Coalbrook: Afrika’daki en kötü madencilik felaketi
Clydesdale Madeninde meydana gelen göçükte 431 madenci hayatını kaybetti. Ölen madencilerin yakınları hâlâ adalete erişemedi. Katliama giden yolu Apartheid rejim ve emperyalistlerin planları ördü.

Fotoğraf: Wikimedia Commons
Lehlohonolo Kennedy Mahlatsi*
Free State Eyaleti, Sasolburg’da Coalbrook yakınlarındaki Clydesdale Kömür Madeninde 21 Ocak 1960 sabahı meydana gelen ani göçükte 431 siyah ve 6 beyaz madenci toprak altında kaldı.[1] İlk kaya düşmesi öğleden sonra saat 4.30 sularında gerçekleşti. Kaya yarılmaya devam ederken gelen gıcırdama sesleri üzerine Afrikalı işçilerin çoğu yer altından yüzeye çıktı. Onlara işe geri dönmeleri emredildi. İtiraz edenler Güney Afrikalı Efendiler ve Hizmetçiler Yasası işaret edilerek tutuklanmakla tehdit edildi. Yer altına dönmeyi reddeden iki madenci tutuklandı. Kalanlar yer altına sürüldü. Saat 6.30’da maden çöktü ve hepsi göçük altında kaldı. 431 madenci yerin 600 metre altında mahsur kalarak öldü. Bu felaket resmi olarak “kaza” olarak tanımlandı.
Ölen 431 Afrikalının neredeyse yarısı Lesotho’dan, geri kalanı ise Mozambik’ten geliyordu. Birkaç gün boyunca yer altında mahsur kalanların ne tam sayısını ne de isimlerini biliyordu maden sahipleri. Apartheid Güney Afrika rejimi, Portekiz sömürgesi Mozambik ve İngiliz himayesindeki Lesotho rejimleri ile birlikte bu insanların çalışma koşulları hakkında hiçbir ayrıntı vermedi. Faciadan iki hafta sonra nihayet ölülerin bir listesi yayımlandı, ancak soyadları gerekli görülmedi. Maden yetkilisi siyah Güney Afrikalıların isimlerini ise daha sonra yayımladı.
Maden aslında birkaç yıldır kapalıydı, ancak dünyada kömür fiyatlarının artmasıyla birlikte kârlı hale gelince tekrar işletmeye açıldı. Soruşturmada, yönetimin çatıyı destekleyen kömür sütunlarının çatının çökmesine neden olacak kadar inceltilmesine neden olduğu iddia edildi. Komisyon, “Madendeki çökmenin mühendis, genel müdürler, müdürlerin ve müdür yardımcılarının ihmalinden kaynaklandığını” tespit etti.
Apartheid rejim ve emperyalizmin planları için
1905’te açılan Coalbrook Kömür Ocaklarından çıkarılan tüm kömür doğrudan Taaibos Elektrik Santraline naklediliyordu. Coalbrook North her hafta 40 bin ton kömür üretiyordu. Bunun için Güney Afrika Genel Madencilik ve Yatırım Şirketinin (SAGIT) başka bir bölümü aracılığıyla işe alınan ve hem yerel hem de diğer yakın Afrika ülkelerinden temin edilen vasıfsız Afrikalı işçilerden oluşan muazzam bir iş gücü gerekiyordu.
ESKOM elektrik üretimi için ulusal kapasiteyi geliştirmek amacıyla 1923 yılında kurulmuştu. Bol, güvenilir ve ucuz elektrik arzı, Güney Afrika’nın endüstriyel ekonomisinin dayandığı madencilik sektörü için temel öneme sahipti; aynı zamanda bir başka kamu iktisadi kuruluş olan Güney Afrika Demir Yolları ve Limanlar Kurulu tarafından kontrol edilen demir yolu ağının ve ikincil üretimin genişletilmesi için de bir ön koşuldu. Güney Afrika’nın kendine ait önemli petrol rezervleri olmadığından 1950’de Güney Afrika’nın ihtiyaç duyduğu petrolü kömürden üretmek üzere Güney Afrika Kömür, Petrol ve Gaz Şirketi (SASOL) adında yeni bir devlet şirketi kuruldu. 1954 yılında açılan SASOL 1 Tesisi, Güney Afrika’da kömürden petrol üreten ilk tesisti ve Coalbrook’a on kilometreden daha yakın olan sanayi kasabası Sasolburg’da bulunuyordu.
1949 yılında, Transvaal ve Kuzey Özgür eyaletteki kömür sahalarının içinde veya yakınında yer alacak 10 yeni termik santralin inşası için planlar onaylandı. Bunlardan ikisi Coalbrook’ta inşa edilecekti. Taaibos Elektrik Santralinin inşaatına nisan 1951’de başlandı ve aralık 1954’te faaliyete geçti. 1958 yılına gelindiğinde Taaibos’un sekiz jeneratörü ve toplam 480 bin kilowatt elektrik kapasitesi vardı. O yıl, Güney Afrika’da tek bir elektrik santrali için 2.8 milyon birimlik üretim rekorunu kırdı. Santrali ateşleyen kömür yalnızca Coalbrook’tan geliyordu. Kazanlar özellikle yerel olarak bulunan ve yüksek kükürt içeriğine sahip kömürü yakmak üzere tasarlanmıştı. Uzunluğu yaklaşık 1.7 kilometre olan bir kara konveyör bandı saatte 650 tona kadar kömürü doğrudan madenden istasyona taşıyordu. Taaibos’un başarısı üzerine, bir kilometreden daha kısa bir mesafede Highveld adı verilecek benzer kapasiteye sahip ikiz bir istasyonun çalışmalarına hızla başlandı. Bu istasyon 1959 yılında faaliyete başladı. Yeni İstasyona kömür sağlamak için Coalbrook’ta ikinci bir maden açıldı. Bundan böyle iki maden Clydesdale North ve Clydesdale South olarak bilinecekti. Sektördeki kömür üretimi 1939’da yıllık 20 milyon tonun altındayken 1966’da 50 milyon tonun üzerine çıkmıştı.
Afrikalı işçiler çalışmaya zorlanıyordu
Altın ve kömür madenlerindeki yüksek ölüm oranlarının nedeni ‘Daha fazla üretim zorlaması’ olarak gösterilmişti. Üretim zorlamasında bulunan yöneticiler yetersiz denetim ve acelecilikten kaynaklanan kazalardan nadiren sorumlu tutuldu. Albert Nzula ve diğerleri, emperyalistlerin Afrikalı işçileri madenlerde ve plantasyonlarda sözleşmeli işçi olarak kullandıklarını yazdılar. Emperyalistlerin siyah işçilere maden ya da çiftlik işleri için sözleşme imzalatmak için topraklara el koyuyor, köylüler tüccar ve tefeci sermayesi tarafından köleleştiriliyor, zorla alınan vergiler uygulanıyor ve son olarak doğrudan siyah işçiler çalışmaya zorlanıyordu. Bu hiçbir şekilde emeğin serbestçe kiralanması ya da satılması olarak değerlendirilemez. Karl Marx, Kapital’in ilk Almanca baskısına yazdığı ön sözde şöyle diyordu: “Modern kötülüklerin yanı sıra, dünün mirası olan bir sürü kötülüklerin: çok eski üretim biçimlerinin alttan alta hâlâ sürüp gitmelerinden doğan ve bunların kaçınılmaz olarak beraberinde getirdikleri çağ dışı toplumsal ve politik ilişkilerin altında eziliyoruz. Yalnızca yaşayanlardan değil ölülerden de acı çekiyoruz. Le mort saisit le vif! (Ölüm yaşayanı yakalar.)
Girişimciler Güney Afrika’da sözleşmeli işçi alımı için de özel ajan kadrosuna sahip birkaç özel şirket kurdu. Witwatersrand Yerli İşçi Birliğinin (WENELA) bu amaçla Mozambik’te 75 istasyonu vardı ve 30 beyaz, 250 Afrikalı ajan çalıştırıyordu. Yerel ve gezici komiserler sürekli maaş alıyordu. Yerli İşleri Bakanlığı ise 1-50 sterlin arasında bir maliyetle işe alma lisansları veriyordu.
Ruth First 1959 yılında işe alınan 432 bin 234 Afrikalı işçinin sadece 182 bin 561’inin Güney Afrika’dan geldiğini yazmıştır. Yüzde 58’i (toplam 249 bin 673 kişi) Güney Afrika’nın doğrudan siyasi kontrolünün olmadığı bölgelerden geliyordu. Maden Odasının Yerli İşe Alma Şirketinin Maseru’da merkez ofisleri; Lesotho’da hükümet yetkilileri tarafından onaylanmış şubeleri vardı.
Yasal düzenlemelerle ayrımcılık örüldü
Apartheid, kapitalist sınıfın endüstriyel imalat sermayesi çağında ucuz Afrikalı iş gücüne yönelik artan talebi karşılama girişimiydi ve aynı zamanda beyaz işçileri; siyah işçilerden kaynaklı artan rekabete karşı korunmak için gerçekleştirdiği bir uygulamaydı. Güney Afrika kapitalizminin temel taşı olan madencilik endüstrisinin gelişimi, sermayenin hızlı bir şekilde yoğunlaşması ve merkezileşmesi sürecinden oluşuyordu. Bu sermaye, geniş Güney Afrika bölgesinden çekilen bir göçmen emek sistemi temelinde biriktirildi. Madencilik endüstrisinin erken tekelleşmesi, dikkatle planlanmış ve kurumsallaştırılmış bir tekelin kurulması için gerekli koşulları yarattı. Bu tekel, iş gücü istikrarını ve sürekli yeniden üretimini garanti altına almak için “tedarikçi devletler”le yapılan anlaşmalarla güçlendirildi. Böylece, göçmen işçi sistemi madencilik sektöründe sermaye birikiminin temelini oluşturdu. Maden Odası, “Afrikalı madencilerin kollarına metal bir plaka veya rozet takmalarını” şart koşan geçiş yasalarının çıkarılmasına öncülük etti. 1894 tarihli Glen Grey Yasası da verginin getirilmesi yoluyla Afrikalıların köleleştirilmesi sürecini yürütmek için bir araç olarak kullanıldı.
Güney Afrika’da kökenleri köleliğe ve on yedinci yüzyılda ilk beyaz yerleşimcilerin gelişine kadar uzanan sömürgeci tarım ekonomisine dayanan ucuz siyah iş gücü sistemi 1911 ve 1926 Maden ve İşletme Yasaları (“Renk Çubuğu” Yasaları) ile Güney Afrika endüstriyel iş gücü sisteminin temel ilkesi olarak yasalarda yer aldı. Bu “endüstriyel renk baremi” küçük bir azınlık olan beyaz madencilerin, büyük bir çoğunluk olan siyah madencilerden vasıflı-vasıfsız olarak tanımlayarak ırksal çizgilerle ayrılması anlamına geliyordu. Apartheid rejimi altında, beyaz maden işçileri, maden sermayesi ve devlet arasındaki etkili bir ittifak, beyaz madencilerin sektörde özellikle siyah madencilerin aleyhine ayrıcalıklı bir konuma sahip olmalarını sağladı. Bu ayrıcalıklı konum onlara, siyah iş arkadaşlarından çok daha yüksek ücret ve emeklilik, sigorta, sağlık hizmetleri ve kaza veya ölüm durumunda tazminat gibi çeşitli haklar sağlıyordu.
Transvaal’deki İngiliz yönetimi, rejimin getirdiği ayrımcılıkları genişletti ve General Jan Smuts, 1911 Maden ve İş Kanunu kapsamında çıkarılan yönetmeliklerle bir ekleme daha yaptı. Afrikalı ve diğer beyaz olmayan işçiler üç ayrı hükümle vasıflı işlerden dışlandı. Altın Kanunu, şirketlerin özel sınırları içinde veya dışında, madencilik amacıyla ilan edilen herhangi bir arazide toplantı yapılmasını yasaklıyordu. Bantu Çalışma Yasası grev yapmayı Afrikalı işçiler için suç haline getirdi. Efendiler ve Hizmetçiler Yasası, bir patrondan gelen herhangi bir emri yerine getirmeyi reddetmeyi suç haline getirdi. Yerli İşgücü Düzenleme Yasası uyarınca, sözleşmeli bir işçi ile patronu arasındaki herhangi bir sözleşme ihlali -yılda 270 vardiyalık sözleşmenin tamamının yerine getirilmemesi de dahil olmak üzere- cezai bir suçtu. Buna ek olarak Afrikalı madenciler, diğer sektörlerde faaliyet gösteren Ücretler Kurulu tarafından asgari ücretlerin zorunlu olarak belirlenmesinden muaf tutuldular.
Adalet arayışı sınırları aştı
Coalbrook felaketine tepki olarak Güney Afrika Komünist Partisi (SACP) Afrikalı liderlere ve kurtuluş hareketlerine, Güney Afrika’ya işçi alımına, bu işçilerin demokratik ve modern çağa uygun hak ve özgürlüklerini ve koşullarını garanti altına alan bir sözleşme olmaksızın son verilmesi için baskı yapma çağrısında bulundu. Sözleşmeli işçi akışının tamamen durdurulması çağrısında bulundu. Parti, bu ticaretin düzenlendiği ve uygar çalışma ve ücret standartlarının ve sendikal örgütlenme ve toplu pazarlık için temel hakların garanti altına alındığı tüm anlaşmaların yayınmlanmasını talep etti. Parti ayrıca, Afrika’nın bilinçli ve örgütlü sendikacılarına, Afrika’ya giden tüm yurttaşlarına militan bir sendika ruhu aşılamak üzere yola çıkmaları çağrısında bulundu; böylece Güney Afrika’nın altın ve kömür madenlerine her yıl akan bu insan seli, Güney Afrika halkı için köleleştirilmelerini sürdürmenin ve ücretlerini insanlık dışı düzeylere çekmenin bir aracı değil, bir güç ve canlılık kaynağı olacaktı.
Coalbrook felaketi Afrika halkını daha önce hiç olmadığı kadar yakınlaştırmıştı. İş dünyası, kilise çalışanları, köylüler yas tutmak için bir araya geldi. Güney Afrika Sendikalar Kongresi (SACTU) ve Afrika Ulusal Kongresi (ANC) ülkenin farklı bölgelerinde anma törenleri düzenledi. Anma törenlerinden birinde Komünist Parti ve sendikanın önde gelen isimlerinden Moses Mabhida yas tutanlara şunları söyledi: “Bu işçiler hiç kazanmadıkları zenginliği inşa ettiler. Güney Afrika’yı altınla parlattılar ama bedenlerini örtecek bir bez parçasına sahip değiller.”
SACTU, Coalbrook Maden Faciası mağdurları için bir Ulusal Koordinasyon Fonu oluşturdu. Uluslararası Madenciler Sendikası, Uluslararası Çalışma Örgütüne (ILO) ve Apartheid Başbakanı Hendrik Verwoerd’e bir mektup yazarak madencilerin güvenliği ve sağlığının kâr ve verimlilikten önce gelmesi gerektiğini vurguladı. Güney Galler’deki küçük bir kömür ocağında çalışan madenciler Coalbrook maden faciasını duyduklarında ölen Clydesdale madencilerinin aileleri için yardım topladılar.
Coalbrook aileleri için hâlâ adalet yok
Felaketin boyutu, ırk baskısı ve sınıf sömürüsüne dayalı apartheid sömürge sisteminin bir sonucuydu. Apartheid ve kapitalizm olmasaydı bu katliam gerçekleşemezdi. Ölen Afrikalı madencilerin eşleri soruşturmada Joe Slovo tarafından temsil edildi. İngiliz Maden İşçileri Sendikası, işçilerin hukuk ekibine yardımcı olması için deneyimli bir maden mühendisi göndermişti. Slovo, “sosyal cinayetin klasik bir örneği” ile karşı karşıya olduklarını fark etti.
Sosyal cinayet kavramı, Engels tarafından 1845 yılında İngiltere’de İşçi Sınıfının Koşulları adlı ufuk açıcı çalışmasında, toplumdaki en yoksul ve en savunmasız kişilerin yaşamın gerekliliklerinden mahrum bırakıldığı ve makul bir şekilde yaşamalarının beklenemeyeceği ve kaçınılmaz olarak erken ve doğal olmayan bir ölümle karşılaşacakları koşulların var olmasına bilerek izin veren siyasi ve sosyal seçkinler tarafından işlenen cinayeti tanımlamak için ortaya atılmıştır.
Madencilik, diğer tüm sektörlerden daha fazla, Güney Afrika’nın 1880’lerden bu yana izlediği yörünge ve küresel emperyalist sistemdeki yeri için en büyük maddi açıklamayı sağlamaktadır. Vaal Üçgeni bölgesinin kurulması, madencilik ve sanayileşme ile birlikte göçmen emeğinin ölçeği ile doğrudan bağlantılıydı. Madenciliğin Güney Afrika’nın endüstriyel mirasındaki merkezi önemine dair hiçbir şüphe yok. Bu mirasın içinde, çoğu Güney Afrika’nın farklı bölgelerinden gelen göçmenlerden oluşan maden işçilerinin mirası da yer almaktadır. Afrikalı madencinin yaşamı gibi ölümü de ucuzdu ve üretimi artırma dürtüsünü engelleyecek güvenlik önlemlerinin maliyetine değmezdi. Coalbrook’ta ölen Afrikalı madencilerin aileleri İşçi Tazminat Yasası kapsamında emekli maaşı veya İşsizlik Sigortası Yasası kapsamında ölüm yardımı alma hakkına sahip değildi. Bunun yerine, madenler için sigorta teminatı sağlayan Rand Mutual Sigorta Şirketi tarafından geliştirilen bir formüle dayalı olarak hesaplanan tek bir toplu ödeme ile tazmin edildiler. Ailelerin birçoğu yasal statülerini kanıtlayamadıkları için hiçbir şey alamadılar. Ayrıca, bu hesaplama Mozambikli madenciler için geçerli değildi, çünkü onlar program kapsamında bile değildi.
Coalbrook felaketinden 65; Güney Afrika’daki demokratik atılımdan 31 yıl sonra Coalbrook felaketinin kurbanlarının aileleri için hâlâ adalet yok. Bu olay, Güney Afrika Devrimi’nde sınıf sömürüsü ve ulusal baskının ayrılmaz bir şekilde iç içe geçtiğini keskin bir şekilde hatırlatmakta. Apartheid yasalarının kaldırılması ırkçılığı ve eşitsizliği sona erdirmedi, çünkü kapitalizm ırk ayrımcılığı ve özel sömürgecilik türleri üzerinde yükseliyor.
* Bu yazı mronline.org’dan kısaltılarak alınmıştır. Ara başlıklar editöre aittir.
(mronline.org)
Evrensel'i Takip Et