Yönetilemez kentler
Oysa ki, dünyanın gelmiş geçmiş en büyük iki paylaşım savaşının merkez kıtası olan Avrupa, 20. yüzyılın ilk yarısında muazzam bir göç dalgası yaratarak çevre ülke ve kıtalara akmıştı.
Bugün halk isyanları ve devrimlerle sarsılmakta olan Kuzey Afrika ve Ortadoğu, o dönemin sömürge bölgeleri olduğu kadar Avrupalı mültecilerin de sığınma limanıydı. Yunanistan’dan ve Yunan İç Savaşı’ndan kaçanların, yeniden güç toplamak için sığındıkları adres daha çok Mısır, Suriye ve Filistin olacaktı.
“Kudüs”, “Kahire”, “İskenderiye”; Yunan Yazar Stratis Tsirkas’ın
“Başıboş Kentler” (Can Yayınları) üçlemesine ait isimler. Cunta döneminde yasaklı kalan bu üçlemede Tsirkas, Arap diasporasında yeniden dirilişi örgütlemeye çalışan komünistlerin ve demokratların çabalarını ve bu çabaları kontrol altında tutup bastırmayı hedefleyen İngiliz ve diğer emperyalist devletlerin zulmünü kaleme alıyor. “Başıboş Kentler” ismi, aynı zamanda ünlü Şair Yorgo Seferis’in bir dizesinden esinlenerek konulmuş. “Başıboş Kentler” Yunanca’da “Yönetilemez Kentler” anlamına da geliyor ve romanın kurgusu bakımından da bir ironi oluşturuyor.
Stratis Tsirkas, Yunanlı bir göçmen ailenin çocuğu olarak Kahire’de doğdu. Dolayısıyla Mısır sokaklarının ruhunu iyi tanıyordu. Ailesi, çöken Osmanlı İmparatorluğu’nun sınır bölgelerinde adacıklar halinde yaşamaya çalışan kolonilerden birine mensuptu. Mısır’da Yunan kolonisine mensup 200 bin kişi yaşıyordu. Yunan iç Savaşı’yla birlikte bu rakam kat be kat artacaktı.
GERİCİLİK VE İŞGAL YILLARI
Yunanistan’da 1939-45 arası yaşanan savaş ve çatışmalarda durum her an taraflardan birinin lehine dönebilecek durumdadır; Devrime ya da karşı devrime! Ara sınıflar ve yönetimde pay sahibi olmak isteyen kesimler de rüzgargülü gibi bir o yana bir bu yana dönmektedir.
Kral 2. Georgios 4 Ağustos 1936’da 9 yıllık sürgün ve 3 yıllık iktidarından sonra yerini daha da gerici olan Metaksas’a bırakır. Bu dönemde gericilik tırmanıştadır; Hitler’in gençlik örgütüne benzer bir örgütlenme türetilir, komünist parti yasaklanır, liberaller de dahil tüm muhalif güçler sürgüne gönderilir. Ne var ki, 1940’ta İtalya’nın verdiği ültimatomun ardından Metaksas diktatörlüğü Müttefiklerin cephesine katılmak zorunda kalır. 1941’de gerçekleşen Alman işgali, Metaksas’ın ölümü ve ortaya çıkan iktidar boşluğunun ardından yönetimin başına Tsuderos getirilir. İşgal yıllarında Kral ve Tsuderos Mısır’a sığınır.
Yunan Donanması ve Ticaret Filosu İskenderiye’ye üslenirken, Kara Ordusu da Filistin ve Suriye’ye üslenir. Sürgündeki ordunun saflarına günden güne yeni sığınmacılar katılacaktır.
1942-45 arası Nazi zulmü uzanabildiği tüm topraklarda dehşet saçar. Alman ve İtalyan faşizmine karşı Müttefikler çöl savaşında çarpışır. Müttefiklerin yanında çarpışmaya katılmak için de Yunanistan’dan kaçıp gelen binlerce savaşçı bulunmaktadır.
GÖÇ HİKAYELERİ
Gemilerle uzak ülkelere doğru yola çıkan yüz binlerce mülteci; geride iç savaş, gerici düzen ve diktatörlük altında inleyen bir ülke bırakırlar. Göç yolları yeni acılar, kıtlıklar ve kırımlarla başlayacaktır.
Üçlemenin ilk cildi Kudüs’te gemideki sığınmacılar sahnesi muhteşem bir dille resmedilir. Çok çocuklu bir dulun gemideki yaşam mücadelesi, gemide adım atacak yer olmadığı için günlerce ayakta dikilen 800 kişi, bir bardak suya karşılık takas edilen bir çift altın küpe, havasızlıktan boğulan bebek... Gemide geçen olaylarla Tsirkas göçün dramatik yönünü ustalıkla okuyucuya sunar.
Raimond Rolland’ın Gandhi kitabını okuyarak Hindistan’a doğru yolculuğa çıkan iki Yunanlı ise Port-Said’te inecek ve burada kalmaya karar verecektir. Çünkü Mısır onlar için güneş tanrısının sonsuz gülüşüdür!
ABLUKA
Ulusal Kurtuluş Cephesi (EAM) ve Ulusal Kurtuluş Ordusu (ELAS) güçlenmekte ve cepheye katımlar büyümektedir. Bu durum İngilizleri giderek kaygılandıracaktır. İngiliz emperyalizmi bu cephenin karşısına kendi güdümünde yeni bir oluşum çıkarma gayretindedir. İngilizlerin ve sürgündeki işbirlikçi hükümetin sıkı sansürüne rağmen EAM’ın kuruluşu ve güçlenen etkisi Ortadoğu’ya da ulaşır. Zira komünistlerin sürgündeki sesi “Savaşçı”, gizlilik koşullarında basılarak elden ele dolaşmaktadır.
EAM’ın coşkusuyla umutlanan komünistler ve demokratlar, sürgündeki Yunan ordusu içinde anti-faşist, gizli bir örgütlenme başlatır.
Sürgünde gizlilik, randevular, takipler ve suikastlar birbirini kovalar. Üçlemenin son cildi İskenderiye’de bu durum şöyle anlatılır; “Kudüs, Kahire, İskenderiye... Doğu’nun büyük kentlerinde dolaşıyoruz, birbirimize oralarda randevular veriyoruz, birbirimizden yeniden ayrılıyoruz ve tepemizde hep aynı ay var; onunla savaş halindeymişiz gibi hep bizi izliyor...”
İngiliz, Amerikan ve Fransız ajanlar sürgündeki direnişçiler içinde cirit atmaktadır. Öte yandan orduyu silahsızlandırma ve “abluka, İngilizlerin uyguladıkları eski bir silahtı” Libya çöllerindeki kamplarda “Yaban hayvanı gibi dikenli teller arasına kapatılmış binlerce Yunanlı savaşçı, aç ve kir pas içinde, susuz, günün sıcağında bunalarak, gecenin soğuğunda donarak...”ayakta durmaya çalışmaktadır. Bütün bunlar yetmemiş gibi Yunan direnişçiler, diz çöksünler diye çölde 300 kilometrelik amansız bir yürüyüşe zorlanacaktır! Protesto gösterileri ise zırhlı birliklerin saldırısıyla bastırılacaktır. Nihayetinde, sürgünde ayaklananlar, Libya ve Eritre’deki toplama kamplarında enterne edilecektir.
Romanın en dramatik bölümlerinden biri de Lübnan Antlaşması’na dairdir. Bu anlaşmayla sağlanan ittifak, uzlaşmayla birlikte çok ciddi ödünler verecektir. Kamplarda direnişçilere dağıtılan bildiriler umutları derinden yaralayacaktır;
“Komünist Parti, Ulusal Kurtuluş Cephesi ve Dağdaki Geçici Hükümet Son başkaldırıyı kınar”! Direnişçilerin tüm çabası ise umudu ayakta tutmaktır. Zgorda’dan (Lübnan) 3 Mart 1943 tarihinde atılan bir mektup bunu şöyle anlatmaktadır; “Beşinci Kol’un yalanlarına aldırmayın, burada askeri disiplin devam ediyor, kahramanca...”
BİR NEHİR GİBİ...
Manoş Simonidis, Galeras, Fanis, Minus, Feteros romanın kahramanlarıdır. Tsirkas’ın bu nehir romanı; bir yandan İngilizlere başkaldırıya, bir yandan da kahramanların ve hareketin kendi iç çelişkilerine ayna tutar.
Tsirkas romanlarda yer yer kendisini hissettirir. Richard Bloch’un İspanya İç Savaşını yazdığı romana gönderme yapan Tsirkas; “Yaşamak mı zor yoksa yaşamı kayda almak mı?” diye sorar. Bu soru, olayların hercümerci içindeki Tsirkas’ın kendi iç dünyasında yaşadığı çelişkiyi de anlatır gibidir.
Önsöz, romanın daha iyi okunabilmesi için başarılı bir tarihsel zemin sunmaktadır. Daha ayrıntılı bilgi için Yunan İç Savaşını anlatan kitaplara da başvurulabilir.
Yunan direnişçilere ev sahipliği yapmış Mısır’a, Suriye’ye ve Filistin’e uzanan; Yunanlı devrimcilerin direnişi üzerine tarihsel bir kesit sunan “Başıboş Kentler”i okumak, bugünkü “Tahrir günlerinde” okuyuculara ilginç gelebilir.
Evrensel'i Takip Et