masaldan ve bir hikâyeden farklı olarak, ayrıca ispatlanması gerekir. Örneğin İsmailileri anlatan en eski kaynaklardan biri, fakat çok acımasız bir İsmaili karşıtı olan Cuveyni?nin tarihidir. Gerçek İsmaili inanç ve geleneklerini çarpıtmaktan sorumlu olan odur. Ne yazık ki, bilim adamları Cuveyni tarafından uydurulmuş tasarlanmış hikâyeleri, onun İsmaililere karşı düşmanca davranışını yakından incelemeksizin izliyorlar.
W.İvanow “Alamut and Lamasar” adlı kitabında, “Cuveyni?nin söyledikleriyle tam anlamıyla tatmin olup, son derece cahilliklerini gösteren bilginler vardır” diye yazmaktadır.
ASSASSINS
İsmaililer hakkındaki iddialardan biri, kendini kurban eden savaşçılar olan “fedai”lerin özelliğidir; onların hançerleriyle terörizmi yaydıkları konuşulmakta ve Haçlılar döneminin Batılı otoriteleri tarafından “Suikastçılar/katiller (Assassins)” diye adlandırmışlardı. Onlar asıl olarak Suriyeli İsmaililere bu adı veriyorlardı. Daha sonra deyim, Arupalı gezginler ve kronikçiler tarafından İran İsmailileri için de ortaklaşa kullanıldı. W. İvanow’a göre, “ Konu çokça dile düşmüş ve İsmaililerle ilişkili herşey destanlar ve peri masallarıyla kuşatılır olmuştu.”
Arkon Daraul’un, fedailer hakkında verdiği kısa bilgiyi de buraya eklemekte yarar vardır:
“Hasan Sabbah’ın 1124 yılında, dünyaya ‘assassin’ gibi yeni bir sözcük bırakmış olarak doksan yaşlarında öldüğü söylenir. Oysa Arapça’da ‘Assasseen’, “muhahafızlar-koruyucular’ anlamına gelir ve bazı yorumcular, sözcüğün gerçek kökeninin ‘sır muhafızları-koruyucuları’ olduğunu düşünmektedirler. Hasan Sabbah’ın yönetimindeki bu inanç örgütlenmesinde inanca çağıranlar Dai’ler, öğrenci-mürid olanlar Rafik (yoldaş, arkadaş), Fedailer ise adanmışlar idi. Bu son grup Hasan Sabbah tarafından İsmaililiğe eklenmişti ve bunlar suikastçı timleri gibi yetiştiriliyordu. Fedailerin üzerinde bir kuşakla bağlanan beyaz bir giysi, ayaklarında kırmızı çizme, başlarında ise kırmızı başlık bulunuyordu. Hançeri kurbanın göğsüne ne zaman, nerede yerleştirecekleri konusunda dikkatli bir eğitime ek olarak onlara dil öğretiliyor; kıyafet değiştirme ve askerler, tacir ve keşişlerin yaşam tarzları gibi alanlarda yetiştiriliyor ve görevlerini uygularken, onların her birini taklit ve temsil etmeye hazır duruma getiriliyorlardı.” (Arkon Daraul, A History of Secret Societies, Citadel Press 1961)
AKLININ VE İRADESİNİN YÜKSEKLİĞİ
Edward Burman ise, The Assassins - Holy Killers of Islam’ adlı kitabında dediği gibi, “Marco Polo’nun sözde 1273 ziyareti ve onun ‘Haşhaş yiyenler’ (Haşhaşin) ve ‘Dağlı İhtiyar’ betimlemesinden sonra, Alamut tamamıyla bir efsane gibi algılanmıştır.” Edward Burman sürdürüyor: “Oysa Hasan Sabbah, tasarımlar üretmiş, planlayıp uygulamış devrimci bir dahi idi. Kahire’deki eski Fatimi İsmaililerin, eski davanın yerini alan, Nizari İsmaililerin yeni davasını yaratıp eyleme koydu. Onun çok mükemmel bir teoloji bilgisi, üstün bir zeka gücü vardı. Kuşkusuz o aynı zamanda, uzun yıllar boyunca idealini izlemeyi sağlayacak olan olağanüstü güçte bir iradeye sahipti. Daylam halkını tek başına kendisi İsmaili davasına çevirmişti. Potansiyel kuşkular taşımakta olan bir inanç değişiminde, insanlara bir seçenek olasılığını sunup, kabul ettirecek derecede güçlendirinceye kadar nasıl sabırla ikna ederek, onları çevirdiğini düşünürsek, aklının ve iradesinin yüksekliğini hayal edebiliriz.”
Marco Polo’nun Cennete benzettiği (Marco Polo Cennet olarak “Eden” kavramını kullanmıştır. “Eden” aynı zamanda ‘bahçe’ demektir) ve bu cennette ağaç değil de, ölüm araçları (!) yetiştiğini hayal ettiği Alamut bahçeleri ve haşhaş kullanımı üzerinde son açıklamaları da şöyle özetliyor E. Burman: “Bahçenin eski Pers soylularının yaşamı ve mistisizmin önemli bir parçası olduğu zaten bilinmektedir. Bu geleneği sürdürmüş olan Hasan Sabbah ve diğer erken Assassin üstatlarının görkemli bahçelere sahip olması doğal gözükmektedir. Açılan su kanalları ve İsmaili kalelerinde düzenli su gereksinimini sağlamak için alınmış titiz önlemler, İran-Arap köyleri ve çiftlik evlerinin bugün dahi akarsuyun varlığına verdiği önem ve özende yansır. İşte M.Polo’nun içinde Asssassinler yetişttirdiği bahçe öyküsü büyük olasılıkla kökenini bu gerçeklikten alır.”
“Geçen yüzyılın ilk çeyreğinden beri pek çok bilim adamı tartıştı ve inandırıcı bir biçimde gösterdiler ki, Haşhaşin, yani haşhaş kullananlar sıfatı, Müslüman kronikçileri ve diğer kaynaklarda hiç görülmediği halde, İsmaili düşmanlarından alınma bir yanlış adlandırmadır. Aslında kötü şöhretli halkı ve düşmanı gibi küçük düşürücü bir anlam içinde kullanıldı. Terimin bu tür bir anlamı çağdaş zamanlara kadar yaşadı; 1930’larda “Haşhaşen” sözcüğünün Mısır Arapçasında hala “gürültücü, başıbozuk” anlamında kullanılıyordu. Belki bir sufi olan Hasan Sabbah’ın kendisinin uyuşturucu alışkanlığı vardı, bilmiyoruz. Ancak haşhaşın İranlı İsmaililerle -özellikle Alamut kitaplığı ya da gizli arşivleriyle ilişkisinin bir açıklaması yoktur.”
Dün 12 Eylül ve 28 Şubat cuntalarına destek veren her devrin adamı, ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’nin Türkiye taşeronu, ABD emperyalizminin maşası, komünizm ile mücadelenin yılmaz neferi Fethullah Gülen ile Hasan Sabbah gibi İslam’da özgürleşme, eşitlik ve kardeşlik fikriyatının öncülü olan bir ismi kıyaslamak en hafif tabiri ile cehalettir, safdilliktir. Ancak biliyoruz ki Erdoğan bu kıyaslamayı ne cahilliğinden ne de safdilliğinden yaptı. Bu kıyaslamanın, bu benzetmenin cemaate karşı yapılan bu saldırının tek bir nedeni vardır: “Öküz öldü ortaklık bitti.”
Evrensel'i Takip Et