Lerna Babikyan: Türkiye’de bağımsız sanatçı olmak çok zor
Yaratıcı Dans-Hareketli Pedagoji kitabını kaleme alan Lerna Babikyan ile günümüz dans/hareket ve sanat anlayışı üzerine konuştuk.

Fotoğraf: Kişisel arşiv
Ekim Deniz AKARSLAN
İstanbul
Yazar, Koreograf ve Performans Sanatçısı Lerna Babikyan bale ve modern dans alanında çalışmalar yürütüyor. Son olarak “Yaratıcı Dans-Hareketli Pedagoji” kitabını kaleme aldı. Babikyan ile günümüz dans/hareket ve sanat anlayışı üzerine konuştuk. Bağımsız sanatçıların koşullarına değinen Babikyan “Türkiye’de bağımsız sanatçı olmak çok zor. Meslek olarak görülmüyor bile kimi zaman. Bence ihtiyacımız olan bir an önce diyalog. Bağ kurmak, birbirimizle deneyimlerimizi, bilgilerimizi paylaşmak ve daha çok tartışmak…” diyor.
Sizi tanıyarak başlayalım?
1980’de, İstanbul’da doğdum. 1997’de Marmara Üniversitesinde Halk Eğitimi Bölümüne girdim, buradan pedagojik formasyonunu alarak mezun oldum. O süreçte hem bale kursuna gidiyordum hem de tiyatroda oyunculuk ve yönetmen yardımcılığı yapıyordum. Tiyatroda 4 yıl sonra sözlerin ötesinde sadece bedenle ve daha sade ve saf olarak kendimi sahnede ifade etmek istediğimi hissettim. Yıldız Teknik Üniversitesinin lisans dans bölümüne kabul edildim, 2006’da mezun oldum. Eğitmenlik deneyimim 1997’de başladı. Çocuklarla hareket ve bale üzerine çalışmaya başladım. Bale dersi verirken çocukların sürekli benim yaptığımı taklit ediyor olması bir zaman sonra benim için soru işareti olmaya başladı. Çünkü interaktivite, yaratıcılık gibi bazı önemli etmenlerin ekarte edildiğini fark ettim. Modern dans bölümüne girdiğim süreçte de yaratıcı dans alanını keşfettim ve bir araştırma sürecine girdim. Modern dansın temelinin yaratıcı dans olduğunu da daha çok görerek bu alana yönelmeye başladım. Bağımsız eserlerde misafir dansçı ve kendi işlerimde hem dansçı hem koreograf olarak yerli ve yabancı festivallerde yer aldım.
İnterdisipliner bir sanatçı oluyor oluşunuz ile klasik baleye dair bir karşı duruşunuz var. Bunun tesadüfi olmadığını düşünüyorum. Bu konuda neler söylersiniz?
Benim klasik balenin kendisine bir başkaldırım yok. Aslında benim için de sorgulanan şey bale ya da bale tekniği değil. Örneğin bugün açısından sorguladığım şey bale sanatının diğer disiplinlerle bir paylaşım ya da düşün ilişkisi kuramamış olması… Türkiye’de bale, 1940’larda kurulduktan sonra devletçi bir yapının formları içinde kalmış. Dolayısıyla orada toplumun geneline ulaşamayan bir durum var. Tabii aksi örnekler de var. Bazı yerel baleler de Ninette de Valois öncülüğünde yapılmaya çalışılmış. Pınarbaşı Balesi gibi. Ama maalesef Türkiye’nin genelinde sanatın büyüyen bir piyasası var. O yüzden genelde sanat eserlerinin içeriği daha “elitist” ve belli bir zümrenin beğenisine sunulan ve ulaşabildiği durumda. Ama tarih bu değil. Dışarıda bir sürü şey oluyor. Tek başına sadece bizim ülkemizde mesela dört tane darbe var. Bir sürü toplumsal olay, çok çalkantılı bir tarih ve bir sürü acı var. Bunların arasında az biraz kutlamalar var. Duruma baktığımızda devlet tarafından finanse edilen bu alanlar toplum için ne ifade ediyor diye soruyorum genel tabloyu gördüğümüzde. Ya da toplum bu şekilde işlenen bir sanat eserini neden izlemeli gibi sorular. Yurt dışında bu konuya dair birçok makale var. Balenin ve sanatın sistem içerisinde oluşmuş cinsiyetçi yapısının tartışıldığı, eleştirel bir gözle yaklaşarak geliştirilmeye çalışıldığı…
"SANSÜRE RAĞMEN…"
Kitabı yazma motivasyonunuz nedir?
Çocukların yaratıcı dans dersleri içerisinde nasıl dönüştüğünü, nasıl geliştiğini çok gözlemledim ve 2015’te tüm bu bilgilerin bende kalmaması için bu alandaki ilk ve tek olan eğitmen eğitimlerine başladım. Bu süreçte yurt dışında biriktirdiklerim bana çok yardımcı oldu. Araya pandeminin de girmesiyle kendime vermiş olduğum sözü tutarak yazmaya başladım. İlk başta bunun o dönem İstanbul’da devam ettiğim yüksek lisans çalışmasıyla temelini atabileceğimi düşünmüştüm. Ama gerçekleşmedi, yani bu alanda dans bölümü içerisinde reddedildi. Sansürlendi, varlığı inkar edildi. Türkiye’de bağımsız bir sanatçı olarak dişimi tırnağıma takarak yapmak zorundaydım. Bunca sansüre rağmen bildiklerimin toplumla buluşmasını istedim. İnsanları da seviyorum ve mutlu olmalarını istiyorum en temelde bu motivasyonla kitabı yazmaya başladım.
Bir yandan bu kadar özgün ve Türkiye’de daha önce denenmemiş bir alan hakkında yazı yazarken bir yandan da aktif bir şekilde sanat yapabilmeye nasıl devam ettiniz?
Aslında kitabı yazma sürecim teknik olarak sanat yapamadığımız sürece denk geldi. Çünkü kitabı pandemide yazdım. Pandemiden önce başlamak istiyordum ama bir türlü bu hayatın koşturması ve karmaşası içinde başlayamıyordum, odağımı oraya veremiyordum. Pandemi başlar başlamaz oturup başladım kitabı yazmaya. Tabii kitap yazmak bizim gibi mesleği harekete dayalı kişiler için gerçek anlamda bir zorluk ya da meydan okuma. Çünkü çok uzun oturmanız gerekiyor. Fakat bu süreçte molalarımı hep dans ederek geçirdim. Bu süreci kendim için eğlenceli hale getirmek adına yollar aradım. Çok fazla makale okudum. Bu süreçte çevrim içi derslerin çoğalması da beni geliştirdi. Çünkü sahnede dans etmek gibi, eğitmenliğin de bir sanat olduğunu düşünürüm.
"BAĞIMSIZ SANATI SAYMIYORLAR"
Kitabınızda sanatın özellikle dans alanının gelenekselleşen kısımlarına ve yeniliklere kapalı olduğuna dair eleştiriler de mevcut. Bunu aşmanın yolunu siz nerede görüyorsunuz?
Bence eşitlikçi bir diyalog en önemlisi. Hele ki sanatçıysak toplumsal olarak öteki olanı dinlemek, onunla empati kurmaya çalışmak… Çünkü bir sürü hikaye var. Bunların içinde sanat açısından çok besleyici ve günün sonunda onları nesneleştirmeden duyarlı bir noktadan paylaşabilmemizin birçok zemini var. Şöyle bir gerçek var tabii ki: Bir devlet yapısı içinde çalıştığınız zaman doğal olarak onun politikalarını da onaylamak durumunda kalıyorsunuz bir ölçüde. Bunu herkes yapabilir ya da yapamaz bilmiyorum. Ama sonuçta ödenekli dansçıların daha çok şansı var. Alternatif bir şeyler yapabilmek için zaman ayırabildikleri ölçüde bağımsız sanatçılar tabii ki daha özgürler ama bir taraftan maddi olarak bir yerden sonra da manevi olarak güvensiz bir zeminde devam ediyorlar. Türkiye’de bağımsız sanatçı olmak çok zor. Meslek olarak görülmüyor bile kimi zaman. Bence ihtiyacımız olan bir an önce diyalog. Bağ kurmak, birbirimizle deneyimlerimizi, bilgilerimizi paylaşmak ve daha çok tartışmak… Yurt dışında birçok farklı dans iç içe geçiyor artık. Mesela bir hip-hop koreografisi bile bir bale gösterisinin parçası olabiliyor. Ve bunu bale dansçıları yapıyor. Çok fazla örnek var elimizde. Ben biraz bu örneklerle ilişkiye geçmek, yeni bir şeyler önerebilmek istiyorum. Bu sanatların farklı renk ve dallarının, çiçeklerinin ortaya çıkmasına ihtiyaç var diye düşünüyorum -ki bu şekilde toplumun her kesiminden insanı kendine çekebilsin.- Bu renkliliğe alan açtıkça herkes kendi sanatçısına, sanatına, kültürüne ve hafızasına daha farklı sahip çıkacaktır diye düşünüyorum.
Evrensel'i Takip Et