29 Ocak 2023 03:22

Emekçinin Kitaplığı | Bir ülkeye çökmenin uzun öyküsü: Yeşil Papa

Miguel Asturias’ın ‘Muz Üçlemesi’ olarak bilinen dizisinin ikinci kitabı, Yeşil Papa adını taşıyan roman, Muz Tröstü Başkanı Geo Maker Thompson’ın Şikago’dan bölgeye gelişiyle başlar.

Emekçinin Kitaplığı | Bir ülkeye çökmenin uzun öyküsü: Yeşil Papa

Fotoğraf: Unsplash

Nuray SANCAR

Sonsuz bir ayin kalabalığı. Elleri yoktu. Vücutları yoktu. Yalnız ayakları vardı. Ayaklar ayaklar ayaklar. Kendilerini kurtaracak yollar arayan ayaklar. Köylüler nereye sığındılarsa kırbaçlanarak kovuldular…

Burası merkezi Şikago’da kurulu bir muz tekelinin, ekilebilir toprakları yerli halktan söküp aldığı, kendi yağıyla ancak kavrulan halkın yerinden yurdundan edildikten sonra tekelin ücretli kölesi haline getirildiği Karayipler’de bir ülke. Miguel Asturias’ın ‘Muz Üçlemesi’ olarak bilinen dizisinin ikinci kitabı, Yeşil Papa adını taşıyan roman, Muz Tröstü Başkanı Geo Maker Thompson’ın Şikago’dan bölgeye gelişiyle başlar. Silahlı adamları, yardımcıları ve uşaklarıyla birlikte bu topraklara medeniyet taşıyacağı iddiasındadır Thompson; her zamanki gibi. Yine her zamanki gibi, bir emperyalist bir bölgeye ayak bastığında o ülkenin her şeyinde hak iddia eder. Ülkenin bayrağının yerine kendi bayrağını, dilinin yerine kendi dilini, yasasının yerine kendi yasasını geçirir.

Maker Thompson köylülerin, topraklarını çok ucuza satmaları için yardım etsin diye yanına aldığı Dona Flora’nın nişanlı kızı Malari’ye de göz koyar. Ne var ki Malari annesinin ve Maker Thompson’ın baş düşmanı olacaktır. Köy köy dolaşarak köylüleri; topraklarını satmamaları, direnmeleri için kışkırtmaya başlar. ‘Annemi gözlerim görmek istemiyor artık Meksika’nın ele geçirilişi sırasında yerlilere karşı Cortez’in tarafını tutan Malinche’ye benziyor o’ demektedir Malari. Bir süre sonra yörede efsane haline gelir. Söylenene göre, en son, gelinlikle girdiği nehirle evlenmiştir. Latin edebiyatı gerçek ile düşün, efsane ile hayatın birbirine karıştığı bir edebiyat türüdür. Bu türün ustalarından Asturias da sömürü sisteminin kuruluşunu ve ona karşı mücadeleleri gerçekle söylence arasında gidip gelerek anlatır.   

Yerlilerin kendine özgü dinleriyle Protestan misyonerlerinin dini karşılaştığında İsa’yı kendi panteonlarına yerleştirmeye, Hristiyanlığı yerli dinine uyarlamaya çalışan, küçük, kendine yeter tarım üreticiliğinden birdenbire proleterleşmeye evrilen halkların sırtındaki sömürgeci kırbacı, düşüncenin eski düzenini bozmuştur. Efsane, acı gerçeğe karşı kahramanca direnişlerin rahatlatıcı ve açıklayıcı dili, bazen de öz saygının kendisini koruduğu bir kaçış yeri haline bu yüzden gelir. Ama giderek efsaneyle gerçeğin iç içe olduğu melez bir kültür ortaya çıkar.

ASLIYLA SAHTESİ

Fakat sömürgecinin de bir efsanesi vardır. Bu efsanede dünya ikiye ayrılır; “İlerlemiş halklar ve geri kalmış halklar vardır. İlerlemiş olanlar geri kalmış olanlara yardım etmelidir,” konuşur sömürgecilerden biri, Kind. Sonra Mayari’ye anlatmaya devam eder: “Bay Maker Thompson ile bunun için geldik buraya. Piyasaya yeterince mal sürülmezse biz de itibarımızı kaybederiz. Siz de. Köyler şehir haline gelecek, İşsizlikmiş, sefaletmiş, hastalıkmış, yoksullukmuş bunlar kalmayacak. Muz bahçeleri, baltalık orman alanları, altın yatakları, kömür damarları… bir emperyumdur bu. Uygarlığın ve ilerlemenin emperyomu. Dikkat edin bazılarının istediği gibi imparatorluk sözünü kullanmıyorum.”

Ama realitenin bununla ilgisi yoktur. Sömürgecinin zihninde olayların açıklaması şöyledir: “Yoksa gerçekten buraya şu yoksul şeytanların hayatlarını düzeltmek için mi geldiğimizi sanıyorsunuz? Onları ve pisliklerini taşımak için mi demir yolu yapacağız. Piyasalara bizimkilerle rekabet edecek malları götürsünler diye mi vapurlar işleyecek? Tanrı bilir bu bölgelerde hastalıklarla mücadele çabalarını da siz bu yaratıkların ölmemeleri için gösterdiğimizi ileri süreceksiniz. Bizim yapabileceğimiz şey çabuk ölmesinler diye değil, bizim için çalışsınlar diye özen göstermek onlara…”

İlerleme, kalkınma, gelişme adına ülkeye yerleşen tröst egemenliği başkanlara yeniden seçilme olanağı, milletvekillerine çek, yurttaşlara ilerlemenin ufak hırsı verilerek; gözlerin yerini dev farların, ellerin yerini aletlerin, denizlerde teknelerin yerine dev gemilerin dolaştığı bir tabloyla tamamlanacaktır. Yerlilere uzatılan sahte kalkınmanın eli, diğer eli boş bırakır; o el silahın tetiğini çekmek için kullanılacaktır. Çünkü her şey tekel için, sermaye içindir bu saatten sonra! ‘Bir zamanlar İspanyolların ellerinde yerlilerin ağaç üstüne yapılmış resimlerini, amatl kabuğuna yazılmış yazılarını, putlarını ve alametlerini mahveden ateş, şimdi de onları kıvılcıma çevirip kemiriyordu. İsalar, bakire Meryemler, St. Antuanlar, ibadet kitapları, anılar ve madalyalar… Başka bir tanrı gelmişti artık: Dolar. Ve başka bir din: big stick.” Big stick beyzbol sopası anlamına gelir ama Roosevelt’in ‘Yumuşak konuş, elinde sopa taşı’ diye bilinen ideolojisidir aynı zamanda.

BU BİZİM SAVAŞIMIZ DEĞİL

Günün birinde bu Karayip ülkesi ile komşu ülke arasındaki sınır anlaşmazlığı savaş durumuna evrilir. Artık yaşlanmış Maker Thompson şöyle konuşur: “Kaybeden taraf siz olduğunuzda biz de Tropical Platanera olarak Karayiplerde en korkunç en vahşi Frutamiel Company’nin hükmü altına girmiş olacağız. Bu sınır meselesini tahrik eden odur. Hem de komşu ülkenin toprak bütünlüğünü hiç düşünmeden…”

Her iki tröstün de birtakım sözleşmelerle yerleştikleri ülkeler adına duydukları endişenin kaynağı devasa kârlarıdır. Vatan-yurt, toprak, millet, bayrak edebiyatıyla cepheye sürülmeye hazırlanan kalabalıklar tröstlerin rekabetinden çıkan savaşta onların çıkarı için ölmelidir. Bir yandan yurdumuz tehlikede diye bayrak açanlar, belediyeden ve hükümetten kutsal yurt toprağını savunma çağrıları, bildiriler, kampanyalar, milliyetçi ajitasyonun yükselişi ama diğer yandan “Sınırın bu tarafında bir kıç diğer tarafında başka bir kıç var. Bu kıçların ikisi de şirkete ait. Yalnız kıç bırakıyorlar bize. Solucanlar gibi onların savaşını yapalım diye. Bizim toprağımızla ilgisi yok. Kendileri dövüşsün bize ne” diyenler… Ülke karmakarışıktır. Sömürgeciler düzen yerine karmaşa getirmiş; ‘Yol açtığımız hastalıklarla mücadele etmek için evlerini ateşe verdik’ itirafında olduğu gibi yangınlara döktükleri benzinle kendilerini de aleve atmışlardır. Bu ateşi söndürmek de halka düşer.

Miguel Asturias Guatemalalı bir yazar. Ömrünün çoğunu hem bir dönem öğrenci olarak hem de uzunca bir süre sürgün olarak Avrupa’da geçirdi. Yerli halkın Maya kültürüyle sömürgeci İspanyolların kültürünün karşılaşmasından doğan bir bilinç biçiminden beslenmişti. Latin Amerika’da ABD emperyalizminin yayılmacılığına, baskılarına ve darbelerine karşı hep muhalif bir tutum aldı. Ülkesini Meksika, Arjantin, Fransa ve El Salvador’da diplomat olarak temsil etti. Hem Lenin Barış Ödülü’nü (1966) hem de bir yıl sonra Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazandı.

Guatemala’da Hafta Tatili adı kitabının ithafında şöyle yazar Asturias: “Kahraman öğrencilerinin, ezilen köylülerinin, harcanan işçilerinin, savaşan halkının kanında yaşayan yurdum Guatemala’ya…”

*Yeşil Papa Cemal Süreya tarafından çevrildi, üçlemenin diğer iki kitabıyla birlikte Yordam Edebiyat’tan çıktı.

Evrensel'i Takip Et