05 Mart 2022 23:50

EMEP Genel Başkanı Akdeniz: Ekmek ve barış mücadelesi birleşmeli

EMEP Genel Başkanı Ercüment Akdeniz: Bugünkü iş, ekmek mücadelesini savaşa karşı mücadeleyle birleştirmek zorundayız. Savaş patronların, barış işçilerin lehinedir.

Fotoğraf: Özcan Yaman/Evrensel

Paylaş

Birkan BULUT
Ankara

Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı sürerken ABD’nin başını çektiği NATO ile Rusya arasında uzun süredir paylaşım kavgasına sahne olan Ukrayna’nın işgali, pek çok sivilin hayatını kaybetmesine, 1 milyonu aşkın kişinin ülkeyi terk etmesine, yerleşim alanlarının yıkılmasına neden oldu. Rusya’nın işgalini, ABD ile birlikte hareket eden batılı devletlerin yaptırımları izledi. Savaş tekellerine akan musluklar bonkörce açıldı. Ancak emperyalistler arasındaki çatışmanın karşısında birçok ülkede savaş karşıtı gösteriler meydana geldi. Devrimci, demokrat ve ileri güçler halkların barış talebini haykırdı. Savaşın etkisinin şimdiden hissedildiği Türkiye’de iktidarın tutumunu, işçi ve emekçilere yansımasını, antiemperyalist barış mücadelesini Emek Partisi (EMEP) Genel Başkanı Ercüment Akdeniz ile konuştuk.

Dünyanın gündemi bir anda savaş oldu. Ukrayna işgali sonrası dünya eski dünya olmayacak deniyor? Nasıl değerlendirirsiniz?  

Pandemiden sonra kapitalist barbarlığın bir benzerini savaşta görüyoruz. Salgında işçileri ölümüne çarklara sürdüler. İlaç, aşı tekellerini zengin ettiler ama Hindistan gibi yoksul halklar aşıya erişemedi ve kırıldı. Ekonomik krizin etkilerinin emekçiler üzerinde yıkıcı olduğu bir dönem bu. Pandeminin zenginleri yine patronlar olurken halklar yoksullaştı. Gelir dağılımında derin uçurum oluştu. Şimdi soruyorum size; büyük insanlığın bu durumda silaha mı ihtiyacı var yoksa aşıya mı? İlaca mı ihtiyacı var, yoksa nükleer silaha mı? Ekmeğe mi ihtiyacı var yoksa misket bombalarına mı? Çocuklar için süt, bebek bezi mi, yoksa savaş bütçeleri mi ihtiyaç?

Sorun kapitalist düzen sorunudur. Bu çürümüş düzenin devamı ancak kanla savaşlarla mümkün. Pandemideki kâr savaşının yeni biçimidir savaş. Yıkarken silah tekelleri kazanıyor: inşa ederken demir, çelik, inşaat tekelleri! Enerji, toprak ve pazar paylaşım savaşının borsasından kan damlıyor. “Bundan sonra eski dünya olmayacak” dedikleri nedir? Yeni dedikleri, mezarlıktan çıkardıkları eski barbarlık savaşlarıdır. Fakat bu dönemin yazıcıları sadece emperyalist savaş güçleri olmayacak. Emperyalizme ve gerici savaşlara karşı direnen halkların da tarihi yazılacak. İşçi sınıfı ve emekçilerin mücadelesini savaşla perdelemeyi başaramayacaklar. Dönem yeni alt üst oluşların yaşanacağı, sosyalizmin emek dünyasını yeniden saracağı bir döneme de işaret. Kuruyan, yağmalanan yerküreye şöyle bir bakın; insanlığın işçi ve emekçi iktidarlarına ihtiyacı var.

UKRAYNA VE DONBASS’IN GELECEĞİNE ORADAKİ HALK KARAR VERMELİ

Ukrayna’daki savaş tartışılırken SSCB’nin politikaları, Lenin’in yaklaşımı sıkça gündeme geldi.

Ukrayna özelinde Lenin prensiplerinin ne kadar değerli olduğunu bir kez daha gördük. 1917 Ekim Devrimi, bir uluslar hapishanesi olarak anılan Rusya'da 17 ulusu özgür kılmıştı. Bugün Lenin prensiplerine saldıran Putin yönetimi, uluslara yeniden boyunduruk takmak istiyor. Tarih çarpıtmaları boşa değil. Revizyonistlerin, sahte sosyalistlerin Lenin'e sırt dönmesinin sebebi bu yolu açmaktı. Her şey kapitalist Rusya için: Çarlık despotizminin geri çağrılması bu yüzden. Ukrayna işgali ulusların kendi kaderini tayin hakkı ilkesi terkedildiği için yaşanıyor. Önce milliyetçi Ukrayna yönetimi Donbass bölgesindeki halkı yok saydı. Ukrayna’da Rus dili yasaklandı. Lenin prensiplerine öfke kusan Putin de bunu fırsat bilip Ukrayna’da haksız işgale imza attı. Barışın ilkelerinden biri halkların kendi kaderini tayin hakkıdır. Emperyalist güçler bölgeden çekilmeli, Rusya işgali kalkmalıdır. Ukrayna ve Donbass bölgesinin geleceğine orada yaşayan halklar karar vermeli. Barışın anahtarı budur.

Peki Türkiye’de işçi ve emekçiler açısından savaşın etkisi ne oluyor?

Ukrayna işgalinden önce gündem neydi? Yüksek enflasyon, hayat pahalılığı, yolsuzluk/yoksulluk, insanca yaşayacak asgari ücret, vergide adalet, maaşlara ek zam, temel tüketim mallarına yapılan zamların geri alınması... Son bir ayda 100’ün üzerinde fabrika ve işyerinde grev yaşandı. Fiili grevlerdi bunlar. Birçok yerde işçiler kazanım elde etti, patronlar domino etkisinden korktular. Öyle ki sırada metal, cam, tekstil TİS’leri var. Kamu işçileri, emekçileri ek zam talep ediyor. Savaş gümbürtüsü adeta patronların yardıma koştu! Burjuva medya 10 gündür savaş gündemi üzerinden bütün bu taleplerin üzerine kara perde çekti. İşçi basını Evrensel yaptığı haberlerle farkını ortaya koydu. Emekçiler Evrensel’e daha çok sahip çıkmalı.

Savaş patlak verince ne oldu, zamlar durdu mu? ENAG rakamları üç haneli enflasyonu gösteriyor. TL değer kaybetmeye devam ediyor. Halk yoksul, açlık büyüyor. Benzine, ekmeğe, sıvı yağa zam üstüne zam geliyor. AKP’li yıllarda dışa bağımlılığı artan Türkiye bu savaşın ekonomik olarak en çok etkilenen ülkelerinden biri olacak. Ekonomik krizle birlikte savaşın faturası yine emekçilere çıkacak. Bütün bunlar yeni zam dalgası, yeni vergiler demek. O nedenle bugünkü iş, ekmek mücadelesini savaşa karşı mücadeleyle birleştirmek zorundayız. Savaş patronların, barış işçilerin lehinedir.

Savaş grev yasağıdır, sendikaların kapısına kilit vurulmasıdır. Savaş OHAL’dir, toplantı, gösteri, yürüyüş, basın hakkının askıya alınmasıdır. TİS’lerin kaldırılması, seçimlerin ertelenmesi, halka siyaset hakkının yasaklanmasıdır. O nedenle barış ve demokrasi mücadelesi ekmek mücadelesi kadar önemli. Savaşa karşı mücadelenin temeli fabrika, işyerleri, hastane ve okullar olmalı. Savaş tekellerini durduracak asıl güç işçi sınıfının üretimden gelen gücüdür. Eller şaltere uzandığında bu gücün ne olduğu görülecektir. Enternasyonal birlik, dayanışma ve mücadeleyi büyütelim diyoruz. İşçiler savaş şakşakçısı sendika bürokrasisine taviz vermemeli.

MONTRÖ BARIŞ, ÜLKE KAYNAKLARI HALK İÇİN KULLANILSIN

Türkiye’nin savaş karşısındaki tutumu doğru mu?

Türkiye halkının barış beklentisi ile AKP hükümetinin savaş karşısındaki tutumunu birbirinden ayırmak gerekir. Çünkü çoğu zaman elmalarla armutlar birbirine karıştırılıyor.

Türkiye NATO’ya 1952 yılında girdi. Dönemin hükümeti Demokrat Parti'ydi. Sırf ülke NATO’ya girsin diye, siyasi bir kararlarla yüzlerce gencimiz Kore savaşında can vermiştir. O zaman ABD Savunma Bakanı Dulles aynen şöyle demiştir: “Müttefik güçler en ucuz askeri Türkiye’den temin ediyor, bir Türk askerinin maliyeti 23 cente denk geliyor” (!) NATO’nun Türkiye’ye biçtiği değer budur. Türkiye NATO’ya girdiğinden beri başı beladan kurtulmadı. Afganistan’dan Libya’ya birçok yere NATO gücü olarak Türkiye de asker gönderdi. NATO 12 Eylül darbesi gibi kanlı darbelerin de arkasındaki güçtür.

Kirli ve kanlı geçmişe sahip olan NATO emperyalist bir savaş örgütüdür. NATO’ya bugün ABD emperyalizmi öncülük ediyor. NATO doğu Avrupa ve Ukrayna’daki gerilimin, provokasyonların, askeri yığınağın sorumlu taraflarından biridir. NATO Ukrayna ve çevresini silah yığınağı ve nükleer saldırının üssü yapmak istiyor, bu çok açık. Ukrayna üzerinde yaşanan emperyalist dalaşın bir tarafı Putin yönetimi ise diğer tarafı ABD ve NATO güçleridir. NATO alacağı her kararda Türkiye’yi de savaşa dahil edecek. NATO üyeliği ortada dururken, ikili askeri anlaşmalar yürürlükteyken, ABD askeri üsleri Türkiye’den hala sökülüp atılmamışken; hükümetin “tarafsızlık” ve “barış” lafları içi boş laflardır.

Sözümüz açık ve net: Ne NATO’nun savaş arabasına bineceksin ne de başka emperyalistin. Ülke NATO’dan derhal çıksın, askeri anlaşmalar hemen iptal edilsin. Ukrayna’da silah satışına son verilsin. Montrö Sözleşmesi’nden doğan haklar emperyalistler için değil, barış için kullanılsın. NATO’nun alacağı siyasi, ticari, askeri ambargo kararları tanınmasın. ABD ve Rusya ile girilen ilişkilerde S-400, F-35 gibi çılgın silahlanmalara sona erdirilsin. Ülke kaynakları militarizme, emperyalist silah tekellerine akmasın, devasa savaş harcamaları terk edilsin, bu paralar eğitime, sağlığa, halk yararına kullanılsın. Bakın, son bütçe görüşmelerinde de EMEP olarak savaş harcamalarına dikkat çekmiştik. Bütün bunları yok sayarak bölgede barış gücü olunmaz. Olsa olsa emperyalist bloklardan birinin “barış gücü” adı altında savaş gücü olunur. İşte bugünkü iktidarla bizim aramızdaki fark budur.

Türkiye uzun süredir tartışılan ABD-Rusya arasındaki ‘denge’ politikasını savaş koşullarında sürdürebilir mi?

Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz. Dış politikasını yeni Osmanlıcı hatta bağlamış olan AKP, ABD ile Rusya emperyalizmi arasında rüzgargülü taraf değiştiriyor. Ülkeyi maceradan maceraya, savaş bataklığına sürüklüyor. Çünkü AKP’nin arkasında savaştan çıkar uman işbirlikçi burjuva tekeller ve sermaye güçleri var. Savaş zenginleri bunu “ulusal çıkar” diye yutturmaya çalışıyor. Ama savaşın faturası her defasında halkın sırtına biniyor. Bu güçler fırsat bulduklarında Ukrayna savaşına da baş aşağı dalmaktan geri durmazlar. Bir süredir zayıflayan tek adam yönetimi bunu değerlendirecektir. Özetle sermaye sınıfı savaş ve yağmanın, işçi sınıfı ve halk ise barış mücadelesinin sigortasıdır.

TÜRKİYE KENDİNİ ÖNCE NATO’DAN KORUMALIDIR

NATO’nun Türkiye’nin güvenliği için önemli olduğu öne sürülüyor. Türkiye NATO olmadan kendisini koruyamaz mı?

Savaşı zenginler başlatır yoksullar ölür. Savaş başladığında sınırı ilk geçenler sermaye sahipleridir. Paralarıyla birlikte kaçar onlar. Geride kalan milyonlarca yoksul Suriye’de, Ukrayna’da olduğu gibi çile çeker, her şeylerini kaybetmiş mülteciler durumuna düşerler. O nedenle bu sorunun yanıtı da sınıfsal olmak zorundadır. Eğer Türkiye’yi işçiler ve emekçiler yönetse onların tercihi emperyalist savaşın tarafı olmazdı. Bir ülkenin, bir halkın kendini korumasının yolu öncelikle barış politikasından geçer. Komşu ülkelerle barış, dünya halklarıyla barış diyoruz. Türkiye halkı 70 yıllık NATO tarihinde hiçbir zaman kazanmamış, hep kaybetmiştir, bedel ödemiş yoksullaşmıştır. Türkiye kendini koruyacaksa önce NATO’dan korumalıdır.

Dünyanın birçok kentinde savaş karşıtı gösteriler yapıldı. Bunları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Avrupa, iki büyük kanlı boğazlaşma yaşamış halklar kıtasıdır. Emperyalizmden, faşizmden çok çektiler. Halklar bir savaş daha istemiyor. Fakat NATO ve AB devletleri boş durmuyor, barış hareketlerini yedeklemeye çalışıyorlar. Bu nedenle eylemlerde sadece “barış” demek yeterli değil. “Kimin barışı”, “Barış ama nasıl” sorularına odaklanmalıyız. Rusya’nın işgaline Avrupa halklarının vereceği yanıt burjuva tekellerin silahlanma yarışına kredi vermek olursa, barış mücadelesi rayından sapmış demektir. Aynı şekilde Putin’in nükleer silahlarla ilgili tehdidine verilecek yanıt, karşıt nükleer silahların desteklenmesi olamaz. Ukrayna savaşı her bir ülkede savaş harcamalarının da gerekçesi yapılıyor ve buna karşı çıkmadan tutarlı bir barış mücadelesi yürütülemez. ABD, Ukrayna’daki savaşı NATO’yu güçlendirmek için kullanıyor. Biden’ın peşine takılan Johnson’lar, Macron’lar, Scholz’lar kan akmasına, tekellerin savaşına evet diyorlar. O zaman Avrupa’nın barış ve demokrasi güçleri “Rusya orduları işgali durdursun” derken “NATO’ya hayır, NATO dağıtılsın” da demek zorunda.

2. ENTERNASYONAL’İN UĞURSUZ ROLÜ ORTADA

Barış mücadelesi hedefsiz olamaz, kapitalist emperyalist düzeni es geçemez. Barış mücadelesi devrimci bir temelde yapılırsa gericiliği püskürtür, sonuca gider. Halklar uyanık olmak zorunda. Avrupa’da emperyalist savaş karşısında 2. Enternasyonal partilerinin uğursuz rolü ortadadır. “Barış” ve “Anayurt savunması” adı altında toplumsal mücadeleyi savaş tekellerine satan sözde sosyalist, sosyal demokrat partileri unutmayacağız. O yüzden dünyada, Avrupa’da ve Türkiye’de işçiler ve emekçiler her zamankinden çok gerici savaş medyasına, burjuva savaş partilerine karşı uyanık olmak zorunda. Aksi takdirde sosyal şovenizm gelir barış mücadelesini yutar. Sosyal şovenizm nedir? Sosyal şovenizm “milliyetçilik” adına burjuva devletlere savaş, yağma ve talan hakkının tanınmasıdır. İşçi sınıfı buna zerre prim vermemeli. Buradan bütün sendikalara, emek-meslek örgütlerine, demokrasi güçlerine, dost parti ve oluşumlara çağrı yapıyoruz: En güçlü ve birleşik mücadeleyi birlikte örelim. Gelin emperyalist savaş makinesine karşı büyük barış mitingleri yapalım. 8 Mart, Newroz ve 1 Mayıslar’da halkın gücünü gösterelim.

BARIŞ İSTEYENLER NATO’CU YA DA PUTİN’Cİ OLMAYA ZORLANIYOR

Peki Türkiye’de savaşa karşı söylemleri nasıl görüyorsunuz? Ayrıca savaş karşıtı eylemler yeterli mi?

Bir önceki soruda söylediğim sosyal şovenizmin baskısı, bizim ülkemizdeki emek ve demokrasi güçleri üzerinde de yaşanıyor. Barışı isteyenler ya NATO’cu ya da Putin’ci olmaya zorlanıyor. Tutarlı, anti emperyalizmi savunanlar bilinçli olarak NATO’culukla ya da Putin’cilikle suçlanıyor. Burada amaç bellidir. Bunlar Türkiye halkı kafasını kaldıramasın, işbirlikçi çizgiye teslim olsun diye çırpınıyor. Belirli oranda etkili oldukları da söylenebilir. Bugüne kadar yapılan eylemlerin görece parçalı ve zayıf geçmesinde bu basıncın da etkisi var. Yoksa Vietnam işgalinden 6. Filo’ya, Filistin’den Irak işgaline kadar Türkiye’de devrimci demokratik güçlerin emperyalizme karşı köklü bir mücadele geleneği var. Şimdi bu yolu daha güçlü biçimde açmalıyız. Sosyal şovenizmin sola sirayet eden tüm türevlerine karşı bugün de kararlıca mücadele edeceğiz.


AB GÖÇ POLİTİKASINDA IRKÇILIĞINI GÖSTERDİ

Savaşın bir diğer yüzü de göç, EMEP’in gündeminde bu konu geniş yer buluyor. Ukrayna için durum nedir?

Savaşın 10. gününde bir milyon kişi mülteci durumuna düştü. Sayının 5 milyonu bulabileceği tahmin ediliyor. Sadece Ukraynalılar değil, Donetsk ve Lugansk’ta yaşayan Ruslar da zorunlu göçe maruz kaldı. Suriye’yi yakıp yıktılar, milyonlarca Suriyeli mülteciyi vatansız bıraktılar. Şimdi sıra Ukrayna’da. Yarın adres bir başka ülke olacak, buna kuşku yok. Emperyalizm insanlığa acımaz. Yakar, yıkar, yerinden edilenleri de ucuz iş gücü olarak emek pazarlarına transfer eder. AB göç politikası son örnekte ırkçı olduğunu gösterdi. “Siyah kafalılar”a nazaran sarı saçlı Ukraynalılara, daha açık kapılar. Avrupa’nın ucuz iş gücü ihtiyacını sarı saçlılarla domine edecekler. Bu göç yaklaşımı aynı zamanda cinsiyetçi ve istismarcıdır. 1990’larda SSCB’nin dağılma sürecinde Ukraynalı kadınlara nasıl bakıldığını gördük. Ayıca savaşın siyasal bir enstrümanıdır göç, AB gericiliği göçü demografik bir muharebe gücü olarak kullanmak istiyor. Bu nedenle barış mücadelesi kadar mülteci haklarına da tavizssiz sahip çıkalım diyoruz. Mültecilerin istismar edilmesine sessiz kalmayacağız.


MUTABAKAT TESPİTLERİMİZİ DOĞRULADI

Bu arada 6 parti mutabakat metni yayınladı. EMEP’in de içinde yer aldığı bir başka oluşum ikinci toplantısını yaptı. Mutabakatı nasıl buldunuz?

Millet İttifakı etrafında açıklanan mutabakat metninde işçi sınıfı ve emekçilerin talepleri yok. Grev, gösteri hakkı, sendikalaşma hakkı yok. Kürtler, Aleviler de yer bulmadı. Laiklik vurgusu aynı şekilde eksik. İstanbul Sözleşmesi’nin de üzeri çizildi. Dış politikada ise NATO’cu çizgi hâkim. Ukrayna savaşı konusunda da durum bu. Dolayısıyla karşımızda “tek adama karşıtlık üzerinden” oy desteği sağlamaya çalışan ama tipik bir düzen partisi olarak hareket eden restorasyoncu girişim var. Tespitlerimiz mutabakat metniyle de doğrulanmış oldu. Karşımızda aslında biri sağcı diğeri sağcılaşmış iki burjuva blok var. Zararından neresinden dönülürse kardır derler. Sözümüz CHP’ye gönül verenlere, İYİ Parti, Deva ve diğer düzen partilerinin peşine takılmak istenen emekçileredir. İttifak ve bloklaşmaların yeni turnosol kâğıdı savaş karşıtı tutum olacak. Bunun politik sonuçları da olacaktır. Herkesin yüzünü daha net görülecek. EMEP’in de dahil olduğu toplantı bu çerçevede güçlü bir mücadele platformunu inşa etmeye çalışıyor. Çok yönlü temaslarla bu platformu büyüteceğiz.  

 

ÖNCEKİ HABER

UNESCO Dünya Mirası Listesi'ndeki Safranbolu’ya yapılaşma tehdidi

SONRAKİ HABER

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Rusya Devlet Başkanı Putin ile görüşecek

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa