'Sır' koymuşlar adını...
Sanki tüm dünya görmemiş gibi yaşananları gizlilik kararı vermişler soruşturmaya dair. Sır perdesi arkasında gerçekleri nasıl çarpıtacaklarının planlarını yapmaktalar şimdi.
Çağlar boyu zalimler, hükümranlıkları sürsün diye zulmetmişler mazlumlara. İnsanın aklının alamayacağı boyutta yöntemler uygulamışlar, acılar çektirmişler. Bazen yaptıklarını yedi düvel görsün de ibret alsın diye dünyaya duyurmuşlar, nam salmışlar zalimlikleriyle. Bazen de kimse duymasın istemişler yaptıklarını. İnsanlığa karşı işledikleri suçları saklamak için çabalamışlar. Gün gelir hesabı sorulur diye korkmuşlar her daim. ‘Sır’ koymuşlar adını yaptıklarının, başkalarının kulaklarına gitmesin diye. Sıkı sıkı da tembihlemişler adamlarını, ‘aman ağzınızı sıkı tutun’ diye. Hatta ‘iki kişinin bildiği sır değildir’ demişler kulaktan kulağa yayılmasın diye ettikleri. ‘İki kişinin bildiği sır değildir’ demişler, iki kişinin ikisi de birbirine güvenmediğinden. ‘Ya birine gider söylerse’ diye hep tedirgin olmuş beriki, ötekine güvenmemiş hiç. Korktukları da her zaman gerçekleşmiş. Hep ortaya çıkmış ‘sırları’. Zulmettiğiyle kalmamış hiçbir zalim. Eninde sonunda hesap vermişler mazlumlara ettikleri zulümden ötürü. Henüz hesabını vermeyenler istisna olduklarından değil, sıranın gelmeyişindendir.
Oysa ki yanılmışlar ‘iki kişinin bildiği sır değildir’ derken. Kendileri ve de adamları için doğrudur bu söz belki hiçbiri birbirine güvenmediğinden ve de her zaman hazır olduğundan birbirini satmaya. Bazen değil iki kişinin binlerin, on binlerin bildiği bile sır oluvermiş zalimler için. Örneğin köy meydanına topladığı çoluk çocuk, kadın yaşlı yüzlerce köylüyü dipçiklerken uzatmalı, aradığı kişinin yerini alamamış hiçbirinin ağzından. Yüzlerce köylünün adını, sanını, yerini bildiği bu kardeşleri uzatmalı için ‘sır’ oluvermiş asırlar boyu. ‘Sırrını söyleme dostuna, dostunun dostu vardır, söyler dostuna’ demişler güvensizlik salmak için dostların bile arasına. Oysa ki, Filistin askısında sallanırken karşılıklı, ‘tanımıyorum’ demiş canı gibi sevdiği yoldaşı için. İşkenceciler kum torbalarıyla sökmekten beter ederken ciğerlerini yine de tek kelime çıkmamış ağzından, gözleriyle konuşmuş ayakları yerden kesilmiş dostuyla, yoldaşıyla. Bazen önlerine konan birlikte çekilmiş fotoğraflar bile çözememiş bu ‘sırrı’. Elektriğin, sopanın, demirin, dipçiğin işlemediği kaya gibi sert adamlarmış ‘sırrını satmayanlar’, sertliklerinin sırrını çözmeye çalışmış egemenler, yöntem bulmaya çalışmışlar çözebilmek için sırları.
Meğer ki ‘sırrın sırrı’ inanmaktaymış davaya, güvenmekteymiş birbirine. Yârin yanağından gayri paylaşmak isteyince her şeyi sırlar da paylaşılırmış, icap edende ser verilir sır verilmezmiş.
Böyle olmadığından zalimlerin dünyası, kardeşlik ve dostluk üzerine kurulmadığından hükümranlıkları pamuk ipliğiyle bağlı olurmuş saklamak istedikleri sırları ve sırlarına sahip çıkışları. Onun içindir ki birbirlerine güvenmezlermiş, onun için lal olsun diye ömür boyu herkes bin bir yönteme başvururlarmış. Korku salarlarmış saklamak için suçlarını. Şimdilerde kanunlar, kurallar koymuşlar duymak istemediklerini duymasın diye kimse. Duyulmasından en çok korktuklarını da en mühimi dedikleriyle almışlar güya koruma altına. Adını ‘devlet sırrı’ koymuşlar. Akan sular durur sanmışlar ‘devlet sırrı’ deyince. Sanıyorlarmış ki kuş kadar beyinleriyle devlet deyince dünyanın dönmesi duracak, güneşin doğuşu engellenecek.
Geçtiğimiz günlerde yapılan ’12 Eylül yargılamasında’ da darbe belgeleri hakkında ‘devlet sırrı’ kararı verdi mahkeme. Sandı ki, bu kararla gerçekler saklanacak, güneş balçıkla sıvanacak.
Soruşturmaların ‘gizli’ yürütülmesi, belgeler için verilen ‘devlet sırrı’ kararları zamanın akışını durdurmaya yetmiyor oysa ki. Kan ve zulüm üzerine inşa ettikleri saltanatları için mevcut an dondurulamıyor. Ne yaparlarsa nafile olduklarını kendileri de biliyor artık. İşte Gezi, işte Mısır.
TOMA’ları, makinalı tüfekleri; gizlilik kararları, devlet sırrı yasakları… Bunların hiçbiri onları kurtaramayacak… Durduramayacaklar halkın coşkun akan selini…
Evrensel'i Takip Et