Kuş gribi, kötü yönetim, Bulut…
"O gül yüzlü Bulut’u ayakkabı boyacısı yapan da pandemide sorumlusu oldukları önlenebilir ölümleri sessizce izleyenler de bu ülkeyi iyi yönetmeyenlerdir."

Fotoğraf: Filipinler Tarım Bakanlığı
Ülke 2005 yılı Ekim ayında kuş gribi pandemisi ile tanışmış ve bu olay halkımızda derin korku ile umursamazlık arası bir ruh haliyle kahvehaneler, misafirlikler ve televizyon programlarının ana gündem konusu olmuştu. Uzakdoğu kaynaklı salgının nedeni ile ilgili teoriler, Covid-19 pandemisindeki kadar zengin ve renkli değildi, zira sebep ve dolayısıyla da düşman belli idi, hem yabani hem de evcil kümes hayvanları olan, kanatlılardı. Virüs kuşlarla taşınıyor, özellikle de kümes hayvanlarıyla yakın temas ile insana bulaşıyordu. Bu kanatlı düşmana karşı hızla başlatılan savaşın boyutları ve yöntemleri kısa sürede pes dedirtecek hale gelmiş, tavukların itlaf edilmeden canlı canlı ateşe atılma görüntüleri, Orta Çağ’da cadı yakma törenlerini aratmayacak vahşette idi. Aklı selim önlemler ve yaklaşımlar yerine, uçan uçamayan, evcil ya da yabani kanatlılar korku endişe ve öfkenin hedefi olmuşlardı. Çoğunluğu duygusal bireylerden müteşekkil bir toplumuz; hızla galeyana gelen, çabucak tahrik olan ve bu enerjisini kısa sürede yakıp, yok edici bir güce dönüştüren bu çoğunluk kitle, geçmişte de Maraş, Çorum, Sivas gibi kentlerde görülmüştü. Hayvanseverlerin sert uyarıları ile kanatlı yok etme işi daha profesyonelce, en azından kameralardan uzakta yapılmaya başlanmıştı; ancak yine de görevlilere giydirilen astronot kıyafetiyle yaratılan ciddiyet, komik tavuk yakalama çabalarını aynı yerde tebdil-i kıyafetle izleyen küçük çocukların kahkahalarıyla bozuluyordu.
Kanatlı kümes hayvanlarının itlafına, yetkililerin uyarılarıyla tavuk eti boykotu da eklenince mutfaklarda beyaz etsiz pandemi diyeti başlamış oldu. Tepemizden uçan kuşlardan bulaşır mı? Kuşları yemiş bir kediyi sevsek hasta olur muyuz? Penceremin önüne konan kuştan bulaşır mı? Telgrafın tellerine konan kuşlar hastalık taşır mı? türünden sorular milletçe işi ciddiye aldığımızın göstergesi olabilirdi.
Ankara’da çalışan ve 2006 yılbaşı tatilini en batıda İzmir’de geçirmeyi planlayan bir hekimin, Sağlık Bakanlığı’ndan gelen sarı zarf ile, en doğuda Ağrı’da olacağını kim tahmin edebilirdi? Tabii yalnızca pandemi zamanlarında akla gelen bir branş olan halk sağlığı uzmanlığı, bu zorunlu seyahatin sebebini oluşturmaktaydı. Ağrı, kar kıştır bu aylarda, ilk iş bir çift kar botu almalı, eldiven, atkı, kalın giysiler. Gelen yazıda “Ağrı ili pandemi sorumlusu olduğunuz ve anılan tarihte orada olmanız gerektiği” yazıyordu. Ancak, Bakanlık bizi pandemi bölgesine gönderirken, ne bir maske, ne pandemi kiti, ne de başka bir malzeme hiçbir şey vermeden, ateş hattına göndermekteydi, mecburen kendi olanaklarımızla bir takım malzemeler temin ettik.
Halk sağlığı ve enfeksiyon hastalıkları uzmanlarından oluşan 7-8 kişilik bir ekip ile Erzurum’a uçup oradan da karayolu ile Ağrı’ya giderken bazı yerleşim birimlerinde “burada tavuk vebası vardır” levhaları ilgimizi çekmişti. Oysa daha dün akşam Sağlık Bakanı her şey kontrolümüz altında karantinaya alınan bir yer yok diye demeç verirken, bizler karda mola verip o levhanın önünde hatıra fotoğrafı çektirmiştik. Devletimiz bir şeyleri gizliyor ise vardır bir hikmeti, üstelik buna akıl sır ermez ve hikmetinden sual olunmaz. Beyaz yolculuk sona erdiğinde il sağlık müdürlüğüne ulaşmıştık ve yetkililerin geleneksel misafirperverliği aşan saygı ile karışık korku halleri anlaşılmayacak gibi değildi. Ne de olsa Sağlık Bakanı’nın gölgesi oradaydı; çaylar, kahveler, ikramlar, ısrarlar. İlin sağlık altyapısı ile ilgili bir brifing talebimiz, sunum yerine, kötü hazırlanmış ve güncellenmemiş rakamlardan oluşan sıkıcı bir zaman kaybı ile sonuçlanmıştı. Hatırladığım birkaç rakam gene de durumun vahametini göstermeye yeterdi: İl genelinde 39 sağlık ocağının 13’ünde hekim yok, 125 sağlık evinden 119’u kapalı! Sağlık müdürü, ne tam olarak personel sayısını ne de hangi sağlık ocağı veya sağlık evinin açık olduğunu söyleyebilmiş, şube müdürlerini referans göstermişti. Sağlık müdürünün amcası oğlu da genetik bir yatkınlıkla bitişik ilin sağlık müdürü idi.
Büyük küçük her felaketin olmazsa olmazı “Kriz masası” kurulması talimatıyla göreve başladık, yazıcıdan çıkarılan ve üzerinde KRİZ MASASI yazılı A4 kağıdının gururla kapıya asılması, odanın telefonun kriz masası hattı olması, binanın içindeki atmosferi değiştirmişti. Kriz masası binanın yüreği olmuştu, herkes önünden saygıyla geçiyordu. Bu ciddiyeti bozan 9-10 yaşlarındaki bir çocuğun vücudunu saklayarak kafasının kapıda görülmesiydi. “Gel bakalım, buralarda ne yapıyorsun, adın ne senin?” “Adım Bulut, ayakkabı boyuyorum”. Ayakkabı boyatmadan harçlık almayı kabul etmeyince, yeni aldığım botumu boyatmaya verdim, bazen boyatmadan sadece fırçala dediğimde, bana indirim yapar sadece yarı boya parası alırdı. Ellerine büyük gelen ayakkabı fırçalarıyla binanın en genç emekçisi siyah parlak gözlü, şirin çocuk, Bulut.
Personel, saygıdan önümüzde iki büklüm olurken, iş yapmak konusunda da bir o kadar dirençliydiler. Devlet hastanesinde güç bela bir koridoru pandemi hastaları için tahsis ettik, ama İl Hıfzıssıhha Kurulu’nu toplamak için çırpınışlarımı unutamıyorum. İl genelinde kanatlı hayvan nakli yasaktı, hatta hükümet, gerekirse kanatlı hayvanları devletin satın alacağını açıklamıştı. Bir haber geldiğinde şaşkınlıktan bakakaldık, pandemi koşullarında yasak olduğu halde valiliğin önünde bir kamyonda tavuk satışı olduğunu öğrendik. Ekipler olaya el koyduğunda durum anlaşılmıştı, vatandaş tavukları bir an önce devlete satmak için pandemi fırsatçılığı yapıyordu. Haberin daha güzelini de müdürlük binasında öğrendik, bulaşıcı hastalıklar şube müdürü olan sağlık memuru, kümesindeki tüm tavukları itlaf edilmesi gerekirken, tek tek kesip buzluğa koyduğunu pandemi döneminde tabii ki yemeyeceğini, tehlike geçince yiyeceğini neşeyle söylüyordu. Sözün bittiği yer! Ağrı ili ülkede teyit edilmiş 12 vakadan 4 ölümün olduğu yerdi, 81 ilin yarısından fazlasında kanatlı hayvanlara yayılan pandeminin de “epicenter” diye ifade edilen merkezi idi.
Kuş gribi sürecini yönetemeyen Bakanlık ne yapacağını bilmez halde, Sağlıkta Dönüşümün derdine düşmüş, bir yandan pandemiyi asıl önleyecek olan birinci basamak sağlık hizmetlerini köreltirken, diğer yandan pandemiye karşı ne yapmalıyım çelişkisi içindeydi. O dönemde TTB’nin Tıp Dünyası’nda yazdığım bir yazının başlığında “Orada bir bakanlık var, uzakta” diye bakanlığın bu kötü yönetimine vurgu yapmıştım. Neyse ki kuş gribine neden olan virüs insandan insana geçiş göstermeden sönümlendi ve o dönem tüm dünyada ortadan kalktı. Eğer senaryo kötü yönde ilerleseydi, her 100 vakadan yaklaşık 30 ölümün olacağı bir felaketi yaşamak kaçınılmaz olabilirdi. Ancak o dönemde ucuz kurtulmuş olsak da aynı zihniyetten miras kalan kötü yönetimin faturasını Covid-19 pandemisinde ödemekteyiz.
1998 Nobel Ekonomi ödülü alan ve bir dönem öğrencisi olduğum, Hint asıllı Amerikalı ekonomist Prof Dr Amartya Sen; bilinenin aksine, açlık ve kıtlığın asla doğal nedenlerle değil, kötü yönetimler yüzünden olduğunu söylemişti. Dünya Sağlık Örgütü çiçek hastalığı programının yöneticisi Dr Donald Henderson 1970’lerin sonunda küresel aşılama ile çiçek hastalığının ortadan kaldırıldığında; “Çiçek hastalığını eradike ettik (yok ettik), sırada sağlıkta kötü yönetim var” demişti. Evet, halen pandemi ülkede yönetilemediği için hergün 200’den fazla mezar kazılıyor.
O gül yüzlü Bulut’u ayakkabı boyacısı yapan da pandemide sorumlusu oldukları önlenebilir ölümleri sessizce izleyenler de bu ülkeyi iyi yönetmeyenlerdir.
Senden özür diler, o pamuk ellerinden öperim Bulut!
Evrensel'i Takip Et