06 Ocak 2014 17:18

‘Ve dağlar yankılandı’

Son zamanlarda elime geçen tüm romanlar, işe giderken yol arkadaşlarım oluyor. Bir ay önce okuduğum kitaplardan bir tanesi daha, yine yolda keyifle okuduğum kitaplardan oldu.Yukarıdaki sözler de okuduğum o kitaptan. Sanırım bu kitabı sizlerle paylaşmak istememde etkili olan iki neden var. Biri işte bu sözler; ama asıl nedense, kitabı okuması için arkadaşıma vermem ve kitabın onda da aynı etkiyi göstermesi. O da benim gibi yukarıdaki sözleri telaşla bir sosyal paylaşım sitesinde paylaşmış ve belki de o da benim gibi herkesin dikkatine sunmak istemişti.

‘Ve dağlar yankılandı’
Paylaş

Şenay KUMUZ

“Bir başkasının yüreğini, yüreğinden geçenleri
yargılarken kişi, bir miktar da olsa alçakgönüllülükten ve yardımseverlikten nasibini almış olmalı...”

Son zamanlarda elime geçen tüm romanlar, işe giderken yol arkadaşlarım oluyor. Bir ay önce okuduğum kitaplardan bir tanesi daha, yine yolda keyifle okuduğum kitaplardan oldu.
Yukarıdaki sözler de okuduğum o kitaptan. Sanırım bu kitabı sizlerle paylaşmak istememde etkili olan iki neden var. Biri işte bu sözler; ama asıl nedense, kitabı okuması için arkadaşıma vermem ve kitabın onda da aynı etkiyi göstermesi. O da benim gibi yukarıdaki sözleri telaşla bir sosyal paylaşım sitesinde paylaşmış ve belki de o da benim gibi herkesin dikkatine sunmak istemişti.

Dedim ki, iki farklı insana aynı cümleyi yazdıran bu kitabı başka kadınlarla da paylaşmalıyım.

Afganistan kökenli Amerikalı ünlü yazar Khaled Hosseini’nin basılmış 3 kitabı var. İlk kitabı Uçurtma Avcısı yayınlandıktan çok kısa bir zaman sonra beyaz perde de yerini buldu ve çok beğenildi. İkinci kitabı Bin Muhteşem Güneş ise iki kadının kesişen yolunu anlatıyordu. Kitap,  Afganistan’da yaşayan kadınların özellikle Taliban döneminde yaşadığı zorlukları ve baskıları çok yürek yakıcı bir biçimde ortaya koyuyordu. Belki bir gün bu kitabı da anlatırım sizlere.

Bu yazıya konu olan en sonuncu kitap ise “Ve Dağlar Yankılandı”. Yazarın ilk iki eserine oranla çok daha fazla karakterle kurgulamaya çalıştığı kitaba başlarken bu kadar karakter ve olay örgüsünü nasıl takip edeceğinizin kaygısını yaşayabilirsiniz, fakat kitaptaki her bir hikaye müthiş bir ustalıkla bir dantel gibi işlenirken adı geçen her bir insanın hikayesinin bir yerde buluşması taşları yerine oturtuyor.

BASKIYLA YARGILANAN HAYATLAR


İki kardeşin birbirinden koparılma hikayesi anlatılan. Çocuklarını birbirinden ayırmak zorunda kalan baba, buna vesile olan üvey dayı, çocuğu olmamasının yarattığı baskılanmayı çocuklardan birini evlat edinerek çözmeye çalışan diplomat kızı Nila ve bu hikayenin sarıp sarmaladığı daha pek çok karakter üzerine kurulu roman.

Annesi Fransız babası Afgan olan Nila, arada kalmışlığını ve yaşadığı baskıları şiirleriyle alt etmeye çalışıyor. Şiirlerinde müstehcenliği kullanarak aslında bir başkaldırı ortaya koyuyor. Ancak bu başkaldırı babasında vücut bulan toplum baskısını alt edemiyor ve hiç istemediği bir evliliğe zorlanıyor Nila. Yaptığı evlilikteki sır, yıllarca saklamak zorunda olduğu gerçek, evlendiği adamın geçirdiği felç ile birlikte açığa çıkıyor. Okuyucu için de hiç beklenmeyen sır, kitabın ana karakterlerinden biri olan Süleyman’ın bu evlilikteki “olmaz”ını anlatıyor. Süleyman ve Üvey Dayı Nebi’nin hikayesi, Taliban’ın aşırı dincilikle şekillendirdiği bu kadar kapalı bir toplumu kendisine fon alan bir kitapta belki de dile getirilmesi en zor konu. Yazar  parçalanmış duygulardan bahsederken güzellik ve çirkinlik kavramları üzerinden şekillendiriyor. Çokça karakterin olmasından söz etmiştik, karakterlerin hikayelerinden geçişler yaparken, geride kalan hikayenin ağırlığının etkisi altında kalıyorsunuz. Amerika’ya çok fazla insanın göç etmesi ve Taliban sonrasında kurulu düzenlerini bozmamak için artık geri dönemeyecek olmaları ve bu duygunun yarattığı ağır travmaların etkisi ile geride kalanlara yardımcı olma çabası ve bunun becerilememesini anlatıyor. Satır aralarında Taliban’ın yağmacı, zorbacı ve tecavüzcü yönetimi anlatılıyor. Yine hiç şüphesiz Afgan halkının gururlu ve kibirli olmasına da değiniyor özüne uygun olarak. “En kötümüz bile en azından Rumi’nin bir şiirini bilir” derken de Afgan halkının edebiyat düşkünlüğünün gizli bir övgüsünü yapıyor.

KİTAPTAN AKILDA KALANLAR


Birincisi yazar Afgan asıllı bir Amerikalı, Afganistan’da halkın kaderi yeniden çizilirken zorluklardan kaçıp Amerika’ya göç etmek bireysel bir kurtuluş yolu olarak çokça vurgulanıyor. Afgan halkının tüm yoksulluklarına ve yıllarca süren savaş belasına rağmen edebiyata olan (sınıfsal farklılıklara bakılmaksızın) düşkünlüğünü çok vurguluyor. Savaş koşullarında ve yoklukla hayatları şekillenen insanların ne kadar da acımasız varlıklara dönüşebileceğini şaşırarak ama anlayarak okuyorsunuz. Ve baştaki cümleye dönersek eğer, her bir roman karakterini yargılarken, yani aslında gerçek hayattaki insanları yargılarken alçakgönüllükten nasibimizi alıp almadığımızı da sorgulatıyor kitap bize...

Tüm bu söylediklerimin üzerine son olarak ekleyebilirim ki, kitabı tanıdığım bir yazarla paylaşırken onun söylediği bir cümleye takılıp kalmıştım. Demişti ki “bana göre Amerikan edebiyat dilini kullanıyor ve ben bunu beğenmiyorum.” Bense nasıl Yaşar Kemal’in İnce Memed’ini okurken Çukurovalı oluyorsam, Kahled Hosseini okuyunca da Afganistan’da yaşamış gibi bir hisse kapılıyorum.

Kitapta mutlu son yok ama herşeye rağmen devam eden hayatların ne kadar da insana dair olduğunu göreceksiniz.

Keyifle okuyacağınız bir kitap olması dileğiyle...

ÖNCEKİ HABER

Karadeniz’de Fatma’yla bir gün

SONRAKİ HABER

Başbuğ\'u ziyaret eden Feyzioğlu açıklama yaptı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...