07 Mayıs 2022 23:45

Yazar Hıdır Murat Doğan: Aşık Veysel’i hanginiz üzdüyse bir adım öne çıksın!

Yazar Hıdır Murat Doğan “Gergedanları Kimsenin Umursadığı Yok” isimli öykü kitabını anlattı.

Fotoğraf: Hıdır Murat Doğan kişisel arşivi 

Paylaş

Mizgin BULUT

Yazar Hıdır Murat Doğan’ın yeni öykü kitabı “Gergedanları Kimsenin Umursadığı Yok” okuruyla buluştu. Doğan “Biraz Ormanda Saklanacağım” dosyasıyla 2020 yılında Şair ve Yazar Sennur Sezer adına düzenlenen emek-direniş öykü ve şiir ödüllerinde birinciliğe layık görülmüştü. “Kütürt” ve “Soğuk Masal” isimli kitaplara imza atan Doğan’ın “Çayko’nun Turuncu Otobüsü” isimli çocuk kitabı da bulunuyor. Doğan’la “Gergedanları Kimsenin Umursadığı Yok” kitabı hakkında konuştuk.

"HESAP SORMA İSTEĞİNİN ÖYKÜLERİ VAR BURADA"

Biraz Ormanda Saklanacağım’da kurgudan uzak ve birbiriyle bütünleşik, daha çok içsel bir yolculuğu anlatıyordun. Gergedanları Kimsenin Umursadığı Yok, Ben Buralardan Gittiğimde” öyküsüyle bizi karşılıyor. Yolculuk devam ediyor diyebilir miyiz?

Diyebiliriz. Zaten kurgu öykü bile yazarın benliğine, yaşanmışlıklarına hatta ideallerine bel bağlar. Ya sizi de yanına alıp aynı yolculuğa çıkartır ya da yapılamamış yolculukların hayaline konuk eder. Gergedanları Kimsenin Umursadığı Yok bir yönüyle henüz yapılmamış bir yolculuğun öyküsü. Her şeyden vazgeçme isteğinin, hakikatı yüze çarpma isteğinin, “O iş öyle olmadı!” diye haykırma isteğinin, kurdun kuşun hakkını alma isteğinin, “Aşık Veysel’i hanginiz üzdüyse bir adım öne çıksın!” diye hesap sorma isteğinin öyküleri var burada.

Genellikle aykırı, toplum dışı olarak tanımlanabilecek insanların öykülerini yazıyorsun. Ancak bu öykülerin tamamı erkek bireylerin birincil ağzından anlatılan bir dile sahip. Cinsiyetçi bir dil kullandığını düşünüyor musun?

Bu konuda büyük kaygılarım oldu doğrusu. Sıkça bu bağlamda kendimi yokladığım oldu. Evet, erkek hikayeleri yazıyorum. Evet, çoğunlukla eril bir dil kullanan erkeklerin hikayelerini anlatıyorum hatta. Bu hikayeler benim kalemimden çıkıyor. Belki bu benim beceriksizliğimdir bilemiyorum. “Kadınları anlıyorum.” demeyi ne yazık ki yapmacık buluyorum. Anlayamam. Hele de bu toplumun içinde büyümüş erkek bir birey olarak anlamaya çalışsam da tam olarak anlayamam. En azından şu an. Uzun, zorlu bir yol var kadınlar için. Kendi yaşantımda kullandığım dil, tavır ve davranışlarım bu karakterler gibi olmasın diye uğraşıyorum. Onlarla birlikte yürümeye çaba gösteriyorum. Yazarken özendirici bir dil kullanmadığımı düşünüyorum. Ancak evet, ben doğduğum cinsiyetin gözünden yanlışı doğrusuyla doğduğum toplumu anlatıyorum. Kaygım cinsiyet değil, kaygım daha çok bu toplum.

"İNSANIN KORKU VE DÜŞLERİNİ ACI ŞEKİLLENDİRİR"

Önceki kitabının aksine burada çoğunlukla kurguya dayalı öykülere rastlıyoruz. Kabul görmemiş bireylerin, her şeyi reddetme çabası çok yoğun biçimde işlenmiş. Gergedanlar kimi temsil ediyor? Onları neden kimse umursamıyor?

Az önce de belirttiğim gibi bir anlatıcı her zaman kendinden yola çıkar. Kurgu dediğimiz şey de mutlaka anlatıcıdan bir parçayı barındıracaktır. Acı insan için her şeyden daha kalıcıdır. Yarını acı kurar. İnsanın korku ve düşlerini mutlaka ve mutlaka acı şekillendirir.  Gergedanlar aslında o dev gövdelerine rağmen fazlasıyla nahif hayvanlardır. O büyük sırtlarında kuşları taşırlar. Yürekleri çok geniştir. Saldırmazlar. Ve en önemlisi şu ki tüm bu iyiliklerine rağmen dünyayı o kocaman boynuzlarının ardından seyretmek zorundadırlar. Ben çaresiz insanların hikayelerini yazmaya çalışıyorum. Bir gergedan gibi korkutucu ama güçsüz insanların, kabullenmek zorunda kalmışların hikayelerini… Onları anlatmak gerekiyor çünkü, onları anlamak.

Bir çok öyküde mekan ve zaman olgusunun bir an için altüst olduğunu görüyoruz. İnsan yaşamı bu kadar rastlantısal mı ilerliyor?

Bence evet. Az önce de belirttiğim gibi acılarımız bizi o denli şekillendiriyor ki aslında her şeyden çok hafızamızda onlar yer kaplıyor. Bir acının resmettiği bir geleceğin içinde yaşıyoruz. Geçmişte veya gelecekte, orada veya burada farketmeksizin aynı acı aynı yerimizden aynı biçimde vuruyor. Yaşar Kemal bir insanın kalbinin kendi yumruğu kadar olduğunu tasvir ediyordu. İster aşkta, ister bir göçte, ister bir ölümde, ister bir mesai saatinde olsun bize en çok kalbimiz vuruyor. Birbirine benzer biçimde üstelik. Zaman değişebiliyor. Acı değişmiyor. Le Guin’in de dediği gibi: Sevgi, acının içinden geçme yolarından yalnızca biri, bazen yanılıp ıskalayabilir. Acı hiçbir zaman ıskalamaz.”

Kitabın arka kapak metninde Yılmaz Odabaşı seni ve öykülerini Türkiyede adil bir edebiyat ortamı olsa, zamana direneceğine inandığım bu yetkin hikayelerinde hem öz hem de biçimsel ustalıkla o, şimdiden önemli hikayeciler arasında anılmayı hak ediyor” diyerek tanımlıyor. Dilsel ve kurgusal açıdan kendini geliştirdiğini düşünüyor musun? Kendini bu denli yetkin görüyor musun?

Düşünmüyor veya görmüyorum açıkçası. Yılmaz Hocam büyük saygı duyduğum ender insanlardan biri. Kendisinin cümleleri benim için oldukça önemli ancak hiçbir zaman edebi anlamda tamamlanmış görmemek lazım diye düşünüyorum. Yaşam gibi dil de devinimsel bir olgu. Çağla birlikte o da değişiyor. Onunla birlikte yürümek gerekiyor. Yazarın işi biraz daha zor bu açıdan. Birkaç adım önden yürüyüp yol arkadaşlarının fotoğrafını çekmek gibi bir yükümlülüğü var. Yolu anlamak gerekiyor. Yolu açmak gerekiyor. Haliyle bu yolculukta hiçbir zaman kendimi tamamlanmış görmeyeceğim. Kendimi geliştirmeye çalışacağım bir şekilde.

"İHTİYAÇLAR PİRAMİDİNİN DARMADAĞIN OLDUĞU BIR DÖNEM"

Toplum olarak fazlasıyla kaotik zamanlardan geçiyoruz. Sosyal, siyasal hatta ekonomik nedenlerle sancılı hale gelmiş bu dönemin getirileri ülke edebiyatına veya edebiyatçılarına nasıl yansıyor?

Bireyin ihtiyaçlar piramidinin darmadağın olduğu, yıkıldığı bir dönem bu. Ekonomik olarak isteklerimiz bir kenara dursun yaşamsal ihtiyaçlarımızı karşılamakta bile güçlük çekiyoruz. Elbette yazan, çizen, üreten insanların okuyucu ve sanatseverlere üretimlerini ulaştırması çok daha zor bir hal alıyor. Yayın dünyası da tüm bu kaostan nasibini aldı. Bir taraftan bu sancılı süreci atlatmaya çalışan okuyucunun azalan alım gücüyle ertelenen veya vazgeçilen yayınlar raflarda beklerken diğer yandan aşırı yükselen maliyetler nedeniyle biz yazarlar, bağımsız yayıncılar ve kitapevleri üretimlerimizi okuyucuya ulaştırma noktasında oldukça zor durumda kalmış olduk.

Bu distopya içerisinde nasıl bir dünya bizi bekliyor? Nasıl bir edebiyat?

Bu kavga sürecek elbette. Gerçek yazar ve sanatçının önceliği maddi kaygılar olamaz. Bizler içinden geçtiğimiz, tanıklık ettiğimiz bu dönemi de üretimsel açıdan bize kattıklarıyla mutlaka atlatacağız. Gerçek edebiyat yarına kalandır çünkü. Kalacak.

ÖNCEKİ HABER

Caretta carettaların yumurtlama dönemi başladı, İztuzu'nda ilk yuva tespit edildi

SONRAKİ HABER

Parasını devlet veriyor, kaymağını özel yiyor

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...