Hep başkaları kusurlu
Devrim ACAROĞLU
Çağdaş GÜNERBÜYÜK
İstanbul
İki kız kardeşin şiddetle örülü dünyadan uzaklaşıp gittikleri tatilin öyküsünü anlatmak üzere yola çıktıklarında, Kusursuzlar ekibi Fransa’dan beklenmedik bir teklif alıyor. Malum, Türkiye’de film için kaynak bulmak hiç kolay iş değil. Filmi çok beğendiğini, ortak olmak istediğini söylüyor yapımcı önce. Ama batılı, orta sınıf, bikini giyen, sevişen kadınlara itirazı var. “Bir şartla” diyor, “Olaylar Doğu’da geçsin, kadınlar başörtülü olsun, bir de töre meselesi olsun.” En kolay, Avrupa’nın alıştığı yerden yani beklentisi. Yönetmen Ramin Matin bunun üzerine “Başarılar diledik” diyor, “Siz öylesini yaparsınız artık”. Bu sohbet, beklentilere, dayatmalara rağmen yapılan ve Altın Portakal dahil ödüllere sahip olan film üstüne.
Filminizin ismi ile başlayalım. Kimdir bu Kusursuzlar?
“Kusursuzlar” ismi benim aklıma gelmişti, projenin başından beri var. Türkiye’de toplumun ahlak anlayışına göre kadınların kusursuz olması bekleniyor. Ama öyle bir şey yok tabii. İronik bir isim olarak koyduk
Kusursuzluk sadece kadınlara değil ülkede herkesin kendine yakıştırdığı bir sıfat aslında. Hükümetin örneğin...
Türkiye’de herkeste var bu takıntı. AKP, kendi dışında herkesi kusurlu görüyor ama ya Kemalistler? Onlar da aynı. Herkes diğerini kusurlu görüyor, herkesin kendi gibi düşünmesini istiyor. Filmimizdeki iki kız kardeşin geldiği sınıfsal kesim de öyle. Kendilerini modern görüyorlar ve herkesin kendileri gibi kusursuz olmasını istiyorlar.
Geçen hafta bir erkekten SMS geldi diye babası tarafından dövülerek öldürülen kız. O kusurlu bir davranış ve sonucu ölüm. Giyimi, oturup kalkması, yemek yapması, evine bakması ile erkeklerin kendilerinden istediği gibi davranmazsa kusur işlemiş oluyor kadın.
Sana kopya çekme demiyorum ama yakalanma, SMS atma demiyorum ama yakalarsam affetmem iki yüzlülüğü de yok mu burada?
Yolsuzluk meselesi işte. Kimse, nasıl yolsuzluk yaparlar demiyor, nasıl yakalandılar, neden operasyon, neden şimdi... bunları tartışıyor. Kusurlu olduklarını kabullenmemek için uzaylılar yaptı falan diyorlar, kimse kendine toz kondurmuyor.
KARDEŞLİK HASTALIKLI BİR İLİŞKİ
İlk filminiz Canavarlar Sofrası da, fantastik unsurlar bir tarafa atıldığında aile ilişkilerine odaklanan bir filmdi. Nedir aile ile derdiniz?
Hiç öyle düşünmemiştim. Farkında olarak aileyi irdeleyelim demediğime eminim ama beni çeken bir şey olmalı. Canavarlar, ilişkiler hakkında bir filmdi, belki aşkla başlamış ama çoktan yalan olmuş ilişkiler vardı. Topluma gösterdikleri bir yüzdü o mutlu aile. Ki bu özellikle Türkiye’de çok yaygın, aman komşular duymasın meselesi. Bu da toplumsal bir beklenti, kusursuz bir aile olmalısın, kusurlarını gizlemelisin.
İki kız kardeşin aralarındaki biyolojik bağ olmasa arkadaş dahi olamazlar sanırım...
Olayın çıkış noktası oydu zaten. Kardeşlik ilişkisi çok enteresan bir ilişki. Herkes için geçerli olmayabilir. Kardeşi ile benzeşen, çok iyi anlaşan insanlar da vardır. Ama benim kendimden ve etrafımdaki insanlardan gördüğüm, kardeşlerin birbirine çok zıt olduğu. Aile bağı olmasa arkadaş olmazlar dediğiniz gibi. Aksine belki birbirlerinden nefret ederler. Bu benim çok ilgimi çekti. Hem çok uzak hem de çok yakın bir insan olması kardeşin. Bir yandan da bazen arayabileceğin tek insan odur. Ne kadar da anlaşamasan silip atamadığın hep kafanın bir köşesinde duran biri kardeş. Bunu irdelemek istedik.
Kardeşler de birbirlerinde kusur arar…
Tabii, kardeşler arasında da büyük bir beklenti var. Ablanın hayal ettiği bir kardeş, küçük kardeşin hayal ettiği bir abla ideali var. Kimse o ideali karşılayamıyor tabii, çünkü herkes kendi hayatını yaşıyor.
Anneanne toprağa verirken ablasının mutlaka bulunması gerektiğini düşünen kız kardeş yokluğundan dolayı hep suçluyor onu...
Aslında yanında oluyor ama yanlış şekilde. Bu olayla kendi baş etme yöntemini dayatıyor kendi kız kardeşine. Halbuki o farklı bir şekilde yaşamak ve orada destek görmek istiyor. Başka bir şey dayatılsın istemiyor.
Kardeşlik hastalıklı da bir ilişki. Büyük zalimlik yapabilirler kardeşler birbirlerine, büyük hakaretler edebilirler ve on dakika sonra hiçbir şey olmamış gibi devam eder her şey. Çocukluktan başladığı için alışkınsındır bu duruma. 40 yaşında da olsalar birlikte olduklarında çocukluk dinamiklerine geri dönüyorlar anında. Ergen ergen didişiyorlar, laf sokuyorlar birbirlerine.
KADIN FİLMİ NEDİR BİLMİYORUM
İki kız değil erkek kardeş olsaydı karakterleriniz ne değişirdi?
Pek bir şey değişmezdi. Emine (Yıldırım) senaryoyu yazarken kendi kız kardeşiyle ilişkisini düşünmüş, ben de kendi kardeşimle... Özünde o dinamikler değişmiyor. Belki dışa vurumu değişebilir. Belki erkekler olsa laf sokacağına bir yumruk indirir diğerinin omzuna.
O zaman bir kadın filmi olduğuna da katılmayacaksınız...
Katılmıyorum, çünkü kadın filmi nedir bilmiyorum. Bana garip geliyor kadın filmi demek. Kadın filmi varsa erkek filmi de olmalı ama öyle bir şey yok. Evet, kadın karakterlere odaklanan bir film yaptık ama kadın filmi değil. Kadın filmi demek bana sinemada normun erkekler üzerine film yapmak olduğunu kabul etmek gibi geliyor. Olağan dışı bir şey yaptığımızı düşünmüyorum.
Kadın karakterlerin derinlikli ve incelikli işlenişi bakımından çok özel bir filmle karşı karşıya olduğumuz açık ama…
Bunu senaryoya ve oyunculara borçluyuz aslında. Çok güzel işlenmiş, çok detaylı bir senaryo vardı. Senaryonun başından beri vardı o incelikli sahneler. Öykü oturmamıştı, bir sürü eksiklik vardı ama derinlikli, detaylı sahneler vardı. Bizim yaptığımız onları öne çıkarmak oldu sadece.
ÇOĞU KADIN KENDİNİ KORUMAK İÇİN DUVAR ÖRÜYOR
Erkek karakterler iki kardeşin dünyasına dahil olamıyorlar. Adeta onlar izin verdiği ölçüde bir kenara ilişiyorlar. Bu da başından beri düşündüğünüz bir şey miydi?
Yok, erkeklerin dengesi ve etkisini çok tartıştık ve farklı şeyler de denedik. Ama çıkış noktası, yaşadıklarını yaşadıktan sonra, bu kadınların dünyasını kapatması, kendilerini izole etmeleri. Hem senaryo yazımında hem de daha sonra oyuncularla birlikte psikologla çalıştık. Çoğu kadın kendini korumak için etrafına duvar örüyor. Evi de, ikisinin sığınma evi olarak algıladık. Filmin görselliğini de öyle kurguladık. Erkeklerin silik, iki boyutlu, kötü adam olmalarını istemedik. Bir denge olmalıydı, bir hayli de uğraştırdı bu.
KADINA ŞİDDET ESKİDEN MANŞET OLURDU…
Her ikisi de eğitimli orta sınıf karakterleriniz de “cahil alt sınıflara” yakıştırılan erkek şiddetinden nasiplenebiliyor...
Senaryonun başından beri göstermek ya da hissettirmek istediğimiz bir unsurdu bu. Şiddet Doğu’da, varoşta, köyde olur sanılıyor. Ama öyle bir şey yok. Profesör olmuş kadın kocasından dayak yiyor ve kimseye bahsetmiyor. Eğitimli ya da değil, elit ya da yoksul, varoşta ya da şehrin göbeğinde, şiddete herkes her yerde maruz kalabilir. Tecavüzle sonuçlanması gerekmiyor şiddet olması için, Moda’da ya da Nişantaşı’da gece yarısı yürümekten çekiniyorsa bir kadın orada şiddet var. Bunun ne kadar büyük olduğunun farkında değilmişim ben, çünkü normalleştiriyorsun bunları Türkiye’de, senaryo çalışırken, kadın oyuncularımla konuşurken daha başka fark ettim şiddetin boyutlarını.
Bu kadar normalleşmiş olması çok rahatsız edici. Eskiden manşet falan olurdu, şimdi haber bile olmuyor. Bir köşede bir önceki günün cinayet istatistikleri toparlanıyor sadece, alıştık çünkü.
Evrensel'i Takip Et