06 Nisan 2013 05:54
Son Güncellenme Tarihi: 25 Şubat 2018 12:20

Sabahattin Ali'nin bestelenmiş şiirleri

Tahir Şilkan, direngen, eleştiren, yol gösteren, mücadeleye çağıran eserleriyle edebiyatımızın unutulmazları arasına giren Sabahattin Ali'yi yazdı.

Paylaş

Tahir ŞİLKAN

Sabahattin Ali, öğretmen okulunu bitirerek Yozgat’ta öğretmenlik yapmış sonra, yabancı dil öğretmeni olarak yetiştirilmek üzere düzenlenen sınavı kazanarak Almanya’ya gitmiştir. Orada 4 yıl kalan Sabahattin Ali Almancayı öğrendiği gibi, yoğun edebiyat okumaları yapmış, şiirler yazmış ve bilinçli bir aydın olarak yurda dönmüştür. (Sabahattin Ali, Kürk Mantolu Madonna romanında Almanya yıllarının anılarından önemli ölçüde yararlanmıştır. Romanının kahramanı, Almanya’da gezdiği müze ve sanat galerilerini, okuduğu kitaplarla ufkunun genişlediğini anlatır...) Gerçekte, Almanya’daki eğitimi yarım kalmış, Alman Hükümeti tarafından ülkeyi terk etmesinin istenmesi üzerine ülkeye dönmüştür.

Sabahattin Ali yurda dönünce Nazım Hikmet’in de çalıştığı ve yazarları arasında olduğu ‘Resimli Ay’ dergisinde yazılarını yayınladı ve sınavlarını vererek ortaokul öğretmenliğine başladı. Sabahattin Ali’nin gerçekçi sanat anlayışına ve şiirle birlikte hikaye ve romana yönelmesinde Nazım Hikmet’in önemli katkısı vardır. Konya’da çalıştığı yıllarda bir komplo sonucu Atatürk’e hakaret ettiği gerekçesiyle 14 ay hapis cezasıyla cezaevine düştü ve Türkçenin en güzel cezaevi şiirlerini yazdı. Sabahattin Ali’nin yattığı cezaevlerinden birisi ünlü Sinop cezaeviydi ve yazdığı “Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz” şiiri ve bestelenerek söylenen şarkıdan sonra daha da “ünlü” oldu.

“...Sinop kalesinden uçtum denize
Tam üç gün üç gece göründü Rize
Karşı ki dağlardan gel oldu bize
Eşkıya dünyaya hükümdar olmaz...”

Sabahattin Ali’nin neredeyse bütün şiirleri bestelenmiştir demiştik, ‘Eşkiya Dünyaya Hükümdar Olmaz’ kadar tanınmış iki ‘hapislik’ şiiri; biri ‘Geçmiyor Günler, Geçmiyor’:

“Burda çiçekler açmıyor
Kuşlar süzülüp uçmuyor
Yıldızlar ışık saçmıyor
Geçmiyor günler geçmiyor

Avluda volta vururum
Kah düşünüp otururum
Türlü hayaller görürüm
Geçmiyor günler geçmiyor...”

diğeri; neredeyse herkesin bildiği, şarkısını söylediği, ‘Aldırma Gönül’ şiiri.

“Başın öne eğilmesin
Aldırma gönül, aldırma
Ağladığın duyulmasın,
Aldırma gönül, aldırma...”

Sabahattin Ali, Cumhuriyetin 100. yılı nedeniyle çıkarılan ‘genel af’la cezaevinden çıktı ve uzun uğraşlardan sonra memuriyete dönebildi. 1935-1945 arası dönem Sabahattin Ali’nin en verimli yazarlık yıllarıdır. Hikaye, roman, şiir kitapları yayınlandı. Oyunları, çevirileri, yazıları yayınlandı. Ankara Konservatuarı’nda ünlü Alman Carl Ebert’in asistanlığını yapıyor, ardından Konservatuar’da dramaturgluğa yükselmiş ve diksiyon dersleri vermeye başlamıştı. Bu dönemde yayınlanan ‘İçimizdeki Şeytan’ romanında, ırkçı ve Turancıları eleştiri konusu yaptı, onların içyüzünü ortaya koydu ve bu kesimlerin hedefi oldu. Kendisine yönelik çok şiddetli saldırılarla karşılaştı.

Irkçı ve Turancılarla içine girilen süreçte, Sabahattin Ali işini kaybetmiş ve İstanbul’a dönüp gazeteciliğe başlamıştır. Aziz Nesin ve Rıfat Ilgaz ile birlikte çıkarılan ve birkaç sayı sonra kapatılan gazetelerde (Marko Paşa, Malum Paşa, Merhum Paşa, Öküz Paşa), siyasal iktidarı oldukça sert eleştiren yazılar yazıyor ve hakkında davalar açılıyordu. Bu arada ‘Sırça Köşk’ hikaye kitabı yayınlandı.

Sırça Köşk öyküsü hükümet tarafından halkı kışkırtan bir yazı olarak değerlendirildi ve ‘Sırça Köşk’ kitabı hemen toplatıldı. Sabahattin Ali, kendisini kapana kıstırılmış hissediyordu, baskılar, davalar, işsizlik, kapanan gazeteler, geçim sıkıntısı onu bunaltmıştı.

‘Ne zor şeymiş’ başlıklı yazısında içine düşürüldüğü durumu yazdı: “...Çalmadan, çırpmadan bize ekmeğimizi verenleri aç, bizi giydirenleri donsuz bırakmadan yaşamak istemek bu kadar güç, bu kadar mihnetli, hatta bu kadar tehlikeli mi olmalıydı...”  Ülkeyi terk ederek, nefes alabileceği, özgürce yazabileceği bir ülkeye gitmek istiyordu. Yasal yollardan yurt dışına gidebilmek için pasaport almak istedi, verilmedi. O da gizlice ülkeyi terk etmeye karar verdi, ancak İstihbarat Örgütü tarafından izleniyordu ve süreç onun Kırklareli’de aylar sonra vahşice öldürülmüş olarak bulunması ile sonuçlandı. Başbakan Adnan Menderes, "Sabahattin Ali’nin Devlet tarafından öldürülmüş" olduğunu ve hükümetin ancak böyle bir yol bulup "Milli hislerle galeyana gelen birinin" Ali Ertekin’in işlediği cinayet kılıfının bulunduğunu söylemiştir. Ali Ertekin bir yıl bile hapiste yatmamış ve sonraki hayatında “devletin himayesini” görerek rahat içinde yaşamıştır.

Sabahattin Ali, bir şiirinde yazdığı gibi;

“Göklerde kartal gibiydim,
Kanatlarımdan vuruldum;
Mor çiçekli dal gibiydim,
Bahar vaktinde kırıldım."

(kırılmıştır)

Sabahattin Ali’ye göre; “... Sanatın biricik amacı, insanları daha iyiye, daha doğruya, daha güzele yükseltmektir”, “Sanat, insana insanı, hayatı ve bunların anlamını öğretmekle görevlidir. Sanatçı kitle ile birlikte ıstırap çekecek, halk ile birlikte gülecek, onunla birlikte isyana kalkacaktır. Sanatçı geniş kitlelerce anlaşılmak istiyorsa, süslü ve oyunlu, karışık bir anlatım yerine yalın bir anlatımı seçmelidir. Ve sanatı, bilimi, kültür varlıklarını yalnızca belli sınıfların hizmetinden kurtarıp bütün milletin malı haline getirmek gerekir...”

Sabahattin Ali’ye göre; “Sanatın bu görevi yerine getirebilmesinin koşullarından birisi, ‘gerçekçi’ olmasıdır. Ama bu, tümüyle romantizme sırt çeviren ve natüralizme yüz veren kuru, aldatıcı ve edilgen bir gerçekçilik değildir. Etkin, ‘namuslu ve samimi’ bir gerçekçiliktir. Gerçekçiliğin bir başka bir özelliği de ‘inandırıcı’ olmaktır...”

Sabahattin Ali; eserlerinde, yalın bir anlatımla, ayrıntıları ölçülü ve yararlı bir biçimde kullanan, mizahtan olabildiğince yararlanan, duru, akıcı ve temiz çarpıcı bir dil kullanan edebiyatımızın en önemli yazarlarından biridir. Kitaplarının bugün dahi en çok okunan yazarlar arasında olması Sabahattin Ali’nin sanat ve edebiyata yüklediği görevleri kendisinin yazdıklarında layıkıyla yerine getirmiş olduğunun kanıtıdır.

Sabahattin Ali’nin “kadrinin” halk tarafından bilindiğine inanıyorum. Bu nedenle, her ne kadar mezarının yeri bilinmiyor (saklanıyor) olsa bile, onun henüz 24 yaşında yazdığı “Dağlar’ şiirini anımsayınca aslında nerede olduğunu da gerçekte herkesin bildiğini düşünüyorum.

“ ...
Bir gün kadrim bilinirse
İsmim ağza alınırsa
Yerim soran bulunursa
Benim meskenim dağlardır...” 

 

ÖNCEKİ HABER

Muğla’da yurt arama operasyonu

SONRAKİ HABER

Kâr hırsının işgali altında ‘insan’lık ve çocuklar

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...