7 Şubat 2023 20:54

1999’dan 2023’e derinden yine aynı ses

‘Deprem ülkesini’ yönetenler halkı ölümden koruyacağına ne yaptı? Deprem vergilerinin parasını duble yollara yatırmakla övündü... ‘İtibardan tasarruf olmaz’ diyerek saraylar inşa etti…

1999’dan 2023’e derinden yine aynı ses

Fotoğraf: Emin Sansar/AA

Erdi TÜTMEZ

‘Sesimi duyan var mı?​’

17 Ağustos depreminin enkaz altından yükselerek bu ülkenin yüreğini dağlayan koca bir sorusu…
Bu ses aradan geçen on yıllarda sadece boş bir odanın duvarlarına çarptı durdu.
O tarihten bu yana ‘Deprem ülkesiyiz’, ‘Depremle yaşamayı öğrenmeliyiz’ sözleri tepeden bu halka bir nasihat gibi söylenip durdu.
Evet deprem ülkesiyiz; depremle de yaşamayı öğrenmeliyiz…
Ancak bu konuda bir adım atmayanlar, bu halkı dayanıksız evlerde oturtanlar sanki tüm sorumluluk halktaymış gibi davranıp durdu. ‘Depremle yaşamayı öğrenmelisiniz.’

Halk acılarla, ölümlerle, yıkımlarla depremle yaşamayı öğrenmeye çalıştı; ama devlet ve hükümetler ülkenin bir deprem ülkesi olduğu gerçeğini bilerek yönetmedi.

‘Deprem ülkesini’ yönetenler halkı ölümden koruyacağına ne yaptı?
Deprem vergilerinin parasını duble yollara yatırmakla övündü...
‘İtibardan tasarruf olmaz’ diyerek saraylar inşa etti…
O saraylara bir uçak filosu yakışırdı, onu da yaptı…
‘Deprem ülkesini’ depremden korumamak için elden gelen ne varsa yapıldı…

Her yıl 17 Ağustos’ta geçmiş trajedilerle aramıza mesafeler koyulmuş gibi paylaşımlar yapıldı. Erdoğan son yıl dönüm mesajında “17 Ağustos 1999 Depremi'nde hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allah'tan rahmet diliyor, aradan geçen 23 yıla rağmen acıları hiç dinmeyen yakınlarının hüznünü yürekten paylaşıyorum. Bir daha aynı trajedilerle sınanmamak için yürüttüğümüz çalışmalara kararlılıkla devam edeceğiz." diyordu.

***

23 yıl sonra benzer, belki de daha büyük bir ‘trajedi’ ile karşı karşıyayız.
Erdoğan’ın deyimiyle bu ‘trajedi’ yine bize sabit; yine onunla sınanıyoruz…
‘Kararlı çalışmalar’ın olmadığı gerçeğiyle de yine yüz yüzeyiz.
Binlerce kişi enkazların altında can veriyor, binlerce insan hastanelerde yaşam savaşı veriyor..
Ve binlerce insanımız enkazın altında… Hava eksilerde…
Ulaşılamıyor…

Ve her yerden aynı ses yükseliyor: Devlet nerede?

Enkazda çocuğu olan bir anne feryat figan içinde, Antep Büyükşehir Belediye Başkanı Fatma Şahin’e sesleniyor: “Ekip gönder Fatma hanım ne olur? Çalışan vatandaş, ekip yok. Nolur! Yukarıdan aşağıya inecekler ip yok. İnşaatçıdan istiyoruz. Nerede bu belediye, nerede bu devlet? Evladım orada. Sizin evladınızın canı yansa ne olacak? Allah rızası için nolur yardım edin.”

Sahi devlet nerede?

3 çocuğu var Ayşe Gül’ün. Ablası Yasemin Oruç, eniştesi Mehmet Oruç ile yeğeni 18 yaşındaki Deniz Oruç'a telefonla ulaşamayınca Hatay'a geliyor. Geldiği adreste yerle bir olan apartman enkazını buluyor Ayşe Gül… “Bu bina içinde neredeyse 100 kişi.” diyor çaresizce ve anlatıyor: “Sadece bizim aileden 3 kişi var. Ekip geldi, bir baktı gitti. Daha sonra da gelen giden olmadı. Ne olursunuz, buraya bir el atın.”

Sahi devlet nerede?

Deprem bölgesine gitmek için hazır olan 415 madenci uçak sorunu nedeniyle alana saatlerce gidemedi. O ‘itibardan tasarruf olmaz’ diyerek dikilen sarayların bahçelerindeki bir uçak madencileri enkaz arama çalışmalarına saatlerce götürmedi. Saatlerce… Olaya hızlı müdahale etmesi gereken madenciler saatlerce bekletildi. Çok sonradan uçaklarla bölgeye götürüldü madenciler… Çok geç kaldıktan sonra…

Sahi nerede devlet? Nerede bu devlet?

***

‘İnsanı yaşat ki devlet yaşasın’ diye her söze başlayanlar yine ortada yok.
Bu önermede de büyük bir fay hattı ve çatlak var…
‘Betonlar yaşasın ki devlet yaşasın’ belki artık daha doğru bir ifade…
Yine de devletimiz bir şeyler yapıyor.
Devletimiz şu sıralar ‘dezenformasyona’ büyük savaş açtığını söylüyor.
Yorum yapan gazetecilere soruşturmalar açıyor. Sosyal medyadaki paylaşımları inceliyor…
Ekonomi Bakanı moloz yığınlarının önünde “Burada sıkıntı sosyal medyada yayılan yanlış haberler.” diyor.
Tek sıkıntımız buymuş oysa.
Bir sert bakış, ‘yine birileriyle savaşıyormuşuz’ ve yine ‘Türkiye’nin üzerine oyunlar oynanıyor’muşcasına karşımıza çıkıyor devletimiz: “Olağanüstü hal ilan etme kararı aldık.”
Günlerdir tam bir seferberlikle müdahale edilebilecek ancak edilmeyen yerlerde; feryatların yükseldiği yerlerde OHAL ilan ediyor.
Bu OHAL ilanı enkaz bölgelerinde hızlı hareket etmenin bir ifadesi değil artık.
Günlerdir yıkılan kentlerden kendilerine yükselen sesleri kısmak, itirazların önüne geçmek istemenin bir ilanı.
Bütün bir ülkeyi tamamen OHAL atmosferine çekmek istenmesinin bir ilanı.
Depremler öncesinde; depremlerin hemen arkasında ‘olağanüstü’ bir şekilde hareket göstermesi beklenen devletimiz anlaşılan olağanüstülüğü yine başka yerde arıyor.

1999’den 2023’e…
Halkın olağanı yine yoksulluk yine enkaz yine ölüm…
‘Olağanüstülük’ ise yine betonların yaşaması; seslerin, feryatların, itirazların kısılması…
Bir kez daha ‘betonlar yaşasın ki biz yaşayalım’ diyenlerle ‘bu devlet canımızı neden korumuyor?​’ diye feryat edenlerin çarpıştığı yerdeyiz…

Evrensel'i Takip Et