Avrupa'nın Gündemi | Fransa'da okullar endişeye açılıyor
Fransa’da 1 Eylül’de okullar açılıyor. Eğitimciler endişeli. Almanya'dan çevirdiğimiz yazı salgının yarattığı yorgunluğu, İngiliz Guardian gazetesi ise Batı'nın Lübnan politikalarını ele alıyor.

Fotoğraf: Pixabay
Fransa’da 1 Eylül’den itibaren 12.5 milyon öğrenci ve 800 bin öğretmen için okullar açılacak. Fakat son üç haftadır Fransa’da koronavirüs vaka sayısında hızla bir yükselişin yaşanması ebeveyn ve öğretmenleri tedirgin etti. Liberation gazetesinden çevirdiğimiz makale Fransa Eğitim Bakanı’nın açıklamalarını merkeze alıyor.
Almanya’da Kovid-19 bulaşanların sayısı giderek artıyor. Spiegel Online’deki yorumda sesleri pek çıkmayan ama koronanın içine kapattığı, endişeli insanlara özen gösterilmesi, empati kurarak cesaretlendirilmesi gerektiği belirtiliyor.
Beyrut’ta meydana gelen ve büyük yıkıma yol açan patlama sonrası Lübnan’da değişim ve bağımsız bir hükümet umudu artmıştı. The Guardian gazetesi, Lübnan halkının uluslararası baskı umudunun 30 yıldır ülkeyi yıkıma götüren yönetici sınıfa Batıdan gelen destekle hüsrana dönüştünü yazdı ve Fransa’nın Lübnan ile ilgili planlarına işaret etti.
OKULLAR AÇILMADAN ÖNCE EĞİTİM BAKANI ANCAK VAR OLANI HATIRLATTI
Marie PIQUEMAL
Liberation
“Okullar açılacak, açılması gerekiyor ve 1 Eylül’de açılacak”. (Milli Eğitim Bakanı) Jean-Michel Blanquer, “Geleneksel yeni dönem basın açıklaması” esnasında bakanlığının bahçesinde ilginç bir açıklama gerçekleştirdi. Yani bu muğlak sağlık koşullarında okulların tekrar açılmasının “Mümkün olduğunca normal” koşullarda gerçekleşeceğine inandırma, belki de kendisini de inandırmaya çalıştı. “Ebeveynlerin (okulların açılmasını) istediklerine inanıyorum. Öğrenciler, öğretmenler istiyor. Okulların açılma zamanı artık çoktan geldi”. Bu açıklamayla Milli Eğitim Bakanı okula dönmenin önemine vurgu yapıyor ve yeni sezonun hiç kuşkusuz en önemli meselesini masaya yatırıyor: Tüm öğrencilerin, özellikle de sokağa çıkma yasağının başında okulla irtibatı kesilen öğrencilerin sınıflara tekrar dönebilmesinin aciliyeti meselesi. Bu konuda öğretmen ve araştırmacıların tümü de hemfikir: Okulda eşitsizliklik konusunda şampiyon olan bir ülkede bugün zor ama ulaşılması gereken en hassas olan öğrencileri tekrar okula “Bağlamak”.
KESKİN BIÇAK
Bugün öğretmenleri tedirgin eden sorun, bu hedefe nasıl ve hangi araçlarla ulaşılacağıdır. Olası bir müfredat hafifletilmesi konusunda sorulan bir soruya cevap veren Bakan, bunun ne düşünüldüğü ne de istendiğini belirtti. İtalya gibi başka ülkeler, kitlesel olarak okullarda istihdam yaratma planları açıkladılar. Jean-Michel Blanquer ise ancak ray üstünde olan önlemleri sıralamakla yetindi: Okul tatillerinde “Başarılı olma” stajları, orta okulda olanlar için sınıf sonrası “Ödev yapma” önlemi, ilkokul bir ve ikinci sınıflar ile en sorunlu mahallelerdeki anaokulların son sınıflarında öğrenci sayısının (bu yıl toplam 300 bin öğrenci için) yarı yarıya bölünmesi…
Bakan “Temel iki hedefe ulaşabilmek için var olan reformlara devam ediyoruz: Genel seviyenin yükseltilmesi ve eşitsizliklere karşı mücadele” diye açıklama yapıyor. Fakat birçok öğretmen, öğrenciler arasında var olan önemli farklı seviyelerle dolu kalabalık sınıflarda mesleklerini yapamamaktan duydukları kaygıyı gizlemiyor. Ve art arda yaşanan okul kapanma keskin bıçağı ise durumu hiç de kolaylaştırmıyor.
Okulların on gün önce açıldığı Reunion Adası’ndaki durum güven verici değil: 30 okul ya tamamen ya da sınırlı bir şekilde kapatıldı. Bir sınıfta bir vaka şüphesi olduğunda okullar kapanacak mı? Bu soruya Jean-Michel Blanquer “Hastalık belirtileri olduğu her durumda 48 saat içinde testler yapılacaktır” diye cevap veriyor, “Bölge rektörü, vali ve bölge sağlık müdürlüğü her durumda bir sınıfı mı, okulu mu ya da bir dizi okulu mu kapatmak gerektiğine karar verecekler”.
Salı sabahı, ilkokullarda en büyük sendika olan SnuiPP sert açıklama yaptı: “Bakan durumun aciliyetini ölçemiyor. Hayata geçmesi için bir pedagojik plan yazmak yetmiyor. Yarınki okul dünkü okulun aynısı olamaz. Sanki bunun hiç bilincine varmamış gibi”.
Sendikanın Yeni Sözcüsü Guislaine David, temmuz ayında onaylanan fakat ona göre bugünkü koşullara kesinlikle uygun olmayan sağlık protokolünden bahsediyor: “Sınıfların karışmaması bile söz konusu değil! Tüm okulun kapanmaması için sınıfların (teneffüs veya koridorlarda) karışmamasını sağlamak lazım”. Blanquer’in buna cevabı: “Protokol mayıs ve haziran ayında çıkartılan tecrübelere uygun. Bugünkü duruma cevap veriyor. Başka protokoller de hazırladık. Eğer kimi yerlerde epideminin gelişmesi, öğrencilerin karışmaması gibi ek önlemler gerektirirse, bunlar kararlaştırılır. (…) Eğer sınıfta eğitimin yanı sıra uzaktan eğitim de gerekli olursa, bunu da hayata geçirmeye hazırız”.
HAZIRLIKSIZ
Jean-Michel Blanquer istediği kadar söylesin birçok nokta muğlak olmaya devam ediyor ve bir hazırlıksız olma hissini doğuruyor. Örneğin maske meselesi. Birkaç gün önce Bakan, anaokullar hariç (Burada sadece “tavsiye” ediliyor) tüm öğretmenlerin maske takma zorunluluğunu ve (maskenin) sınıflarda iki metre mesafe şartıyla çıkartılabileceğini belirtmişti.
Maskenin takılmasının öğretmenlerin mesleklerini, özellikle de okuma yazma öğretimini yapmalarını zorlaştırdığı bir gerçek. Çarşamba sabahı France Inter Radyosuna konuşan başbakan ise bu önlemi değiştirdi: Hiçbir istisna olmaksızın tüm öğretmenler maske takmak zorundalar. Birkaç saat sonra açıklama yapan Bakan, “Evet, böylelikle daha basit ve daha anlaşılır olduğuna karar verdik”. Gerçekten de bu yapılan baha basit ve anlaşılır mı?
(Çeviren: Deniz Uztopal)
KORONA BİTKİNLİĞİ: ÜZGÜN VE YORGUNLAR İÇİN
Margarete STOKOWSKİ
Spiegel Online
Her hastalık gibi Kovid-19 da yorar ve başlamasından aylar sonra, etkilenenlerin birçoğu normal günlük hayata dönebilmek için çok bitkin olur. Ancak pandemi kendi içinde de koronavirüse yakalanmayanların çoğunu yoruyor. Ve bir şekilde, kamuoyunda tartışılan duygular veya koşullarla daha az tartışılan duygu ve koşullar arasında bir uyumsuzluk var gibi görünüyor. Çok olan şey: Tartışılanların çoğu kızgın şekilde cahil veya bencil olanlar hakkında. Az olan şey ise kişisel veya toplumsal yorgunluk, endişe, üzüntü. Bu bir yandan bu anlaşılabilir bir durum. Kızgın olanlar gürültülü, üzgünler sessiz. Bazıları eylemler düzenliyor, diğerleri yapmıyor. Ama öfkeliler hakkında çok fazla konuşmuyor muyuz?
Haziran ayında, “Sosyoekonomik faktörler ve koronavirüsün Almanya’da yayılmasının sonuçları” araştırmasının nispeten iyimser sonuçları yayımlandı: “Yalnız ama dirençli insanlar izolasyonla beklenenden daha iyi başa çıktı” dendi. Korona krizinin Almanya’da yaşayan insanların refahı ve ruh sağlığı üzerinde daha önce varsayıldığı kadar olumsuz bir etkisi olmamıştı. Ancak yayın sadece nisan ayına kadar olan dönemi kapsamaktaydı. O zamandan bu yana epey bir süre geçti. Aynı araştırmadan elde edilen diğer sonuçlar, Almanya’daki birçok insanın yaşamı tehdit eden Kovid-19 riskini çok abarttığını gösterdi. Ortalama olarak, 0 ile 100 arasında bir sayı söylemeleri istenen katılımcılar, yaşamı tehdit eden Kovid-19’a yakalanma olasılığının yaklaşık yüzde 26 olduğunu tahmin ettiler. Bu, ya epeyce insanın koronavirüsten oldukça korktuğu ya da olasılık ifadelerini kullanma konusunda özellikle emin olmadıkları anlamına gelir. Ancak oldukça korkan insan varsa, mevcut kamuoyu tartışmasının bu korkuların tablosunu verme ve analizini yapma konusunda yetersiz olduğu görülür. Egoizm hakkında konuşmak, kutlayan ve tatile giden insanlar hakkında öfkelenmek, eksik veya yanlış giyilmiş maskeleri tartışmak; zayıflık ve bitkinlikten, biten enerjilerden ve hâlâ var olan korkular üzerine konuşmaktan daha mı kolay?
Elbette bu son bahsedilen konularda çok fazla tantana yok ve ben de sosyal medyada çok tıklanmayı hedef alan bir video yayımlamaya kalksam parkta sorumsuzca piknik yapan insanları konu alırdım. “Korona yüzünden bu kadın bir daha otobüse binmeye ya da arkadaşlarına sarılmaya cesaret edemiyor ve işini kaybetmekten de korkuyor” yönünde bir video pek de ilgi çekmezdi. Ama herkesle ilgilenmek isteyen duyarlı bir toplumda yaşadığımı hayal edersem, bu korkular içindeki kadına bakmayı tercih ederim, daha doğrusu bu türden kaç tane var onu araştırırım.
Oldukça temkinli, ürkek, karamsar insanlarla arkadaş mıyım bilmiyorum ama son dönemde bu türden birçok insanla sohbet etme olanağına sahip oldum. Dayanışma ve kolektif öğrenmenin bir şekilde zor olduğu gerçeğine dair belirli bir yorgunluk veya şüphecilik veya hatta acı hissediyorlar. Tatile gidenlere, maske takmayanlara, okulların erkenden açılmasına, fabrikaların tam çalışmasına endişe ile bakıyorlar. Böyle bir tespit tatile giden herkesin dayanışmadan yoksun olduğu anlamına gelmiyor tabii ki. Aksine, gündelik hayatını yeniden düzene sokabilen ve sokamayanlar var ve bana öyle geliyor ki ikinci grup şu anki tartışmalarda önemli bir rol oynamıyor.
Berlin’de bu hafta sonu Naziler yine koruyucu önlemlere karşı gösteri yapmak ve komplo teorilerini yaymak istiyor. Elbette sadece Naziler değil, aynı zamanda Nazilerin yanında gösteri yapmakta problemi olmayan insanlar da. İşler geçen seferki gibi giderse önceki gibi medya ve sosyal medyanın çok fazla ilgisini çekecekler. Halbuki esas olarak, artık pandemiyi inkar edenler ve komplo teoricilerinin neyi temsil ettiği iyi biliniyor. Onları eleştirmek doğru ve önemli, ancak yapılması gereken sesini çıkaramayanların, korkanların, yaşamlarını düzene sokamayanların yanında yer almak. Aynı toplumsal hareketlerin yaptığı gibi ezilenin, sesini duyuramayanın sesi olup ona güç vermek, kendine güven kazanmasına yardımcı olmak zorundayız.
(Çeviren: Semra Çelik)
BEYRUT’TA YIKICI PATLAMA YÖNETİCİ SINIFI SALLAYAMADI
Gilbert ACHCAR
The Guardian
4 Ağustos sabahı Lübnan’ı sarsan büyük patlama ülkenin tarihinde şubat 2005’te Eski Başbakan Rafik Hariri’nin ölümüne yol açan patlama kadar önemli bir dönüm noktası oldu. Bu suikastı incelemek için BM tarafından atanan mahkemenin 15 yıl sonra beceriksizliğini kabul ettiği göz önüne alınırsa Beyrut Limanındaki patlamanın kısa zamanda açıklığa kavuşması beklenmemeli. Fakat bu travmatik trajedi konusunda birkaç sonuca varabiliriz.
İlk olarak, patlamaya yol açan koşullar ne olursa olsun, 2 bin 750 ton amonyum nitratın Beyrut’un merkezinde 6 yıldan fazla süre kalmasından bu süreç boyunca hükümette yer alan Lübnan yönetici sınıfı sorumludur. Başkanlar, başbakanlar, ulaştırma bakanları, güvenlik şefleri ve liman yöneticileri eşit oranda sorumludur. Hem Lübnan devleti hem de Beyrut Havaalanı ve limanını istediği gibi kullanan Hizbullah’ın kurduğu paralel devlet yöneticileri bu listeye dahildir.
Lübnan nasıl buraya geldi? 30 yıllık bir kötü yönetimden bahsediyoruz. 1975’te başlayan sivil savaş öncesi Lübnan bir “mali cennet” olarak görülüyordu: bankaların gizliliği ve sahte vergilerin para aklama, sermaye kaçışı ve her türlü kaçakçılık için ideal kıldığı vahşi kapitalist bir ülke. Savaş, Lübnan fraksiyonlarının politik ve anayasal olarak Suudi monarşisi ve Suriye rejimi himayesinde anlaşmasıyla 1989’da sona erdi. Bir sene sonra Suriye’nin Suudi topraklarından Irak’a ilk ABD saldırısına katılmasıyla da tasdiklendi.
Lübnan 12 yıl boyunca Suudi-Suriye itilafı ile yönetildi: Suudi Temsilcisi Rafik Hariri Suriye’nin Lübnan’daki etkin Güvenlik Şefi Ghazi Kanaan’la sıkı bir koordinasyon içinde oldu. Şam’ın ABD güdümlü Irak’a karşı ikinci savaşa karşı çıkmasıyla da bu itilaf sona erdi. Washington Lübnan’daki Suriye askerlerinin çıkarılması için baskıya başladı; Çin ve Rusya’nın -veto etmemek amacıyla- çekimser kaldığı BM Güvenlik Konseyi 1559 sayılı kararında olduğu gibi.
Hariri’nin katli büyük bir halk öfkesine yol açtı ve Şam askerlerini çekmek zorunda kaldı. Fakat Lübnan’da ipler hâlâ elindeydi: Lübnan Parlamentosu Sürekli Başkanı Nabih Berri liderliğindeki Şii sekter grup Amal, İran’ın Lübnan temsilcisi olan Hizbullah ve 2006’da yan değiştiren Suriye’nin eski düşmanı Micher Anoun bunu mümkün kılan üç faktör oldular.
Lübnan son 15 yıldır Hariri’nin oğlu Saad ve üçlü ittifakın yeni hükümeti yönetiminde, savaşın bitiminden bu yana devam eden yıkıcı neoliberal yeniden yapılanmayı devam ettirdi. 2011 Arap Baharı sonrası Suriye’de başlayan sivil savaş Şam’ı zayıflatırken Suriye karşısında bölgede güçlenen Tahran ve onun Lübnan’daki temsilcisinin elini güçlendirdi. Sonuç olarak Anoun 2016 seçimlerinde başkan oldu. Suudi Prensi Mohammed bin Salman’ın Saad Hariri’yi Tahran taraftarlarıyla ortak çalışmaktan vazgeçmeye zorlaması bu gelişmelere karşı acemi bir tepkiydi.
Her halükarda ülkede ekonominin çöküşü tamamen son 30 yıldır göreve gelmiş yönetici sınıfı temsilcileri ve iç içe oldukları bankacılık sektörünün suçudur. 1992’den bu yana Lübnan Merkez Bankası Müdürü Riad Salamé kemikleşmiş bu sorunların en belirgin temsilcilerindendir. Geçen yıl 17 Ekim’de başlayan başkaldırının meşhur sloganı “Hepsi, hepsi demektir” bu ortak sorumluluğa işaret eder.
Beyrut’taki patlamanın halkın öfkesini doruğa çıkarması, ekim başkaldırısının iki talebinin yönetici sınıfa dayatılması yönünde umuda yol açmıştı: Gerçekten bağımsız bir hükümet ve yeni seçim yasasına dayanan seçimler. Umut, uluslararası baskının bu taleplerin karşılanmasına yol açması ve yönetici sınıfa karşı denge oluşturması idi.
Emmanuel Macron’un, patlamadan iki gün sonra Beyrut’a ziyareti bu beklentiyi çok yükseltmişti. Bir felaket sonrası halkın arasına karışmasının kendi ülkesinde eleştirilen bir başkan için iyi bir fotoğraf fırsatı olduğu göz ardı edilmişti. Beklenti kısa ömürlü oldu: Macron’un Ortadoğu’da çizgisi, Fransız yatırımına riskin büyük olması dolayısıyla, sürekli ABD ve İran arasında ara buluculuk olmuştur. Bunun bir örneği 2019 G7 zirvesinde Trump ve İran dışişleri bakanı arasında bir görüşme düzenleme çabasında görülmüştü.
Bu açıdan Macron her zaman Lübnan’da Hariri-Hizbullah yönetiminin devamını sağlamak yönünde adım attı. İnzivaya çekilmiş olan Saad Hariri’yi 2017’de Riyad’dan Lübnan’a geri getirmesinin ve desteğini “birlik hükümeti” yönünde kullanarak Lübnan’da halkın bağımsız bir hükümet ve yeni seçim umutlarını dağıtmasının sebebi budur. Amacının Hizbullah’tan alınacak tavizler karşılığında bir Sünni olan Hariri’yi tekrar başbakanlığa geri getirmek olduğu düşünülüyor. Macron bu patlamayı bir başlangıç yerine geri itici bir güç olarak kullanmaya çalışıyor; bu da kesinlikle daha çok hoşnutsuzluk ve kargaşaya yol açacaktır.
(Çeviren: Haldun Sonkaynar)
Evrensel'i Takip Et