1 Mayıs 2025 00:23

Bir hareketin anatomisi: İstanbul Üniversitesi

Boykotların etkin bir şekilde örgütlenebilmesi amacıyla hızlıca kurulan yapıların, tüm talepleri karşılayacak “en ideal araçlar” değiller, sürecin ihtiyaçlarına hitap ediyorlar.

Bir hareketin anatomisi: İstanbul Üniversitesi

Fotoğraf: Evrensel

Malik ARSLAN

İstanbul Üniversitesi

Cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu ile birlikte 27 kişinin daha diploma iptali ve hemen ertesi gün seçilmiş büyükşehir belediye başkanı ile 104 kişinin gözaltına alınması kararları, İstanbul Üniversitesinden başlayıp diğer üniversitelere, liselere ve illere sıçrayan, üniversite gençliğinin belkemiğini oluşturduğu bir halk hareketinin fitilini ateşledi. Özellikle eski devrimci kuşaklar tarafından senelerdir kayıtsızlıkla suçlanan gençler, temel demokratik haklarının son kırıntılarının da tek adam iktidarınca gasp edilmesini “bardağı taşıran son damla” olarak nitelendirmiş, ülke tarihinin en kitlesel gençlik yürüyüşüne yol açacak denli bir mücadele dalgasını başlatmışlardı.

19 Mart’ta polis barikatıyla birlikte korku duvarlarını da yıkarak harekete önayak olan İstanbul Üniversitesi öğrencileri, aslında uzunca bir süredir tek adam iktidarının çeşitli saldırıları karşısında öfke bileniyorlar. Öğrenciler, Erdoğan-Şimşek ekonomi programının vadettiği geleceksizlik, güvencesizlik ve ucuz işgücü olma cenderesinde ezilirken; barınma, beslenme, hijyen gibi temel haklarına erişemiyorlar. Diploma iptali kararını alan üniversitenin, iktidarın bir aparatı niteliğinden sıyrılması; parasız, bilimsel, demokratik eğitim hakkının kazanılması gibi talepler, Türkiye gençliği açısından meselenin sadece İmamoğlu’ndan veya seçme-seçilme hakkının savunulmasından ibaret olmadığını gösteriyor. Tabii öğrencilerin bu husustaki en büyük ortak paydasını salt bir AKP karşıtlığı olarak tarif etmek de mümkün.

Birleşik bir hat inşası

İstanbul Üniversitesi öğrencilerinin daha önceki eylem pratikleri ve mücadele deneyimlerinin, içinde bulunduğumuz sürece giden yolun taşlarını döşediğini söyleyebiliriz. Zeren Ertaş, “duvarsız üniversite” süreci, yemekhane zamları, Ayşenur ve İkbal cinayetlerinden sonra şekillenen eylemler, belki birleşik bir mücadele hattına uzanamasa da öğrencilerin mücadele birikimini derinleştiren örnekler olarak yaşanıyordu. 19 Mart’tan itibaren yaşanan süreçte ise mücadeleyi yerel çerçeveden taşırabildiğimiz, şehrin en işlek caddelerini felç etmeye yetecek bir kitleselliğin zeminini nihayet inşa edebildiğimiz bir gerçeklikle karşı karşıyayız. Örneğin İstanbul Üniversitesi ile İstanbul Teknik Üniversitesi öğrencilerinin Saraçhane yolunda birleştikleri an, gençliğin mücadele belleğine atılan ve kolay kolay unutulmayacak çentiklerden sadece birisi.

İstanbul Üniversitesi öğrencileri de ODTÜ’den yükselen boykot çağrısına verdikleri “ders yok, boykot var” yanıtıyla 24 Mart’tan itibaren dersleri sekteye uğratmış, etkili bir boykot süreciyle mücadeleyi kendi mevzilerine de taşımışlardı. Boykot, forum, temsilci seçimi gibi araçları çoğu öğrencinin ilk kez tecrübe ettiği süreçte her bölüm veya fakültede örgütlediğimiz forumlarda hem sürece hem de eğitim hayatımıza ilişkin taleplerimizi müzakere etme fırsatı yakalamış, sınıflardan başlayarak seçilen temsilcilerden oluşan ve temel gayesi boykot sürecini garanti altına almak olan boykot komitelerini oluşturmuştuk. Boykot komiteleri aracılığıyla forumlar, açık dersler, atölyeler örgütleyerek mücadeleyi sürekli kılmaya çalışırken belki de ilk kez bu kadar kitlesel bir birliktelikle özerk-demokratik bir üniversite inşa etmenin yöntemlerini tartışıyorduk.

Bu sürece kadar benzer bir mekanizmayı işletme deneyiminden yoksun olduğumuz için boykot komitelerinin niteliğine dair tartışmalara da değinmekte fayda var. Boykotların tüm fakültelerde etkin bir şekilde örgütlenebilmesi amacıyla hızlıca kurulan söz konusu yapıların, öğrencilerin tüm taleplerini karşılayacak “ideal araçlar” olmadığının, sürecin ihtiyaçlarına hitap ettiğinin altını çizelim. Boykot komitelerinin hem tüm öğrencileri temsil etme gücüne sahip tam demokratik, müteşekkil ve sürekli mekanizmalar olduğu yanılgısına kapılmamak hem de mahiyetini çarpıtarak ihtiyaçlarını göz ardı eden tutumlara mahal vermemek gerekiyor.

Söz konusu süreci kendine has kılan en önemli husus, belki de gençlik hareketiyle işçi sınıfı mücadelesinin birleşme ihtiyacının daha önce hiç bu kadar belirgin olmamasıydı. Boykotları “genel grev, genel direniş” politik hattıyla birleştirme ufkunu hızlıca kazanan öğrenciler, örgütledikleri forumlarda, sendikalarla gerçekleştirdikleri çeşitli etkinliklerde mücadeleyi işçi sınıfı saflarıyla buluşturmanın olanaklarını aramaya koyulmuşlardı. Eğitim-Sen’in İstanbul Üniversitesi öğrencilerine destek mahiyetinde Beyazıt Ana Kapı önüne gerçekleştirdikleri yürüyüş, öğrencilerin Havuzlu Bahçe’de direnişteki İnşaat-İş üyesi işçilerle dayanışmayı ifade eden açıklamaları ve pek çok örnek şimdiden hafızamızda yer edinmiş durumda. 19 Mart’tan itibaren ilmek ilmek ördüğümüz mücadelede yükselttiğimiz talepler, şimdiyse 1 Mayıs alanlarında cisimleşmeyi bekliyor. “İşçi gençlik el ele, genel greve” şiarını benimseyen İstanbul Üniversitesi öğrencileri 1 Mayıs yaklaşırken “Emek Haftası” olarak ilan edilen program kapsamında mücadeleyi farklı perspektiflerle nasıl genişletebileceğini tartışıyor, 1 Mayıs alanlarında bir üniversite kortejiyle boy göstermenin imkanlarını arıyorlar.

Kalıcı mekanizmalar kurmak

Önümüzdeki süreçte en büyük sorumluluğumuz ise mücadelemizi ilerletecek yeni mevziler inşa etmek, birlikteliklerimizin kalıcı mekanizmalara dönüşmesini sağlamak olarak görünüyor. Dönemin koşullarından neşet eden ve sınırlı biçimiyle daha etkin araçlar lehine kendini lağvetme ufku taşıyan boykot komiteleri deneyiminden faydalanabilmemiz, tüm kazanım ve eksiklerinden ders almamız, tartışma çıktılarını biriktirebilmemiz gerekiyor. Ayağını sınıflardan bölümlere, bölümlerden fakültelere ve üniversiteye doğru basacak en geniş öğrenci birliklerini, ÖTK’leri ancak bu sayede kurabilir, hareketin yeni mevziler kazanarak büyümesini bu takdirde sağlayabiliriz.

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Ekmek, barış, adalet ve özgürlük için…
İşçi Sınıfının Uluslararası Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü 1 Mayıs

Ekmek, barış, adalet ve özgürlük için…

Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de işçi ve emekçiler 1 Mayıs’ı, iktidarın çok katmanlı saldırıları, derinleşen yoksulluk, baskı ve küresel ölçekte bir savaş tehdidiyle karşılıyor. İşçinin olduğu her yerde alanlara çıkacak olan emekçiler, insanca yaşanacak ücret, barajsız-yasaksız sendika hakkı, siyasi baskıların ve yasakların son bulması ve barış taleplerini haykıracak.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
1 Mayıs 2025 - Sefer Selvi

Evrensel'i Takip Et