25 Aralık 2020 23:44

Fatma Bostan Ünsal: Ak Parti artık kendi içine ateş ediyor

Erdoğan’ın zorunlu olarak bazı hamlelerde bulunduğunu ama gerek kendisinin önceki yaptıkları, gerekse de farklı öncelikleri olan ortağı yüzünden engellendiğini söyleyebilirim.

Fatma Bostan Ünsal | Fotoğraf: Evrensel

Paylaş

Serpil İLGÜN

Gerek ekonomide, hukukta, adalette reform söylemi, gerek Erdoğan’ın ortağını değiştirip değiştirmeyeceği, gerekse HDP’nin kapatılması talebi ve iktidarın uygulamayı sürdürdüğü pratiklerle son derece çelişkili görünen “yeni çözüm süreci” başlıkları, sıcaklığı düşse de siyaset arenasında konuşulmaya devam ediyor. Bu hafta Cumartesi Söyleşisinde, bu başlıklara muhafazakâr kesimin nasıl yaklaştığını ele almak istedik ve AKP kurucularından, Hak İnisiyatifi Derneği Genel Sekreteri, barış bildirisine imza attığı için ihraç edilen akademisyenlerden, Siyaset Bilimci Fatma Bostan Ünsal’la konuştuk.

Türkiye’nin sorunlardan çıkış yolunu “Türkiye ittifakının kurulması”nda gören Ünsal, toplumsal muhalefetin de bunu istediğini söylüyor. AKP’nin zemin kaybettiği için reform yapmaya zorunlu olduğunu ifade eden Ünsal, dış konjonktürün de Erdoğan’ı buna zorladığını belirtiyor.

Ünsal, çıplak arama, kitle örgütlerine kayyum atama, meselelerin, özellikle kadın sorununun dini referanslarla tartışılması üzerine sorularımızı da yanıtladı.

Erdoğan, AKP grup toplantısında Bahçeli’nin HDP’nin kapatılması talebi konusunda sessizliğini korudu ancak AİHM’in ‘Demirtaş derhal serbest bırakılmalıdır’ kararını eleştirerek, kararı tanımayacaklarının sinyalini verdi. Erdoğan’ın HDP’nin kapatılması konusundaki sessizliğini nasıl yorumlarsınız?

Bunu bekliyorduk zaten. Erdoğan’ın reforma başlayacakları, Avrupa’ya yönelik “Biz geleceğimizi burada görüyoruz” şeklindeki ifadeleri (sadece niyet beyanı değil, bunun konuşulduğunu, kotarıldığını İhsan Aslan, Arınç gibi Ak Partili siyasetçilerin kamuoyuna yaptıkları açıklamalardan anlıyoruz) doğrultusunda açıklanabilecek bir tutum. Hem Cumhurbaşkanının hem de Cumhur İttifakı’nın diğer üyesi olan Devlet Bahçeli’nin ifadeleri ve tutumlarının reform çabalarıyla tutarsızlık, çelişkiler arz etmesi dört yıldır yürürlükte olan ittifakın geldiği nokta ile izah edilebilir.

Cumhur İttifakı’na girmekle MHP lideri Bahçeli, başkanlığını garantileyerek ve iktidara yakınlaşarak seçmen tabanını artırarak rasyonel bir tercih yapmış görünüyor. Bu ittifak nedeniyle Ak Parti de kendisi için çok önemli olan iktidarı devam ettirmiş oluyordu. Bu dört yıllık süreçte Ak Parti seçmen desteğini çok önemli ölçüde kaybetmesine ilaveten, tabanı ve bürokrasideki kadroları giderek MHP’lileşti. Genel olarak baktığımızda bu süreçten MHP büyük zarar etmemişken Ak Parti, en çok istediği iktidarı kaybedecek ölçüde destek kaybetmiştir. İktidarını devam ettirmek için MHP ile ittifak kurmuştu ancak bugün ittifakın tehlikeye girdiği bir sürece girilmiş oldu. Sadece Ak Parti değil, Türkiye de çok şey kaybetti. Türkiye’nin adalet ve hukuk zemini kaydı ve ciddi bir ekonomik krize girildi. Ak Parti de bundan etkilendi. Görüyoruz tek başına yüzde 50 alan bir Ak Parti’den ittifakla bile yüzde 50’yi bulamayan bir Ak Parti sürecine girilmiştir. Bu krizi, Kemal Derviş’in Türkiye’ye geldiği döneme benzetiyorum. Kemal Derviş’in reorganizasyonuyla Avrupa Birliği’ne uyum yönünde çok ciddi yasal ve hatta anayasal değişiklikler yapılmıştı hatırlarsanız. O dönemde kurulan Ak Parti kendisini bu yapıya ayarlamak zorunda kalmış, “gömlek değiştirdiğini” söylemişti. Nasıl o dönem Ak Parti için Avrupa kurumları ve ABD ile olumlu ilişki önemli idiyse, bugün de ona benziyor ve Tayyip Erdoğan bazen bu yönde mesajlar veriyor ama Bahçeli de kendisi için anlaşılabilir sebeplerle çeşitli şekillerde bunu engellemeye çalışıyor.

O halde, ‘Erdoğan iyi şeyler yapmak istiyor ama Bahçeli önünü kesiyor’ yorumlarına katılıyorsunuz…

Şöyle, Türkiye’nin geldiği şartlar nasıl o dönemde Türkiye’deki yeni iktidar için Avrupa’yı önemli kıldıysa ve aslında o dönemde hiç de kolay olmayan şekilde gömlek değiştirmek zorunda kalındıysa, bugün de benzer zorunluluklar ortaya çıkmış oldu. ABD ve AB’ye yönelik olumlu ifadeler haklı olarak herkesi şaşırtıyor, çünkü aynı kişi tarafından neredeyse Avrupa düşmanlığına varacak ifadeler hiç de uzak olmayan bir zamanda söz konusuydu. Daha ziyade içerdeki seçmeni muhafaza etmek için, halkta var olan “Batı”ya yönelik derin güvensizliğe dayanarak çeşitli hamleler yapılıyor ve sonuçta birbirine zıt söylem ve tutumlar ortaya çıkıyordu. Sonuçta o kadar zikzak çiziliyor ki, artık hem içeride hem dışarıda bunu hazmetme kapasitesini aşıyor. Bazen Avrupa düşmanı oluyorsunuz, sonra bakıyorsunuz başka bir atmosfer gelişiyor, orada da geleceğinizi Avrupa’da görüyorsunuz. Yani sorunuza tekrar gelecek olursak, Erdoğan’ın zorunlu olarak bazı hamlelerde bulunduğunu ama gerek kendisinin önceki yaptıkları, gerekse de farklı öncelikleri olan ortağı yüzünden engellendiğini söyleyebilirim.

Erdoğan’ın pragmatist bir lider olduğu anımsatılarak başka türlü ittifaklar da kurabileceği, bu açıdan MHP’ye bağımlı olmadığı dillendiriliyor. Katılıyor musunuz?

Siyasette çözümler sınırsızdır. Görülmüştür ki, MHP için bu söylem kazandırıyor olabilir ama Ak Parti’nin ve Türkiye’nin çıkarları farklı bir politikayı gerektirmektedir, başka ittifaklar da olabilir. Ama farklı ittifak dediğimiz zaman “MHP’yi bırakalım başka bir partiyi alalım” gibi olmayacak. Çünkü bu üç-beş yıllık süreçte, toplumsal muhalefet ve siyasi partilerin muhalefeti bazı konularda ortaklaştı gibi görünüyor: Mesela güçlendirilmiş parlamenter sistem gibi. Ve şunu da görmüş olabilirler; Ak Parti kolaylıkla müttefik değiştirebiliyor ve sonrasında yapılanlar karşısında hiçbir sorumluluk almıyor. Niteliği hala karanlık olan darbe teşebbüsünden sonra eskiden iş birliğinde bulundukları, gelişmesine fırsat verdikleri cemaat yapılanması ile çok uzak ilişkisi olan bazı insanları çok ağır derecede cezalandırdılar. Bu ağlarla irtibat kuranlar o kadar geniş ki, “cemaat ve FETÖ yargılamaları” diyorsunuz ve herkes için bunu etiket olarak yapıştırıyorsunuz ve bir daha sadece o kişi değil, ailesine kadar terör etiketi yapıştırılıyor. Bunu istediğiniz kişi/kişiler için uyguluyorsunuz. Bu tecrübe yaşandığı ve yaşanmaya devam ettiği için, bundan sonra “şu ittifak kurulsun, başka bir parti gelsin”e zannedersem muhalefetten herhangi bir parti yanaşmaz. Bu yüzden muhalefetteki herhangi bir partiden ziyade ancak bütün muhalefetin bir araya geldiği bir Türkiye ittifakı olabilir diye düşünüyorum. Türkiye zaten çok ciddi bir krizde, hepimiz zarar ediyoruz, o halde bütün Türkiye partileri, hepimiz bir araya geliriz. Daha temelli, daha kontrollü ve muhalefetin bütün kesimlerinin hakkının korunacağı bir ittifak, Türkiye ittifakına yakın olur gibi geliyor gördüğüm kadarıyla.

İçerideki ve dışarıdaki sıkışmışlık Erdoğan’ı bu noktaya getirebilir diyorsunuz…

Getirebilir. Ak Parti iktidara muhtaç, diğer yandan aşırı uzun süre Ak Parti iktidarda kaldı ve çok güçlü olduğu için bu arada yanlış pek çok şey yapıldı. Bu yanlışlar ne olacak, Türkiye ittifakı bu konulara nasıl yaklaşacak, bu nasıl işleyecek, bunu bilmiyoruz ama benim temennim Türkiye’yi feraha kavuşturmak için Türkiye ittifakı bir seçenek olabilir. Aslında bu 7 Haziran’da başladı, 7 Haziran’da halk Ak Parti’yi bir koalisyona mecbur etti ama Ak Parti bu koalisyonu kurmak istemedi. Beş yıldır gittikçe yoruluyor halk. Referandum, seçimler… Ve her seferinde söz veriliyor, Ak Parti’ye verin bakın dolar ne oluyor, Ak Parti’ye oy verin bakın ekonomi nasıl düzeliyor ama gittikçe kötüleşiyor. Çıkış, 7 Haziran’da kaçırdığımız koalisyona geri dönmek. Dış konjonktür de Ak Parti’yi oraya mecbur ediyor gördüğümüz kadarıyla.

Bu, Meral Akşener’in ‘Türkiye masası’ çağrısını hatırlatıyor ama siz onu da aşan bir koalisyondan söz ediyorsunuz. Diğer yandan, Akşener’in masanın kurulması için güçlendirilmiş parlamenter sistem gibi şartları var…

Doğru, Cumhur İttifakı’nın seçmen desteği düşünce şöyle düşünülmüştü, muhalefetten birini seçelim, en yakını da İYİ Parti! Hatta İYİ Parti’ye yönelik olumlu ifadeler kullanıldı. O yüzden Meral Akşener buna bir yanıt verirken, “ben ittifaka girsem Ayşe Teyze beni terliği ile kovalar” derken aslında toplumun da bu konudaki görüşünü ifade etti. O yüzden ben Meral Hanımın bu çağrısını biraz da böyle okuyorum, yani bazı temel politikaların hep beraber oluşturulması düşünülür. İlkeler düzeyinde, hukuk devletine dönme düzeyinde Erdoğan liderliğindeki bir ittifak olarak değil. Türkiye ittifakını, bir koalisyon gibi düşünelim, yani nasıl 15 Temmuz sonrası bütün partiler Mecliste bir araya geldiler, -Yenikapı’da değil, Mecliste- o darbe teşebbüsü sırasındaki Meclisten keşke bir meclis hükümeti çıkmış olsaydı. Meclis hükümetinin uygulayacakları şeyler farklı olacaktı çünkü. Öyle yapılmadı, önce Yenikapı mitinginde bir parti dışlandı sonra ana muhalefet partisi adalet yürüyüşüne çıkmak zorunda kaldı, başkanlık sistemi geldi; Türkiye’nin çok yabancısı olduğu bir sistem, şu anda zaten Meclisin de ağırlığının kalmadığını biliyoruz.

REFORM YAPILMAZSA AK PARTİ YİNE ZEMİN KAYBEDECEK

Erdoğan, HDP’nin kapatılması çağrısına sessiz kalıyor ama zamanında ya da olası erken seçime kapatılmış bir HDP ile girmek, HDP tabanının çoğunu sandıktan uzaklaştırabilir. Dolayısıyla sessiz kalmak bir strateji olabilir mi?

Ben böyle olduğunu düşünmüyorum. Ak Parti içinde bu konuda da rahatsızlıklar var. Bülent Arınç’ın, İhsan Aslan’ın ifadeleri de aslında Ak Partililer içinde yaşanan rahatsızlığın bir ifadesi. Bunlar yeni de değil. Kaç yıldır rahatsızlar ama bunu ifade etmiyorlar. 5-6 yıldır biraz daha dışındayım ama Ak Parti’de bazı arkadaşlarım var ve en son dönemde Ak Parti’den milletvekili olmuş bir arkadaşım pek çok konuda benimle aynı fikirde. Aynı benim rahatsızlık duyduğum hususlardan o da rahatsız oluyor ama Ak Parti içinde görüşlerini ifade etmiyor. Ve zaten ancak Ak Parti’den ayrıldıktan sonra görüyoruz bu rahatsızlıkları. Gelecek ve Deva partilerine geçenlerde olduğu gibi.

Diğer yandan Türkiye’nin geldiği noktaya baktığımızda bir reform ihtiyacı var ve bu en üst düzeyden ifade edildi. Bu yapılmadığı takdirde Ak Parti iktidarda olduğu için yine zemin kaybedecek. Çünkü kriz derinleşecek. “Bugün iyi günlerimiz” diye söyleniyor, bütün dünyada eksi faizlerle bile borçlanma oluyorken biz yüzde 6,5 oranında faizle borçlanabildik, 6 ay sonra ödemeleri geliyor. Yine hem AB, hem ABD’nin CAATSA yaptırımları şu anda çok ciddi yaptırımlar değil belki ama bunun ağırlaşacağı yönünde çok ciddi emareler var.

‘Reforma ihtiyaç var’ diyorsunuz, bundan ekonomide, hukukta, adalette reform söylemine şans verdiğinizi çıkarıyorum. Ancak bir yandan reform derken diğer yandan kitle örgütlerine kayyum atama, DTK Eş Başkanı Leyla Güven’e 22 yıl hapis veya çıplak arama... Bu pratiklerle reform söylemi birbiriyle çelişmiyor mu?

Evet bunlar çok açık şekilde çelişiyor. Sanki iktidarda birbirine taban tabana zıt güçler var ve bunlar çelişkili söylem ve icraatlarda bulunuyorlar. Bizim yapacağımız şey bu çelişkileri göstermek, uygun politika ve söylemleri desteklemek. Diğer yandan deniz bitti. Türkiye için, sancılı bir geçiş dönemi olacak gibi görülüyor.

YENİDEN BİR ANAYASA UZLAŞMA KOMİSYONUMUZ NEDEN OLMASIN?

Yeni bir çözüm süreci tartışmalarına nasıl yaklaşıyorsunuz, siz böyle bir zemin görüyor musunuz?

Şöyle, teoride hep en ulumadık zamanlarda çözüm sürecinin olabileceği. Türkiye sorunlarını barış yoluyla çözmelidir. Birkaç defa teşebbüs de etmiştir, umarım bu kez başarılı olunur. Türkiye olarak 7 Haziran seçimleri sonrası son derece dengesiz, oradan oraya savrularak sonunda da çok büyük enkaz bırakarak bir yere geldik. Bugün en parlak çocuklarımız, -bunların içinde Ak Partililerin de çocukları var- geleceğini yurt dışında görüyor. Böyle bir yere getirdi bizi çatışmacı politikalar. Buradan hep beraber çıkacağız. Ve görüyoruz ki hukuk devleti olmadan buradan çıkamayacağız, hukuk devleti için de bu şiddet dilini ve yöntemini terk etmemiz gerekiyor. Hiç olmazsa Mecliste. Oradan başlayarak devasa sorunları rahatlıkla çözebiliriz. Uzak olmayan bir zamanda yine meclisteki bütün partilerin eşit temsil edildiği bir anayasa uzlaşma komisyonumuz vardı, yeniden neden olmasın?

Bu temenni gibi görünüyor. Bunun zemini var mı?

Bütün barış süreçleri zaten çok iyi niyetli insanların gelip de “hadi barış yapalım” demesiyle olmuyor. Güney Afrika sürecini hatırlayın. Kolombiya’da çözümün mimarı eski Genel Kurmay Başkanı, en sert şiddet politikalarını uygulamış Juan Manuel Santos.

Dış etkilerin Türkiye siyasi gelişmelerini etkilemekte çok büyük ağırlığı var, ta Tanzimat Fermanı, Islahat Fermanı, Meşrutiyet ve… en son çok partili hayata geçişimizde bile bu gelişmelerin ağırlığı yadsınamaz. Türkiye’de halkın demokrasiyi bu kadar sahiplenmemesini de biraz buna bağlıyorum, yani bazı şeylerin hep böyle dışarıdan etkilerle olması dolayısıyla kendi sorunu gibi görmüyor. Oysa birinci derecede mağdur olan Türkiye halkı. Türkiye’nin bugün tekrar barış sürecine mecbur kalmasını hem içeride ekonomik krize düşmesi hem de dış etkenler, Türkiye’yi buna zorluyor. Türkiye’yi rahatlatacaksa, barış getirecekse bölgeye ve Türkiye’ye bu olmalıdır.

SAVCININ ÇIPLAK ARAMA TANIKLIKLARINA SORUŞTURMA AÇMASI SUÇ

HDP Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun Uşak Emniyet Müdürlüğü’nde üniversite öğrencisi 30 kadının çıplak aramaya maruz bırakıldığını açıklaması, aslında artık cezaevlerinde rutinleştiği iddia edilen bu uygulamayı yeniden gündemleştirdi. Buna maruz kalan her kesimden insan tanıklıklarını sosyal medya üzerinden dile getirdi. İktidar sözcüleri bunun FETÖ’nün 5. kol faaliyeti olduğunu söyledi ve ardından çıplak arama paylaşımlarına FETÖ soruşturması başlatıldı. İlk refleksinin FETÖ olmasına yorumunuz ne?

Aslında Adalet Bakanı’na referans vermek istiyorum. “Hâkim görünümlü militanlar hukuku ayaklar altına alıyor” demişti. Hakimler militanlaşmışsa artık düşünün diğer şeyleri. Çıplak arama 2013 yılından sonra daha da arttı. O dönemlerde kadınlar buna ses çıkaramadığı veya çok az kişi dile getirdiği için bu mesele toplumsallaşmamıştı. Fakat cemaat davalarından sonra bu sayı çok arttı. Binler, on binlerle ifade ediliyor. Aslında ziyaretçiler için de neredeyse çıplak arama biçiminde onur kırıcı bu uygulama yapılıyor. Son uygulama ve yapılan tanıklıklarla Türkiye’nin bir utancı ortaya çıktı ve bundan kurtulmamız gerekiyor. Çünkü açığa çıkması sorunun çözüme kavuşması için çok önemli bir itici güç olacaktır. Savcının çıplak aramayı yapanlara yönelik soruşturma açması gerekirken, bu ifadelere ve tanıklıklara açıyor olması bir suç. Adalet Bakanı kamuoyuna bir açıklama yapıp, “Bu şikayetleri aldık, inceleyip yapanları cezalandıracağız!” demesi gerekiyor. Aslında savcının söz konusu beyanları “FETÖ” ile etiketlenerek herkes ve her olayın, her beyanın, her tutumun cezalandırılabilir hale getirildiğini gösteriyor. Bu durum bile bizim hukuk devletinden ne kadar uzak olduğumuzun bir göstergesi oldu. Biz zaten söylüyorduk da bu beyanlar bizden daha iyi anlatmış oluyor.

HERKES TÜM BUNLARDAN ERDOĞAN’I SORUMLU TUTACAK

Tartışılan bir diğer gelişme, ‘Kitle İmha Silahlarının Yayılmasının Finansmanının Önlenmesine İlişkin Kanun Teklifi’. Teklifteki maddelerden biri, İçişleri Bakanı’na dernek, vakıf, kitle örgütlerinin mallarına el koyma, kayyum atama gibi yetkiler veriyor. Hak İnisiyatifi olarak bu teklife nasıl yaklaşıyorsunuz?

Sivil toplumla ilgili bu kanun teklifine hükümete yakın duran Mazlum-Der, Özgür Der, İHH hepsi karşı çıktılar. Çıplak aramayla da ilgili olarak Özür Der, “Savcı yanlış yere dava açıyor” dedi. Yani Mazlum-Der, İHH’yı düşündüğümüzde artık AK Parti kendi içine ateş ediyor. Zaten gittikçe artan devletçi söylemi arttıracak bir teklif. Belirttiğim gibi insanlar sıkıntı içinde, huzursuzluk var, neredeyse Ak Parti seçmenini kendi içinde infilak ettirecek adımlar. Birçok yol ayrımında Ak Parti tarafında durmuş olan kuruluşları bile rahatsız edecek bir durum var. Ak Partili seçmenler devlet içindeki bazı yapılanmaların (Perinçek grubu gibi) etkisiyle olduğunu da düşünüyor, ama sonuçta Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi var ve sorumlu Tayyip Erdoğan. Herkes tüm bunlardan Tayyip Erdoğan’ı sorumlu tutacak. Ancak Türkiye’de bu siyasi sorumluluk çerçevesinde davranmıyor hiçbir siyasetçi. “Ben kandırıldım, ben ihanet ettim!” Tamam da bunun maliyetini halk çekiyor, siyasetçiler değil.

MUHAFAZARLIK, DİNDARLIK DENİNCE AKLA KADIN ERKEK İLİŞKİLERİ GELİYOR

Sakarya Üniversitesi Akademisyenlerinden Prof. Dr. Ebubekir Sofuoğlu’nun üniversiteleri ‘fuhuş yerleri’ olarak tabir etmesi örneğinde olduğu gibi son dönemlerde İstanbul Sözleşmesi gibi çoğu meseleleri İslâmî referanslarla konuşmak daha yoğunlaştı. Meseleyi, dini hassasiyetler üzerinden tartıştırarak iktidar nasıl bir fayda sağlıyor?

İstanbul Sözleşmesi hangi iktidar döneminde imzalandı, Ak Parti döneminde. Ve muhalefetin de tam desteğini alarak. Neden bunlar bugün tartışılıyor, yine iç politikaya geliyoruz. 2013 yılından sonra Ak Parti’nin liberallerle iş birliğini dağıttıktan sonra, kendisini muhafazakâr/dindar grubun tek temsilcisi olarak tanıttı. Yani özgürlükçülükten buraya döndü. Çünkü Türkiye’de şöyle bir denklem var; nüfusun yüzde 65’i muhafazakâr/dindar, yüzde 35’i laik/seküler. Bu 65’i toplarsak ilanihaye bu iktidarı devam ettiririz diye düşünülmüş olabilir. Fakat hukuk devleti ilkesini sürekli ihlal ettikleri için bugün o denklemin siyasi karşılığı, örneğin ben de kendimi dindar olarak görüyorum, bazı açılardan muhafazakârım ama bu yapılanlara itiraz ediyorum. Bu yüzden 65 siyasi tercihler konusunda heterojenleşti, itiraz gelişti. Ak Parti için ilk başta kolaydı, bu kitleye bu alandan hitap ederek bu işi başarırız ama onlara hitap ettikçe daha önce sesi duyulmayan azınlıkta olan bazı kesimler seslerini yükseltmeye başladılar ve sesleri daha duyulur oldu. Eskiden de bu kesim İstanbul Sözleşmesi’ne karşıydı ama sesi duyulmuyordu. Ama şimdi muhafazakarlığa çok fazla dayanıldığı için sesleri çoğalmaya başladı. Muhafazakarlık, dindarlık dediğimiz zaman hemen tek bir şey akıllarına geliyor, kadın erkek ilişkileri. Muhafazakarlığını ispat etmek isteyen sürekli bunun üzerinden dem vuruyor.

ÖNCEKİ HABER

Sağlık Bakanı Koca koronavirüs aşısı için BioNTech ile anlaşma imzalandığını açıkladı

SONRAKİ HABER

Eşitsizliklerin ve çatışmaların arttığı bir yıl

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa