19 Haziran 2025 10:17

Çağının yansıtıcısı bir sanatçı: Tuncel Kurtiz

Yönetmen Özcan Alper’in imzasını taşıyan “Bölük Pörçük – Bir Tuncel Kurtiz” belgeseli, usta sanatçının yaşamına odaklanırken Türkiye’nin toplumsal ve kültürel tarihine de ışık tutuyor.

Hasan Can Bilici
[email protected]
Sedef Akçay
[email protected]


İstanbul — Yönetmen, Senarist Özcan Alper’in son işlerinden biri olan “Bölük Pörçük – Bir Tuncel Kurtiz” belgeseli vesilesiyle Alper’i Nar Film Stüdyosunda ziyaret ediyoruz. Belgeselde Tuncel Kurtiz’in elli yıllık kariyeri boyunca tiyatrodan sinemaya uzanan renkli ve dopdolu hayatı tanıklıklar aracılığıyla anlatılıyor. Kurtiz’in ailesinden isimlerin yanı sıra birlikte çalıştığı arkadaşları Nur Sürer, Nejat İşler, Şevval Sam, Menderes Samancılar, Nursel Köse, Fatih Akın gibi isimler de anılarını paylaşıyorlar.

Usta oyuncunun bir dönem asistanlığını yapmış olan Yönetmen Alper’le belgeselin ortaya çıkışından, Kurtiz’in sanat kariyerinin çeşitli ve verimli oluşuna ve elbette politik geçmişine değinen detaylı bir sohbet ediyoruz.

Fotoğraf: Hasan Can Bilici

"Biyografik belgeseller meselesini önemsiyorum"

Tuncel Kurtiz’le ilgili bir belgesel yapma fikri nasıl ortaya çıktı?

Aslında daha önce Mehmet Eryılmaz’ın ’90’lı yılların sonunda yaptığı “Bedr: Sinemada Bir Dolunay” adlı bir belgeseli var. Biz neredeyse ondan 15 yıl sonra başka bir şey yaptık. Ben genel olarak biyografik belgeseller meselesini çok önemsiyorum. Türkiye’de ya TRT’nin ya da belli ekollerin yaptığı işler var. Başka belgeseller de hep yapmak istedim. Hatta sinemaya ilk başladığımda ilk yaptığım işlerden biri, Türkiye’de çok az tanınan bir Kuantum Fizikçisi Yılmaz Öner’le ilgili “Bir Bilim Adamıyla Zaman Enleminde Yolculuk” belgeseliydi. Tabii dil olarak o zaman öğrendiğimiz şeyden yola çıkarak daha TRT usulü bir dış sesle beraber ilerleyen bir belgeseldi ama içerik olarak hâlâ çok önemsiyorum.

Yaşar Kemal, Abidin Dino, Adalet Ağaoğlu’yla ilgili bir şey yapmak istiyordum. Bir dönem Tezer Özlü’yü konuştuk. Hatta kendi kuşağımdan birkaç yönetmen arkadaşımla Erden Kıral ve Şerif Gören’le ilgili bir şey yapalım dedik onlar ölmeden önce. Çünkü biliyorum, insanlar öldükten sonra çok değerleniyorlar. İnsanlara yaşarken o değeri vermek meselesinde Türkiye maalesef çok nankör bir ülke. Bu yönüyle baktığımda biyografi meselesi hep çok önemsediğim, çok sevdiğim bir tür. Hatta bazen tür olarak en çok okuduğum şeylerden biri olabiliyor. Bizim kuşak mesela Asım Bezirci’nin edebiyat biyografileriyle büyüdü aslında. O yüzden bu çalışma sürpriz değildi. Yine bu dönem Sinemacı, Akademisyen Ahmet Gürata’nın çok ciddi çalışmaları olmuştu Tuncel Kurtiz’le ilgili. Biraz aslında onunla beraber de şekillendirdik belgeseli. Hem danışman olarak hem de aslında bütün o dönemi bilen biri olarak. Çünkü yapmak istediğimiz şey Tuncel Kurtiz biyografisiyle beraber bir dönemin Türkiye’nin hikayesini de anlatmaktı.

"Yönetmenlik neyi öne çıkaracağımızı seçme meselesi oldu"

Belgeselin yalnızca bir Tuncel Kurtiz anlatısı olmaması Kurtiz’in dolu dolu bir yaşam sürmesi ve çok yönlü kişiliğiyle de ilgili elbette. Bu noktada belgesele başlarken nasıl bir planınız vardı? Bir Türkiye tarihi anlatısı kurmak kaçınılmazdı diyor musunuz?

Tabii ki. Bir oyuncu portresiyle beraber aslında bir dönemi hem Türkiye’yi hem de onun dünyadaki yolculuğunu anlatmak baştan vardı. O yüzden mütevazılık yapıp diyorum burada aslında büyük bir yönetmenlik denemesinden çok Tuncel Kurtiz’in hayatı tabii çok önde. Hatta o yüzden bir biyografi, klasik biyografiyle beraber otobiyografik bir çalışma da diyorum. Çünkü onun kendi kayıtları, sesleri, radyo konuşmaları, filmleri var o yüzden kendi otobiyografisi üzerinden ilerledi. En nihayetinde Tuncel Kurtiz gibi ikonik bir oyuncuyu düşününce gerçekten oynadığı filmler, yurt dışında aldığı ödüller, yaptığı tiyatrolar hem ilk dönemi hem sonrası dev bir malzeme vardı tabii. Aslında yönetmenlik burada neyi öne çıkaracağımızı seçme meselesi oldu.

"Yılmaz Güney ile ilişkileri az karşılaşılır"

Kurtiz’in sinema deneyimine dair ne dersiniz?

Sinemanın yavaş yavaş büyüdüğü bir dönem. İşte Lütfi Akadlar, Metin Erksanlar, Halit Refiğler… Türkiye sinemasının artık tek tip dediğimiz Muhsin Ertuğrul döneminin bittiği farklı bir sinemanın, yavaş yavaş toplumcu gerçekçi sinemanın kendini hissettirmeye başladıkları dönem. Ama o dönem tabi Yeşilçam üssücü bir sinema var. “Yılmaz ben sevmedim bu işi” diyor. Çünkü Yeşilçam sinemasını sinema olarak görmediği için. Yılmaz Güney de ona “İhtiyar, şimdi bir dönem böyle şeyler yapacağız. İşte çok tanınacağız, insanlarla ilişki kuracağız. Sonra esas istediğimiz filmleri yapacağız” diyor ve gerçekten de öyle oluyor. Tuncel Kurtiz için de gerçekten Yılmaz Güney’le tanışmak bir dönüm noktası oluyor aslında. O iş birliği de aslında sinema tarihinde çok az karşılaşılan bir şey. O ilişki Yılmaz Güney’in son filmi Duvar’ı çekene kadar da sürüyor. Hatta belgeselde Yılmaz Güney’in Duvar filmiyle ilgili kamera arkası görüntüleri de var. Orada bütün çocukları çalıştıran kişi, çevirileri yapan kişi Kurtiz.

"Sanat bir hakikat arayışıdır, muhaliftir"

Belgeselin de kapanışında Tuncel Kurtiz “Önce yaşadığım toplum içindeki haksızlıkları, eşitsizlikleri, olmayan demokrasiyi anlatmak istedim. Çünkü sanatçı çağının yansıtıcısıdır” diyor. Bu aslında sanatçıya doğrudan bir sorumluluk yüklüyor. Kendisi de ömrünün son zamanlarında Emek Sineması eylemlerinde en ön sırada mücadele ediyor mesela. Buradan yola çıkarak siz ne düşünüyorsunuz sanat-sanatçı ilişkisine dair?

Bu hep olmayan demokrasiyi, sorumluluğu, toplumun duyulmayan sesi olmak gerçekten ama bu bir hakikat arayışı meselesi. Zaten bir sanatçı ya da kim olursa olsun en nihayetinde aslında bir hakikat arayışı peşinde oluyor. Ne anlatırsa anlatsın. Ben de öyle bakıyorum. John Berger’in de Camus’nun da Deleuze’un de söylediği budur. Aslında entelektüel olarak ya da estetik alanda üretim yapan herkesin en nihayetinde amacı budur. Burada benim Türkiye gibi ülkelerde dönüp dolaşıp söylediğim şu oluyor. Bazen çok uç noktalarda anlaşılabiliyor. O yüzden diyorum sanatın kendi ereğinin olma meselesi. Bu propagandif bir şey değil. Tam tersine sanat zaten kendi ereği gereği, kendi hakikatini anlatırsa, kendi gerçekliğini yaratırken bunlar zaten olması gereken, olan şeyler olacaktır doğalında. O yüzden muhaliftir, o yüzden sesi duyulmayanların sesidir, o yüzden tarih boyunca, çağlar boyunca sanatçılar mevcut iktidarların baskısına, zulmüne uğrarlar, sürgüne gönderilirler, hapse atılırlar. Çünkü bir hakikat anlatıcısıdırlar yani aynı zamanda. Tuncel Kurtiz’in dediği de böyle.  

"Ana dilini konuşamayanların meselesi herkesin meselesi"

Belgeselde ana dili mevzusuyla ilgili dikkatimi çeken bir bölüm oldu. Kurtiz, Adorno’nun sözünü örnek veriyor “Ana dili insanın ana vatanıdır” diyor. Sonra Şevval Sam “Ama bu ülkede ana dilini konuşamayanlar da var” diyor. Kurtiz de “Bu ülkede yaşayan herkes için ayıptır” diyor. Mesela bu farklı bir bakış açısı. Sorumluluğu kendine alıyor…

Çok doğru bir şey yapıyor bu arada. Gerçekten Türkiye’de sadece ana dili farklı olanlar için değil. Tam tersine ben hep şunu söylüyorum, ana dili Türkçe olanların bu ülkede özellikle diğer ana diller meselesiyle ilgili daha fazla sorumluluk alması gerekiyor. Yani AKP üzerinden onların yaptığı her şeyin kötü olma meselesi üzerinden. Bir dönem biliyorsunuz andımız diye, normalde İtalyan Mussolini dönemi faşistlerinden alınmış bir marş her sabah Türkiye’deki bütün çocuklara okutuldu. İşte Türk’üm doğruyum diye başlayan. Aslında çocukların benliğini yok etmeye çalışan, ırkçı bir marş. Mesela bu marş kaldırıldığında kendine solcuyum diyen ama bunun ne anlama geldiğini bilmeyen Türk olmayan birinin, bir çocuğun bu marşı her sabah söyleyerek okula derse başlamasının ne olduğunu düşünemeyen, bu empatiyi kuramayan kendine entelektüel diyen bir sürü aydın oldu. O yüzden Tuncel Kurtiz’in belgeselde de Adorno’dan alıntılayarak söylediği gibi bu ülkede kendi ana dilini konuşamayanların meselesi bütün ülkenin entelektüellerinin ya da herkesin sorunsalı bence. Böyle bakmak gerek.

"Karakterimin ana dili neyse filmde o dili konuşuyor"

Kendi filmlerinizde de ana dili mevzusuna dikkat ediyorsunuz

Karakterlerim eğer o dildeyse o dilde konuşuyorlar. Mesela Sonbahar filmimde anne Hemşinli olduğu için Hemşince konuştu oğluyla. İşte Gürcü karakterler Gürcüce konuştu. İşte Kürt karakterler varsa eğer gerekiyorsa Kürtçe konuştular. Ya da son filmimde mesela Timuçin Esen ve Leyla Tanlar’la bir yol filmi yaptık. Burada bir karakter yarı Gürcü yarı Ukraynalı’ydı. İşte Gürcüce konuştu. Timuçin Esen eğer karşısındaki Laz karakterse Lazca konuştu mesela. Biz bunları filmlerimizde edebiyatımızda ve farklı kültürel üretimlerde olması gerekenin bu olduğunu anlatabilirsek bu bir normalleşmeyi sağlar ve gündelik hayatta demokratikleşme böyle başlar.

14 Temmuz 2025 03:45

Filistin halkına en büyük destek ülkelerimizdeki gerici düzeni değiştirmektir

Filistin Halk Kurtuluş Cephesinin Tarihi Genel Sekreteri George Habaş’ın vasiyetini hatırlayalım: “Filistin davasına sunabileceğiniz en iyi şey, gerici, yandaş rejimlerinize karşı mücadele etmektir."

Filistin halkına en büyük destek ülkelerimizdeki gerici düzeni değiştirmektir

Fotoğraf: AA

İçerik yükleniyor...

(Dış Haberler)
14 Temmuz 2025 04:20

Kâr ederken paylaşmıyorlar, zararın faturasını ödetiyorlar

Metal sektöründe bir de işten çıkarma korkusu yayarak sözleşme dönemini düşük zamlarla atlatmaya çalışıyorlar.

Kâr ederken paylaşmıyorlar, zararın faturasını ödetiyorlar

Arşiv fotoğraf: DHA

14 Temmuz 2025 04:28

Kamu işçileri sefalet zammı karşısında grev istiyor

Ekmek 15 liraya, kiralar iki katına çıktı, ücretler yerinde sayıyor. Kamu işçileri, hükümetin yüzde 17’lik zam teklifine karşı “Bu sefalet zammıdır” diyerek grev çağrısını yükseltiyor.

Kamu işçileri sefalet zammı karşısında grev istiyor

Fotoğraf: Murat Uysal/Evrensel

Andaç Aydın Arıduru
[email protected]


İçerik yükleniyor...

Evrensel'i Takip Et