07 Haziran 2022 04:00

Siyaset Bilimci Celil Kaya: AKP’nin 7 Haziran sürecinde Kürt Sorunu üzerine kurduğu stratejileri çöktü

İktidarın 7 Haziran’ı yok saymasını, çözüm masasını devirmesini ve Kürt sorununun hangi noktada olduğunu Siyaset Bilimci Celil Kaya ile konuştuk.

Fotoğraf: DHA

Paylaş

Çağrı SARI
İstanbul

7 Haziran seçimlerinden hemen 2 gün önce Diyarbakır’da bomba patladı… Kürt sorunu için kurulan çözüm masası dağıldı. HDP’den seni başkan yaptırmayacağız çıkışı geldi. Ardından Suruç, Ankara  patlamaları yaşandı… Türkiye büyük bir kaos ortamında 1 Kasım seçimlerine gitti. 7 Haziran atmosferi dağıldı, 1 Kasım’da iktidar yeniden AKP’nin oldu… Peki iktidarın 7 Haziran seçimlerine giderken HDP’den bir beklentisi mi vardı. İktidar neden çözüm sürecini başlattı? Süreç neden bozuldu. Tüm bunların 1 Kasım’a etkisi ne oldu ve bugün yeniden bir çözüm süreci olur mu?

Siyaset Bilimci Celil Kaya’yla 7 Haziran seçimlerinin yıl dönümü vesilesi ile çözüm sürecini ve bu sürecin 7 Haziran ve 1 Kasım’a etkilerini konuştuk.

2013'te çözüm sürecinin etkisi ile çatışmalar ve ölüm haberleri neredeyse sona ermişti. Gerilimler yaşansa da 2015'e çatışmasızlık ile girildi. Sonra ne oldu da önce ardı ardına bombalar patladı, sonra korkunç bir şiddet sarmalına girildi? İktidar 7 Haziran seçimlerinden ne bekliyordu, neden olmadı?

Bence çözüm süreci genel olarak AKP’nin 2010 süreci sonrası, üç ayaklı bir strateji üzerine kurulmuştu. Birincisi içerideki gücünü sağlamlaştırmak, iktidarını sürekli hale getirmek için, İkincisi Anayasayı değiştirerek başkanlık rejimini getirmek, Bunu Tayyip Erdoğan’ın geleneğinin, 60-70 yıllık bir projesi olduğunu söyleyebiliriz. Üçüncü ayağı da 2010-2011 sonrası Ortadoğu’daki istikrarsızlıktan bir fayda sağlayarak, bölgesel güç haline gelmekti.

Fakat 7 Haziran’a gelmeden kısa bir süre önce bir çözüm süreci gelişti, 2013 Newroz’unda Öcalan’ın mektubu okundu. Dolmabahçe mutabakatıyla süreç ete kemiğe bürünmüş oldu. Fakat kısa bir süre sonra da Tayyip Erdoğan mutabakatı kabul etmediğini söyledi. Aslında çözüm süreci dediğimiz süreci bitiren  moment bu an. Ardından da Selahattin Demirtaş’ın “seni başkan yaptırmayacağız” konuşması geldi.  AKP’nin 7 Haziran stratejisi şuydu: HDP’nin seçime parti olarak girmemesi, dolaysıyla barajı geçememesiydi. Çünkü bu durumun kendi oylarını düşüreceklerini biliyordu. Hal böyle olunca Tayyip Erdoğan o meşhur lafla masayı devirmiş oldu. Biz miladı 7 Haziran olarak alıyoruz ama ondan 2 gün önce 5 Haziran mitinginde bir patlama var. Aslında sonrasında olacakların işareti 5 Haziran’da verilmişti. 7 Haziran’da HDP barajı aşınca AKP tek başına iktidar olacağı çoğunluğu sağlayamayınca, çanak çömlek patlamış oldu.  Ceylanpınar, Suruç, hava operasyonları peşi sıra geldi. Türkiye tarihinin en karanlık dönemlerinden biri olan 7 Haziran 1 Kasım arası ve sonra 2016 yazına kadar devam eden, darbe girişimi, olağanüstü hal, KHK’lere yaşamış olduk.

SİLAHLI ÇATIŞMALAR DEVLET VE PKK ARASINDA ARTINCA HDP BURADA HAREKETSİZ KALDI

7 Haziran ile 1 Kasım arasında sürece dair iktidara eleştirel yöneltiliyor, bu eleştirilerin zemini de net.  Peki Kürt siyasal hareketinin burada pozisyonu ne idi, süreci nasıl yönetti? Ya da yönetebildi mi?

7 Haziran-1 Kasım arasını şöyle ayırmak lazım: Kürt harekatı derken; legal hareket var. HDP en büyük legal hareket. Bağımsız bir hareket. Bir de silahlı hareket var. Bunların ikisi farklı hareketler, farklı partiler, farklı stratejileri olan, farklı araçları olan partiler. İkisini ayrı ayrı değerlendirmek lazım. 7 Haziran’dan sonrasına dair Kürt hareketinin stratejisi, PKK’nin stratejisi diye benim açıkçası elimde veri yok. Türkiye siyaseti söz konusu olduğunda; her zaman yasal partilerin, yasal hareketlerin yani HDP’nin ön plana çıkarılması gerektiğini düşünüyoruz. Fakat, silahlı çatışmalar devlet ve PKK arasında artınca HDP burada hareketsiz kaldı. Hareket alanı, manevra alanı kısıtlandı.  Neredeyse hiç politika üretemez hale geldi. 7 Haziran’dan sonra erken seçim kararı alındığında bir bakanlar kurulu oluşturuldu. HDP’den de bakan girdi kabineye. Bu  bakanlar Cizre’de çatışmalar olduğunda, Varto’da, Sur’da çatışmalar olduğunda bölgeye sokulmadı.

Tamamen işlevsiz, kağıt üzerinde bir bakanlık. Bakanlık kavramının kendisine aykırı bir biçimde. Dolaysıyla HDP’nin eli kolu bağlanmış duruma geldi. Fakat HDP’ye şöyle bir eleştiri yöneltilebilir: HDP bu kadar devlet tarafından baskı görürken(devletin HDP üzerindeki baskısını hesaba katarak konuşuyorum) 7 Haziran sonrası için değil öncesi eleştirilebilir.

İKTİDARIN KÜRTLERE DAİR BELİRLEDİĞİ STRATEJİLERİ BAŞARISIZ OLDU

2015 seçimlerinden sonra iktidar MHP ile bir ittifaka da girişmişken, Kürt sorunundaki tutum nereye evrildi? Sınır ötesi operasyonlardan, vekillerin tutuklanmasına, bugün açısından HDP’nin kapatılma davası gibi bir sürece kadar gelindi?

Suriye'de işlerin beklendiği gibi gitmemesi, Esad'ın 3-5 ayda devrileceği beklenirken devrilmemesi, Suriye merkezi devletinin dirençli çıkması ve sonra da Rusya'nın müdahalesi ve derken bölgesel hegemonmi projesi olmadı, rafa kalktı. İçeride muhtemelen oyların düşmeye başladığını gördüler. Zaten Dolmabahçe Mutabakatı'nın kabul edilmemesi Tayyip Erdoğan tarafından da bunun bir göstergesiydi bence. Oylarının düştüğünü, 7 Haziran seçimlerinde gördüler. Başkanlık rejimi de zaten Selahattin Demirtaş'ın o çıkışından sonra; yani HDP'nin başkanlık rejimine destek vermeyeceği de belli olduktan sonra; başkanlık rejiminin de gelmeyeceği belli oldu artık. HDP'nin desteği yoksa sonuçta anayasa değişikliği geçemeyecekti. Dolayısıyla bu üçlü stratejinin neredeyse üçü de başarısız olunca AKP için artık bunun bir anlamı kalmadı. AKP’nin derdi samimiyetle Kürt sorunu çözme meselesi değil, bir hegemonyanın parçasıydı. Hegemonya da olmayacağı belli olunca bir anlamı kalmadı ve başka bir yere yöneldi. Hükümet kurulamadığı için 1 Kasım seçimleri ve sonrasında MHP ile kurulan ittifak bildiğimiz hikaye. Referandum. Başkanlık vs. Böyle yapmasının sebebi de “Kürt sorunu Türkiye'nin 100 yıldır en temel meselesi” olması.

KÜRT SORUNU İLE KİTLEYİ KONSOLİDE EDEBİLİYOR

Açar mısınız biraz…

Ekonomiden tutun siyasete, kültüre, sanata her yerde en temel belirleyen aslında Kürt meselesidir ama o kadar da güçlü bir milliyetçilik ve devletçilik var ki Kürt meselesinde ne zaman şiddete başvurulsa, çatışmalar artsa bu bir güç biriktirilmesine yol açıyor. Yani o şiddeti yürüten militarist hükümetlerin güçlenmesine yol açıyor. Tabi orta vadede onların istikrarsızlaşmasına da yol açıyor. 90'larda gördük bunu. Böyle de bir yanı var ama özellikle kısa vadede güçlenmelerine yol açıyor. Bu gün gördüğümüz şey de bu. Mesela AKP ne kadar eleştirilirse eleştirilsin, muhalefet yapılırsa yapılsın örneğin sınır ötesi operasyon yapıldığında, Rojava'ya Suriye'nin kuzeyine müdahale edildiğinde hem muhalefet partileri hem de Türkiye'nin önemli bir kesimi buna destek çıkıyor. Dolayısıyla işin matematiği böyle. Bir iktidar güçlenmek istediğinde, örneğin oyları düştüğünde, ekonomi kötüye gittiğinde vs o gücünü geriye toplamak için Kürt meselesinde militarizmi şiddete başvuruyor. Aslında 2015'den sonra yaşadığımız bütün hikayenin temel noktası bu. Militarist yöntemler uygulayınca sadece Kürtleri değil halkın diğer kısımlarını, Türkiye'nin batısını da kuzeyini de kontrol edebiliyorsunuz. Çünkü bir korku rejimi yaratmış oluyorsunuz. Şiddeti her yerde uyguluyorsunuz ve bunu bir yönetim aygıtı haline getirmiş oluyorsunuz.

Şimdi 2023'te yeni bir seçim süreci arifesindeyiz. Bir yandan altılı masaya dair tartışmalar var. Nasıl bir süreç öngörüyorsunuz? Sık sık 2015-2023 benzetmesi yapılıyor, sizce aynılıkları-ayrılıkları ne olur?

Seçime doğru gidiyoruz. Şu an temel gündem de o. Hem cumhurbaşkanlığı hem parlamento seçimleri, partilerin seçimlere nasıl gireceği, Cumhurbaşkanı adayının kim olacağı vs. Açıkçası HDP ve toplam 7 partili kurumla yürütülen ittifak çalışmasını, en önemli hazırlığının bu olduğunu düşünüyorum. Romantik ya da ilkesel bir yerden söylemiyorum bunu. Gerçekten ilkesel olarak önemli bir ittifak çalışması bu. Çünkü “altılı masa” diyoruz ama aslında orada esas olan CHP ve İYİ Parti. Çünkü diğerleri Gelecek Partisi vs oy oranları çok düşük partiler. Yani CHP ve İYİ Parti'nin temelini oluşturduğu şey evet muhalefet olmakla birlikte belki AKP'den görece daha özgürlükçü olmakla birlikte, Türkiye'nin içinde bulunduğu ekonomik kriz, şiddet sarmalı, milliyetçilik, çatışma, toplumsal kutuplaşma vs. tüm bunları çözebilecek bir masa değil orası. Ama kim gelirse gelsin bunların çözülmesi kısa sürede olacak bir şey değil ama buna altılı ittifakın ne niyeti ne de kapasitesi olduğunu düşünüyorum. Çünkü ekonomide zaten tam gaz bir neoliberalleşme devam edecek. Yani kamuya ait neredeyse satılacak hiçbir şey, arazi bile kalmamasına rağmen hâlâ özelleştirmeleri öven bir ittifak üyesi Ali Babacan, Kürt meselesinde MHP kadar sert olan bir İYİ Parti, HDP'lilere terörist diyen bir İYİ Parti, ve aslında ne dediği belli olmayan bir CHP. Evet doğrudan Tayyip Erdoğan'a muhalefet yapıyor fakat sonrasına dair bir programı olmayan, mesela Kürt meselesine dair de bir programı olmayan, bunu ısrarla es geçiyorlar. Ya da ekonomiye dair ciddi bir programları olmayan, bu güne dair bir programları, neoliberal olmayan halkçı bir programları yok diyeceğimiz bir CHP söz konusu. Dolayısıyla çıkış oradan olmayacaktır.

ÜLKENİN GİDİŞATINI ETKİLEME ŞANSLARI EPEY YÜKSEK

Bir yandan EMEP ve HDP'nin 7 parti ve kurumla yürüttüğü çalışmalar var…

Şimdi gerçekçi olmak lazım. Bu ittifakın da iktidara gelmesi, seçimi kazanması zor. Türkiye'nin toplumsallığını göz önüne aldığımızda. Fakat şunu da biliyoruz ki son sosyalist halkı hareketler, özgürlükçü hareketler iktidar olmasalar bile güçlendiklerinde ciddi bir toplumsal karşılık bulduklarında, iktidarı, ülkenin gidişatını etkileme şansları epey yüksek. Dolayısıyla bu 3. ittifak başarılı olur, toplumsal karşılık alırsa seçimi her kim kazanırsa kazansın Türkiye'nin gidişatını etkileme şansı olacaktır. Kürt hareketinin siyasal tarafının güçlendiği dönemlerde, çözüm sürecinin başlamasıyla az önce konuştuk HDP devre dışı bırakıldı gibi oldu dedim ama aslında DTP, BDP ondan önce HADEP, DEHAP'dan gelen çizginin gittikçe büyümesiyle Kürt meselesi Türkiye'de daha önemli bir gündem, sadece şiddetten çatışmadan ibaret değil bir toplumsal mesele olduğu daha fazla anlaşıldı, daha fazla konuşuldu ve böyle çözüm sürecine giden yol başladı. Dolayısıyla son sosyalist hareketler yükseldikçe, ya da Türkiye'nin örneğin 70'lerde Türkiye solu güçlendiğinde iktidarı alamadı ama sosyal demokrasinin güçlenmesine  ve Türkiye'de ilk defa yapılan serbest seçimlerde işte bir sosyal demokrat partinin, CHP'nin yüzde kırkın üzerinde oy almasına aslında neden olmuş oldu. Bu yüzden bu üçüncü ittifakı ben çok önemsiyorum ve alacağı toplumsal desteğin de Türkiye'nin dönüşümünde önemli rol alacağına inanıyorum.

Mehmet Metiner başkanlığında bir dernek kuruldu, DEMBİRDER, ve bu dernek 'yeni çözü süreci mi' yorumlarına neden oldu? Sizce yeni bir çözüm süreci olur mu? Bu atmosferde çözüm süreci olasılığı var mı?

Eğer böyle bir düşünce varsa bu açıkçası bu komik olur. Mehmet Metiner ve onu kurduğu bir dernek üzerinden çözüm süreci başlatmak komik olur. Mehmet Metiner’in kendisi zaten karikatür bir figür; militarist, şiddet yanlısı, moda tabirler trollük yapan bir insan. Yani onun herhangi bir siyasi meselede ciddi bir yerde durabilmesi mümkün değil, o ancak aparat olarak kullanılabilir.

Başka bir isim başlatırsa?

Böyle bir girişim başlatılsa bile çözüm süreçlerinin, yürütülen müzakerelerin başarısız olmasının en önemli sebebi bunların aşağıdan değil yukarıdan inşa edilen süreçler olmasıdır. Birileri tarafından kapalı kapılar ardından ‘hadi bir araya gelelim, barışalım ve sonra da aşağı doğru bunu yayalım’ dendiğinden onun akıbeti de o kişilere bağlı oluyor. Yani başlamasına birileri, bir grup insan karar veriyorsa bitmesine de bir grup insan karar verebilir. Ki zaten Türkiye’de bunun örneğini gördük. ‘Tayyip Erdoğan masayı devirdi’ dendi, demek k, bir kişinin ağzından çıkan lafla bu süreç bitebiliyor.  Dolayısıyla öyle şeyler başlasa bile Metin Metiner ya da başkası tarafından, yukarıdan başladığı, dayatıldığı sürece bunların başarılı olma şansı zaten çok az. Bu tip çözüm süreçlerinib bir kere şeffaf olması hakların bunlardan haberdar olması hem Kürtlerin hem de Türklerin, sözünü söyleyebilmesi, tepkisini gösterebilmesi in görülmesi gerekir.

Yılda iki kere neredeyse acaba bir çözüm süreci mi başlıyor acaba bir yerlerde görüşmeler mi yapılıyor denir. Yani bir yerde görüşmeler yapılıyorsa bile dediğim gibi aşağıdan inşa edilmediğince hakların olabildiğince dahil edilmediği sürece bu tür süreçlerin başarılı olma şansının olduğunu düşünmüyorum.

Bir de ben bunu hep söylüyorum sanki Türkiye toplumunun yüzde 90’ını savaş istiyormuş gibi bir algı var. Çünkü devlet onların sesinin çıkmasını istiyor, ama ben barış isteyenlerin hiç de az olmadığını düşünüyorum. Dolayısıyla bir çözüm süreci ya da Kürt meselesinin çözülmesi ihtimali her zaman vardır, ancak mesele toplumun farklı kesimlerinin dahil edildiği, gerçekçi, özgürlükçü, barış penceresinden, adalet penceresinden bakan perspektifle bunu yapacak bir hareketin olması.

Ben şu anda AKP’nin ajandasında olduğunu sanmıyorum. AKP’nin ajandasında böyle bir şey varsa bile başka bir hegemonik sürecin parçası olarak kurgulanmıştır.

ÖNCEKİ HABER

Özgür Müftüoğlu: 1 Kasım seçimlerine AKP sermayenin desteğiyle girmiştir

SONRAKİ HABER

İngiltere’den Ukrayna’ya uzun menzilli roket 

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...