Acının çocuk elli demircisi: Aziz Nesin
Tarık Özyıldırım, ölüm yıl dönümünde Aziz Nesin'i yazdı.

Fotoğraf: AA
Tarık ÖZYILDIRIM
Aziz Nesin, acılarla yetişmiş bir yazardı, kendini “Ben bir simyacıyım, gözyaşlarını gülmeceye çevirerek dünyaya sundum” der. Yoksulluktan ve yeterince beslenemediği için ilk önce 3 yaşındaki kız kardeşini daha sonra da verem hastalığına yakalanan annesini kaybeder. Ölen annesini anlatırken o kadar içlidir ki çünkü annesi 26 yaşındayken bu dünyadan göçüp gider, verem onu gençliğinde yakalar: “…Yirmialtı yaşındayken/ Yaşamadan öldün/ Anneler artık yaşamadan ölmeyecek…/ Böyle gelmiş,/ Ama böyle gitmeyecek!” Annesi onun gözünde hep iyiliğin, güzelliğin ve saflığın temsiliydi: “Annem, bir gün bayramlığım yok diye sabaha kadar babamın eskilerinden gözyaşları içinde bana bir şeyler dikti. Annemin, bizi mutlu görmek için yapmayacağı şey yoktu.”
ESİN CANAVARLARIM
Eserleri 40’tan fazla dile çevrilmiş, 100’den fazla eser yazmış, Türkiye’de 10 milyondan fazla okuyucuya ulaşmış, uluslararası yarışmalarda Altın Palmiye, Altın Kirpi, Lotus gibi önemli ödüller almış bir yazardan bahsediyoruz.
İki binden fazla öyküyle dünya öykü yazma rekoruna sahip. Nasıl bu kadar yazabiliyorsun, esin kaynağın ne? diye soranlara “Benim esin cinlerim, cadılarım, canavarlarım var. Bunlar; kira isteyenlerim, para isteyenlerim, bitip tükenmeyen gereksinimler… Keyfimizden mi yazıyoruz, zora gelmişiz; darda kalmışız” der.
Feridun Andaç’la yaptığı söyleşide neden iki yüzden fazla takma ad kullandığını şöyle açıklar “İki yüz takma ad. Bu belki de bir dünya rekoru. Bunu keyfimden yapmadım. Kendi adımla yazınca gazeteler almıyor benim yazılarımı. Bunu nedenle hep başka adlarla yazdım.”
Fikir olarak hiç uyuşmadığı insanlar bile onun mizahtaki hikâyeciliğini kabul etmişti. Peyami Safa “Aziz Nesin Türk hiciv ve mizahının en büyük yaratıcısıdır” derken Yusuf Ziya Ortaç “Hiç kimse Aziz Nesin gibi olamaz, kalemi eline aldı mı yazamayacağı şey yoktur” ifadelerini kullanır.
Nesin’e, üzüntülerinin en acısı sorulduğunda “Üzüntülerin en acısı Viyana Ulusal Kitaplığını gezerken hissettim. Ülkemde, okullara ve kitaplıklara kitaplarımın girmesi yasaktı. Ama Viyana Ulusal Kitaplığında bütün kitaplarımın mevcut olduğunu rehberim aracılığıyla öğrendim. İşte o zaman içime inanılmaz bir üzüntünün acısı çöktü” cevabını verir.
HEPİMİZ BİRER ZÜBÜK’ÜZ
Emin Özdemir, Aziz Nesin’in hikâye ve romanlarının toplumsal kokuşmuşluk, aksaklık, aykırılık ve çürümüşlüklere nasıl öfkeli bir tepkinin ürünü olduğunu söyler. Bu tepkinin en güzel örneğini de “Zübük” romanıdır. Aziz Nesin, bu romanın yazılma hikâyesini şöyle anlatır: “Vatan gazetesi, benden bir mizah romanı yazmamı istedi. Romana ‘Vilayet İstiyoruz’ adıyla planlayıp başladım. Fakat yazının devamını bir türlü getiremedim. Yazının içinden Zübükzade İbraam ön plana çıkınca bunun üzerinden on üç gün içinde ‘Zübük/ Kağnının Gölgesindeki İt’ romanını oluşturdum.”
Zübük romanında Aziz Nesin toplumsal bir tespiti çok iyi yapar: “Şimdi çok iyi anladım ki, Zübük bir tane değil, biz hepimiz birer zübüğüz. Bizim hepimizin içinde zübüklük olmasa, bizler de birer zübük olmasak, aramızdan böyle zübükler büyüyemezdi. …”
BEŞ BİN KİTABIMI YAKTIM
Aziz Nesin şiirler de yazar. Şiire tutkusu gençlik yıllarına dayanır. Nâzım Hikmet ile şiire dair bir diyalogunu şöyle anlatır: “1950 yılında Nâzım açlık grevindeyken Cerrahpaşa’ya kaldırılınca onu göremeye gittim. O sıralarda takma adlarla şiirler yazıyordum. Bana senin mi diye sordu. Evet dediğimde yazma, dedi. Nâzım, kibar bir adamdı. Kötü şiir yazanlara, asla kötü şiir yazdın diyemiyordu. O sıralar benim şiirlerim Nâzım’ın kötü bir kopyasıydı.”
1956 yılında “Bir Dakika” adlı ilk şiir kitabını İlhan Selçuk’un matbaasında beş bin adet bastırır Aziz Nesin. Daha sonra şiirlerini tekrardan okuyup beğenmeyince matbaanın bahçesinde hepsini ateşe verir. Tüm bu olumsuzluklara rağmen şiirle bağını koparmaz Aziz Nesin, 1985’te 70 yaşından sonra peş peşe şiir kitabı çıkarır.
TOPLUM EYLEMCİSİ
“Hiçbir kavgayı ben çıkarmadım/ Kavgaya zorladılar…” beni der bir şiirinde Aziz Nesin. Kemal Tahir “Aziz Nesin bizden daha çok çekti, biz bir kere içeri girdik on bir yattık. O beş buçuk yıl girdi çıktı, girdi çıktı” der.
Her toplumsal sorunda karşımıza muhalif kimliğiyle çıkar. 1947 Amerikan Marshall yardımını da o eleştirir, 12 Mart ve 12 Eylül uygulamalarını da Kürt sorununu da. Nihayetinde ya gözaltına alınır ya da hapis yatar. Aziz Nesin’i en iyi tanımlayan Sovyet yazar Leonid lenç’in “Toplum Eylemcisi” tabiridir.
Fransızca bilmediği halde Politzer’in Marksist Felsefe Derslerinin önsözünü çevirip yayımlamaktan 6 ay hapis yatar. 6-7 Eylül olaylarında hiçbir suçu yokken ilk tutuklanan o olur. Türkiye’de 4 defa öldürülmekten kurtulan, asılmak ve yakılmak istenen yine odur.
Sanırım Türkiye’de hiç kimsenin başına gelmeyecek bir olay Aziz Nesin’in başına gelir. Biri onun öldürülmesi için para ödülü ortaya koyar. Bunu, Aziz Nesin mizahi bir üslupla yanıtlar: “Şadoğlu adında biri beni öldürmek için ‘bilmem kaç yüz bin dolar vereceğim’ diyor. Yahu parayı getir, biz kendimiz ölelim. Herif beni öldürdükten sonra bir de mezarıma kenef yaptıracakmış.”
Nesin, aydınların sorumlu olmaları gerektiğini düşünürdü. “Ey dünyanın aydınları birleşiniz, kaybedecek çok şeyimiz var ama kazanacağımız onurumuzdur.”
GÜNEŞİN GÖRMEDİĞİNİ DE GÖREN USTA
Aziz Nesin, hayatının her döneminde olduğu gibi çok tartışmalı bir vasiyetname hazırlar. Öldüğünde cenazesinin, 1972’de kurduğu çocuk yurdunun bahçesinde gömülmesini ister. Eğer na’şının, kendi kurduğu çocuk yurdunun bahçesine gömülmesine izin verilmezse tıp fakültesinde kadavra olarak kullanılmasını vasiyet eder.
Oğlu Ahmet Nesin yaşananları şöyle anlatır: “Aziz Nesin, ölmeden önceki 3 yıl Nesin Vakfı’nda yapılan bütün yönetim kurulu toplantılarında 15 dakikayı onun öldükten sonra nasıl gömüleceği tartışmalarına ayırırdık. Bu konuda en rahat oydu, çünkü gömecek olanlar bizlerdik. İslami şartlarda gömülmek istemediğinden çeşitli varsayımlar üzerine tartışır dururduk. Bunlardan birisi de -Eğer hükümet Nesin Vakfı bahçesine gömülmesine izin vermezse- babamın üniversiteye kadavra olarak verilmesiydi. Kadavra hem tıp öğrencilerinin işine yarayacaktı hem de bizim işimize. Oğlu olarak bunu o zamanlarda tartışmak, hatta şimdi de yazmak zor ama kadavra sonucunda elinizde sadece 1 poşet kemik kaldığından, onu istediğiniz yere gömme şansınız doğuyor.”
Bakanlar Kurulu kararı çıkınca, bir de cesedine otopsi yapılınca kadavra olarak kullanılamaz. Mezarının üstünde istediği gibi çocuklar koşmakta, onların oyunlarıyla her sabah uyanmakta Aziz Nesin. Ülkü Tamer’in onun için yazdığı bir şiirle veda edelim Aziz Nesin’e “Güneşin görmediğini de gören usta/ Acının çocuk elli demircisi…”
Evrensel'i Takip Et