Kimliğinizde ‘gazeteci’ yazıyor mu?
Belma AKÇURA*
Cezaevinde öldürüldüğü iddia edilen iki tutuklunun cenazesini izlemek için görevi başındayken gözaltına alınıp polislerce dövülerek öldürülen Metin Göktepe’nin bir ölüm yıldönümüne daha giriyoruz… Tam 18 yıl oldu.
Metin Göktepe’yi öldüren polislerin kaç yıl yattığını biliyor musunuz?
1 yıl 8 ay…
Yani Metin Göktepe’yi öldürenler; onların benzerleri; onlara yardım edenler, onları koruyanlar, adaletten kaçıranlar hâlâ görevinin başında, hâlâ aramızda…
Dolayısıyla Metin Göktepe bugün yaşasaydı onun için ‘hayat’ farklı olur muydu?
Sanmıyorum.
Metin Göktepe yaşasaydı; muhtemelen bu ülkede aslında demokratik hak ve talepler konusunda hiçbir şeyin değişmediğini, bu hak ve taleplere karşı devletin ideolojik aygıtlarının hep aynı şekilde, aynı şiddetle müdahale ettiğini, bir kısım basının da hep aynı basın olduğunu görürdü…
Ama Metin Göktepe’nin gazeteciliği de aynı olurdu.
Muhtemelen nefret suçlarına karşı çıkarak, demokratik hak ve özgürlük talep edenlerin davalarını yine izleyerek, şiddete nasıl maruz kaldıklarını yazarak yoluna devam edecekti…
***
İnsanların hayatları, insanlık onuru söz konusu olduğunda, bir olayı, olayın mağdurlarını habere dönüştürürken o haberi görünmez kılmanın, yok saymanın mümkün olmadığını da bilirsiniz…
Kamuoyuna ‘neyin gazetecilik olmadığını’ anlatmak yerine ‘neyin gazetecilik olduğunu’ anlatırken de iki şeye dikkat edersiniz; herkese eşit uzaklıkta durmak ve herkesin ‘sesinin’ duyurulmasını sağlamak…
Türkiye’de Metin Göktepe’yi korumayan yapı bugün hâlâ varlığını sürdürüyor çünkü…
Öyle olmasa bu devletin bugün de ölüm orucunda kaybettiği kızının fotoğrafını taşıdığı için 57 yaşındaki bir anneyi örgüt davasının içinde yargılamasını,
dayak yiyen bir kadına savcının 6,5 yıl dayak atan polise 1.5 yıl hapis cezası istemesini hatta şiddet uygulayan polisin değil dövülen kadının sanık durumuna düşürülmesini nasıl açıklayacağız?
2012’de Adalet Bakanlığı, tek parti döneminden bugüne 23 bin kitabın ‘yasak’ kararı silinerek bir ayıp temizlenecek derken sanki bakanın bu açıklamasına inat aynı günlerde öldürülen Kürt Şair ve Yazar Musa Anter’in kitaplarına “yasak” getirilmesinin anlamı nedir?
Demokratik hak ve özgürlüklerle ilgili protesto haklarını kullanan insanlar hâlâ polis şiddetiyle öldürülürken, bu insanların cenazelerini görevi başında izlerken gazetecilere tıpkı Metin Göktepe’ye saldırdıkları gibi saldıran bir zihniyet hâlâ varlığını sürdürürken başka türlü gazetecilik yapmak mümkün mü? Üstelik Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin verilerine göre 1959–2012 yılları arasında hak ihlali sıralamasında ikinci sırada yer alırken...
***
Sorun şu ki; yeni medya düzeninde; özellikle demokrasiyle yönetilen ülkelerde yok olan habercilik, kapatılan gazeteler, gazetecilerin nasıl abluka altına alındığı, yasalarla nasıl sıkıştırıldığı tartışırken, Türkiye medyası, kendi meslektaşlarını hedef alarak, karalayarak, çatışarak, linç kültürüyle beslenerek yoluna devam etmekte ısrarlı görünüyor.
Bir gazetecinin yaptığı bir habere, habere konu olan kişiler ya da kurumlar taraf olabilir ama gazeteciler kendi meslektaşlarının bir haberini araştırılmadan, sorgulanmadan, şiddetle yalanlayabilir mi? O gazeteci hakkında iddialar ortaya atarak, gazetecileri karalayarak haberin taraflarından biri haline gelebilir mi?
Her meslekte olduğu gibi, bu meslekte de ilkesel olarak mesleği rencide eden, tartışmalı duruma getiren davranışlar içerisinde olan gazeteciler olmuştur, hâlâ da oluyor.
Daha önce de yazdım bu konuda yine aynı şeyi söylemek istiyorum:
Türkiye’de medyanın bu örgütsüz ve mesleki dayanışmadan yoksun olma hali yeni değildir. Darbe dönemlerinde gazetecilerin tutuklanmasından, gazetelerin kapatılmasına kadar uzanan ağır sancılı bir süreçten hep beraber geçsek de; basının kendi kişisel tarihi de bir o kadar acımasız, ahlaki değerlerden yoksun ve sorunludur.
Türk medya tarihi; sadece haberleri çarpıtan, belgeleri bilgileri kamuoyundan saklayan gazetecilerin de olduğu gerçeğine işaret etmez. Aynı zamanda öldürülen, bazı güç odaklarının baskısıyla işten atılan, hapse giren gazetecilere de sahip çıkılamadığının altını çizer.
Düşünün ki; basın özgürlüğü ve gazetecilerin haklarının korunması konusunda dünyanın en saygın uluslararası basın kuruluşlarından Gazetecileri Koruma Komitesi’nin 2013 yılında gazetecileri hapse atan ülkeler sıralamasında, geçen yıl olduğu gibi bu yıl da listenin en tepesinde yer aldık. Türkiye, İran ve Çin’de hapse atılan gazeteciler toplamı, dünyada hapse atılan gazeteci sayısının yarısından fazla…
Henüz bu konuda bir istatistik yapılmadı ama yapılırsa gazetecilik böylesine abluka altına alınmışken, mesleğin bütün etik değerlerini bir tarafa bırakıp ‘taraftar’ gazeteci olma becerisine sahip olabilen ülkeler arasında da birinciliği kimseye kaptırmayacağımız kesindir.
***
Oysa Uluslararası Gazeteciler Federasyonu başka olmak üzere mesleğin etik ilkeleri açıkça belirtilmiştir: “Gazeteci, siyasi iktidarlar veya başka güç odaklarının her türlü müdahalesinden kendini uzak tutmalıdır. Gazeteci hiçbir çıkar çatışmasının içinde yer almamalıdır. Gazeteci savunuculuk yapamaz, aksi takdirde gerçeklerden ve bağlamdan uzaklaşır ve onları çarpıtır. Gazeteci herhangi bir siyasi etkinlikte taraf olamaz, pozisyon alamaz.”
Türkiye medyasının etik iklimini düzeltmek için biran önce harekete geçmezsek hepimiz bu bataklıkta boğulacağız.
Dolayısıyla öncelikle meslek kuruluşları kendilerini yenilemek zorundadır: Basın Konseyi yeniden yapılanması, TGC’nin Gazetecilerin Hak ve Sorumlulukları Bildirgesi’ni güncellemesi gibi… Medya kuruluşları da kendi öz denetimlerini kurumsallaştırmalıdır.
İletişim bilimcilere göre de sosyal medya tüzüğü oluşturulmasının da hayati bir önemi bulunmakta. Bu şu demek; sadece medya kuruluşları ve gazetecilerin değil, kullanıcıların da politika yapma sürecine dahil edilmelerine fırsat verilmesi. Bu durum; sadece eksik, yalan, çarpıtılmış veya “yok sayılan” haberlerin görünürlüğünü artırmayacak aynı zaman da doğru habere, kaliteli analitik gazeteciliğe talebi artırırken itibar ve algı yönetiminin önemini de ortaya çıkartacak…
*Gazeteci
Evrensel'i Takip Et