13 Temmuz 2021 01:03

DOSYA | Ülke ekonomisine sokulmuş hortum: Yabancı sermaye

Yabancı sermaye emekçinin yarattığı ‘artık-değer’ havuzuna girmiş bir ‘hortum’ gibi birikmişe çöküyor, birikeni götürüyor; üstelik de bedeli işsizlik ve yoksulluk olan bir bağımlılık yaratarak.

Fotoğraflar: DHA ve Unsplash

Paylaş

SUNU

Yabancı sermayeye cennet vatan!

Siyasi yolculuğuna (Dün özetlendiği gibi) ABD desteğiyle başlayan AKP, 2003’ yılından itibaren yaptığı düzenlemelerle yabancı sermaye için büyük bir cazibe yarattı. ‘Yerli ve milli’ hükümet iktidarında Türkiye bir yabancı sermaye cenneti haline geldi.

AKP kurmaylarınca, iktidarlarına duyulan ‘uluslararası güvenin göstergesi’ diye sunulan o sermaye akımlarının sonucudur; Bebeklerin yediği mamalardan bisküvilere, yollar ve köprülerden kullandığımız enerjiye, giyim kuşamımızdan içtiğimiz sulara dek hemen her kalemde yabancı sermayeye (de) kâr ettiriyor olmamız. Onların fabrikalarında, işletmelerinde kendi ülkelerindeki emek fiyatının onda birine ucuz emek niyetine çalıştırılıyor olmamız.

Övünülen durumun ortaya çıkardığı tablo ‘yerli-milli’ iddialarla örtüşüyor mu? Yoksa iddiaların tam tersi sonuçlara mı işaret ediyor?  


ÜLKE EKONOMİSİNE SOKULMUŞ HORTUM:
YABANCI SERMAYE

AKP iktidarının en çok övündüğü şeylerden biri ülkeye yabancı yatırım ve para çekme konusundaki ‘başarısı’dır. Gerçekten de AKP’li yıllarda Türkiye tarihinde görülmemiş bir yabancı sermaye akımı oldu ülkeye.

Bizzat Saray’a bağlı Cumhurbaşkanlığı Yatırım Ofisinin sitesinde yer alan verilere göre… Türkiye’deki uluslararası sermayeli şirket sayısı 2002 yılında 5.600 iken, 2020 yılı sonu itibarıyla bu sayı 73 bin 675’e ulaştı.

Yabancı ortaklı şirket sayısındaki artış 13 kat!

Bu muazzam artışta AKP hükümetlerinin daha yolun başındayken yaptığı mevzuat düzenlemeleri var.

Bunlardan biri haziran 2003’teki 4875 sayılı Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımları Kanunu. Bu kanunla;

- Sektör sınırlaması kalktı

- Türkiye Cumhuriyeti’nin kamulaştırma yapma yetkisi sınırlandırıldı

- Yabancı firmaların kârlarını kendi ülkelerine transfer edebilmesi kolaylaştırıldı

- Yabancı firmalara mülk edinme hakkı sağlandı

- Yabancı firmalar, Türk firmaları ile eşit hak, sorumluluğa sahip olarak “yerli ve milli” kabul edildi.

Bu vurguların yer aldığı Cumhurbaşkanlığı sitesi yabancı sermaye girişini özendirme konusunda adeta ‘pazarlamaya dönük reklam kampanyası’ yapıyor.  

Yabancılara yönelik “Türkiye’de yatırım yapmak için nedenler” sayfasının altındaki başlıklardan biri şu: “Nitelikli ve uygun maliyetli işgücü”!

Buradaki “uygun maliyetli işgücü” sözünün ne anlama geldiğini hepimiz biliyoruz: Emeğimizin yabancı sermayeye ucuza satılmasıdır bu… Uygun maliyetli işgücü dedikleri ucuz işgücüdür; yabancı sermayenin önüne sürülen pastaya bir boncuk gibi iliştirilmiş olan o vaat, soframızdaki ekmekten, çocuklarımızın yarınından çalınmış bir vaattir.

Ve yine iktidarın sitesindeki şu ifade o vaat konusundaki gayretkeşliği göstermektedir: “Türkiye, güçlü iş gücü piyasası ve canlı iç pazarın temellerini oluşturan genç, dinamik ve artan nüfusuyla benzersiz fırsatlar sunmaktadır.”

ÜLKE KAYNAKLARININ SATILIP SAVILMASI: ÖZELLEŞTİRMELER

Tozu dumana katarak “yerli ve milli” propagandası yapan iktidarın özelleştirme karnesi de ibretlik…

Türkiye toplumuna ait dev sanayi kuruluşları, tesisler, orman ve tarım alanları ile nihayet bizzat arazilerin haraç mezat satıldığı özelleştirmeler, “yerli ve milli” kaynakların, başta uluslararası sermaye olmak üzere sermaye sınıfına peşkeş çekilmesi değil midir?

“Yerli ve milli” olduğunu söyleyen iktidar döneminde satılan kamu kuruluşları ve birikimleri devasa boyuttadır. Bugüne kadar yapılan toplam 73 milyar dolarlık özelleştirmelerin 65 milyar doları AKP döneminde yapıldı.

Yok yok…

Tekel, Telekom, Petkim, Tüpraş, Ereğli Demir Çelik, İskenderun Ereğli Demir Çelik, Paşabahçe cam, Seka, Eti Alüminyum, şeker fabrikaları, elektrik dağıtım vs. devasa kamu varlıkları bir bir elden çıkarıldı.

Kamu işletmeleri, kamu taşınmazları peynir ekmek gibi satıldı.

Binlerce işçiyi işsiz, onlarca Anadolu kenti ve kasabasını ıssız bıraktı bu özelleştirmeler. Satılan kamu işletmelerinden sağlanan mal ve hizmetler ile hammaddeler artık ya ithal ediliyor… Ya da bu işletmeleri satın alan yerli-yabancı sermayenin birer kâr kuyusu haline geldiler.

Özelleştirme gelirleri siyasal iktidarın kullandığı bir arpalığa dönüşürken işçiler ve halk daha fazla yoksullaştı. Ülkenin birikimleri satıldı.

***

Bazıları korkunç bir yağma olarak tarihe geçti.

Tarihin en büyük özelleştirmelerinden biri olan Türk Telekom özelleştirmesi bu açıdan ibretlik.

Türkiye’nin iletişim ve haberleşme ağı, 2005 yılında, 6.5 milyar dolara Lübnanlı Hariri ailesine ait Oger Telecom isimli şirkete satıldı.

Satılırken borcu yok.

Kasasında tam 2 milyar dolar var.

Oger, Türkiye’nin iletişim ağını satın almak için gerekli krediyi de Türkiye bankalarından aldı. Teminat olarak da kendi malını değil, satın aldığı Türk Telekom’un varlıklarını gösterdi!

Peşin ödediği yaklaşık 1.5 milyarı bir yılda çıkarttı. Kredi çektiği yaklaşık 5 milyar doları ise ödemedi.

2016’ya kadar dağıtılan kar payından Hariri 7 milyar dolarını cebe attı.

Telekom üzerinde kayıtlı, PTT’ye ait olan, Türkiye’nin dört bir yanında, kırsal kesimde, il ve ilçe merkezlerinde arsalar, araziler, binalar, eğitim tesisleri, sayısız taşınmaz mülk vardı.

2026’da şirketi devretmesi gereken Telekom, kendisine ait olmayan ve geçici olarak devredilmiş olan mülkleri sattı. Hatta bakır kabloları bile...

Milletin birikimleriyle elde edilmiş olan her şey satılarak, kurumun içi boşaltıldı.

Kimse de ne bankaların alacağını, ne bu satıştan elde edilen paraları Hariri’den söke söke alamadı. O günlerde tarihin en büyük özelleştirmesi ve büyük başarı hikâyesi olarak pazarlanan bu el değiştirme tarihe büyük bir soygun olarak geçti.

Yine de… Bir bakıma Türkiye Cumhuriyeti’ni dolandırıp kaçmış olan Hariri hala gelip Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüşebiliyor.

Nerede Tekel Sigara Fabrikaları?

Nerede Tekel’in 17 içki fabrikası?

Artık esamesi okunmayan Tekel tek örnek değil.

Saymakla bitmeyecek kadar çok kamu malı bu tür yollarla yabancı sermayenin insafına terk edildi. Onlar da kanını çektikleri bu teşekkülleri birer posa halinde bıraktılar. Bırakmaya devam ediyorlar.

***

Bankacılık sektörü ise bizzat ‘yabancı’ bir görünüm kazandı. Bugün yabancıların Türkiye’deki bankacılık sektöründe payı (halka açık olanlar da dâhil edildiğinde) yüzde 45’e yükselmiş duruma.

Aracısının da fonlayıcılarının da yatırımcılarının da yabancı olduğu, sadece fon sağlayanları yerli olan Galata Bankerleri Borsası yapısına dönmeye az kaldı. Yabancıların payı yüzde 50’yi aşarsa olacak olan bu!

PARADAN PARA KAZANMAYA DA GELDİLER

Yabancı sermaye ülkeye sadece banka ve şirket satın almak için gelmedi. Gelinebilecek her üç yolla da girdi ülkeye.

1- Doğrudan yabancı sermaye yatırımı olarak geldi; yukarıda sıraladığımız gibi ülkede yeni tesis kurdu, mevcutları satın aldı ya da ortak oldu.

2- Portföy yatırımı olarak geldi; hisse senedi, tahvil satın aldı.

3- Borç olarak geldi; ülke kuruluşlarına borç verdi.

Ülkeye AKP iktidarı döneminde adeta bu yollarla döviz yağdı. Doğrudan yatırımlar, gayrimenkul alımları, sıcak para yatırımları, dış borç vs. yollarla gelen paranın toplamı 650 milyar doları aşıyor.

Vurgulamak gerekir ki 2008 yılından sonra sıcak para girişi daha öne çıktı.

2008 küresel ekonomik krizinin yangını sönsün diye dünyada piyasaya bol ve ucuz döviz sürüldü. Bu paranın bir kısmının Türkiye’ye akması için iktidar özel çaba harcadı. Türkiye’de 2010’lı yıllar boyunca inşaata dayalı (Mega projeler, altyapı ve konut vb.) yatırım ve büyüme stratejisi ortaya konulması da sermaye akışının sağlanmasıyla yakından ilgiliydi.

Cumhurbaşkanlığının verilerine göre Türkiye’ye 2003-2020 yılları arısında giren yabancı sermayenin her 3 dolarından 1’i finans sektörüne, yani paradan para kazanmaya akmış. Bu düzeye ulaşmasında son 10 yıldaki politikaların etkisi büyük.

GÖRÜLDÜ Kİ YABANCI SERMAYE BİR YARDIM MELEĞİ DEĞİL!

Dışarıdan gelen sermaye ister kalıcı (şirket kurmak ve satın almak) ister uzun vadeli (devlet veya özel tahvil alımı) isterse sıcak para olarak girsin…

Hayır işlemek’ için gelmez.

Elbette kâr etmek, büyümek, yeni pazarlara açılmak, stratejik sebepler vs. için gelir. Ve üç şekilde vurgun yapar.

1. Şirket ve ortaklıklar üzerinden                              Kâr transeferi

2. Borsa ve banka üzerinden                                     Portföy (sıcak para) kazancı

3. Tahvil ve bono üzerinden                                      Faiz kazancı.

Sıralanan bu yollarla yabancılar AKP devrinde her yıl ortalama 8 milyar dolarlık kâr ve faiz kazancını kendi ülkelerine götürmüşler. Merkez Bankası ödemeler dengesi tablosuna göre toplamda bu rakam yaklaşık 150 milyar dolar.

Başka bir ifadeyle söyleyecek olursak; yabancılar getirdikleri her 100 liranın karşılığında 25 liralık kazancı (bu ülkenin emekçilerinin yarattığı değeri) kendi ülkelerine aktarmışlar.

Bu tablo da gösteriyor ki…

‘Kısa vadeli sıcak yerine doğrudan yabancı yatırım gelsin, fabrikayı söküp götürecek değil ya’… ‘Yabancı sermaye teknoloji getirir’ gibi güzellemeler gerçeği büküyor.

Evet, paradan para kazanmaya gelen ‘sıcak para’, ülkenin emekçilerinin yarattığı “artık-değer” havuzuna girmiş ‘hortum’ gibidir. Ama unutulmamalıdır ki… ‘Borsaya değil’ de yatırıma gelen ‘doğrudan yabancı sermayede de kâr payı alarak refahı hortumlar. Artık-değerin önemli bir kısmını, kimi zaman tamamını, ülke dışına transfer eder.

Yukarıdaki veriler de gösteriyor ki yabancı sermaye ‘yerli ve milli’ hükümetin açtığı geniş yollardan ülkeye geliyor ama parasına para katıp geri gidiyor.

BEDELİ YOKSULLUK VE İŞSİZLİK OLDU

Ülkeye ucuz emek için akan yatırımcı sermayeyi de… Rant için akanını da besleyebilecek büyüklükte bir artı değer yaratabilmek için…

Ülke ucuz emek cennetine dönüştürüldü. Türkiye işçi haklarında en kötü 10 ülkeden biri!*

AKP iktidarında işsizliğin önce yüzde 10’a

Daha çok sıcak paraya daha bağımlı olunan 2014 yılından sonra yüzde 15’e… 

2018 krizi ve pandemi ile yüzde 20’lere sabitlenmesinde…

Sermayeyi beslemeye odaklı acımasız çarkın payı var.

Ucuz emek politikası sadece işsiz bırakmadı aynı zamanda geniş emekçi kesimleri yoksullaştırdı.

Yukarıda değindiğimiz gibi 2010 sonrası sıcak paraya ve inşaata dayalı büyüme modeli de yoksulluğu iyice derinleştirdi. 

2010’dan 2018 ekonomik krizine kadar geçen yedi içerisinde Türkiye ekonomisindeki her bir dolarlık milli gelir artışına karşılık, yaklaşık iki dolarlık dış borç artışı yaşandı.

Bu devasa borçlanma ve sermaye girişi başa bela oldu. 2017 sonundan itibaren, Türkiye’de ekonomik krizin derinleşmesiyle birlikte hızlanan yabancı sermaye girişinde düşüş ve çıkışındaki artış yoksulluğu katladı.

Sürecek

* Uluslararası İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nun (ITUC) yayınladığı yıllık rapora göre.

ÖNCEKİ HABER

İstanbul'da Asya Kaplan Sivrisineğinin popülasyonu artıyor

SONRAKİ HABER

Denim Kumaşçılık işçileri sendika hakları için eylem yaptı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa